notre dame de paris müzikali

izledikten sonra geride bıraktığı o duyguyu bir türlü tanımlayamadığın ve başka hiçbir şeyde bulamadığın, kelimelerle anlatmakta güçlük çektikçe içinde geçen her bir cümleye tekrar tekrar hayran olduğun, herşeyi unutturup alıp götürebilen, yaşadığın sürece canlı izleyemediğin için hep üzüleceğin, danslarıyla, müzikleriyle, oyunculuklarıyla işte sanat bu dedirten, dünyanın en güzel, en çok şey anlatan ve en mutlu eden sesinden * dünyanın en anlamlı en 'fazla', en güzel iki parçasını * dinleme lüksüne eriştiğin, her dinlediğinde, her anımsadığında ölmeden bir kez olsun gidip o katedralin duvarlarına dokunayım diye tanrıya yalvardığın, takıntı olmadığını insanlara anlatmak için izlettiğinde anlamadıklarını her gördüğünde ya ben de anlamasaydım ya hissedemeseydim ya hiç duymadan görmeden yaşasaydım diye şükrettiğin müzikal. garou'nun gözlerinin içindeki o sonsuz anlamlar ve bruno pelletier'in kusursuz sesi tüm sıkılmışlıkları silebilecek kadar muhteşemdir. sırf bu müzikali alt yazıyı okumadan anlayabilmek için fransızca öğrenmek gerek...