bugün

entry'ler (62)

ikmal maliye okulu ve eğitim merkezi komutanlığı

Bugün terhis olduğum yer.

Ekşide şöyle bir yazı gördüm

"hemen hemen her dönem bir kaç torpilli oluyormuş bizde de vardı hatta son gün üsteğmen ayhan yaralı bu adamlardan birine ceza veremediği için hafif kusurlu olan diğer askerlerin de idari izin iptallerini kaldırdı."

Ayhan komutan törenden evvelki içtimada bu konu hakkında izahta bulunmuştu. Ceza verdirtmek istemiş ama adamın teklifi kabul görmemiş. Torpil ne iğrenç ya.

Birliğe gitmeden evvel ben de netten yazılar okudum. Kimisi çok abartılı idi. Ben buraya tecrübelerimi yazacağım.

Kalk saati 5.45, yat saati ise içtimalarda komutanlara zorluk çıkartmanızla alâkalı olarak 9 ile 11 arası değişiyor.

9 içtimasından sonra güneşin bütün haşmetiyle gözüktüğü eğitim alanına gidiyorsunuz. Kesinlikle yanınıza güneş kremi alın yoksa zenci olarak geri dönersiniz.

Eğitimlerde sizinle 2 çavuş ve bir astek alâkadar oluyor. Çavuşlar 6 aylık askerler. 11.45'e doğru eğitim bitiyor ve içtima alanına geçiyorsunuz. Burası mühim çünkü içtimalarda bir kişi bile eksik olsa o denyo yüzünden dağılamıyorsunuz. Her içtima banko 30 dakika sürüyor. +25 +30 adamlar sıraya geçmeyi bilmiyor yuh ya

Neyse, sayıldıktan sonra yemekhaneye gidiyorsunuz. Bir sıraya göre gidildiğinden yemekhaneye bazen ilk gidebileceğiniz gibi son gideceğiniz günler de olabiliyor. Yemekhane'nin sabah kahvaltısı bomboş gitmeye değmez. Ama öğlen ve akşam yemekleri çok iyi. Yemekhanede sıraya dikkat edin çünkü kendini zeki zanneden ibneler araya kaynamaya çalışabilir. Birlikte 2 kantin var. Benim gittiğim yerde tavuk döner iyi gidiyordu. fiyatı 6 buçuk tl idi.

Yemek yedikten sonra 13.45 içtimasına kadar serbest oluyorsunuz. Bilahare eğitim alanına gidip 16.45'e doğru yeniden içtimaya ve oradan da yemekhaneye gidiyorsunuz. Sonraki saatlerde serbestsiniz. Eğer içtimalarda komutanları yormazsanız 17.00'den sonra sivil gezmenize izin verirler.

Çavuşlar ve astek sizin eğitim alanında ne kadar dinleneceğinizi belirleyen kişiler olacak. Benim müşâhedeme göre çavuşlar ve astekler çok kafa adamlar. Laubalilik ve saygısızlıkta bulunmazsanız gül gibi geçinir gidersiniz.

Tuvaletler, her gün bir manganın sırası gelen askerlerince temizlendiğinden dolayı bence iyi durumdalardı. Ha tuvalete işeyip su atmadan giden puştları buradan saygıyla anıyorum.

Buraya gelirken yanınıza kesinlikle pastil, güneş kremi, soğuktan koruyan eşorfman getirin yoksa naneyi yersiniz. Revirden hizmet almak zor. Çünkü istismarcı ahlaksızlar istirahat almak için başı ağırsa revire gidiyor.

Bir de sivrisinek kovucu bir şey getirin. Kayış dağından dolayı burası sivrisineklerin üreme çiftliği haline gelmiş vaziyettedir. Helâda sınırsız sayıda varlar. Koğuşlarda da varlar ve avlarını bekliyorlar. Aga bunlar normal sivrisinek değil. Tedbirinizi alın.

Şu an aklıma pek bir şey gelmiyor. Bence birlikteki şartlar iyiydi.

kpss

Şu sıralar hazırlandığım imtihan... pffff eğitim bilimleri kısmına çalışmak hiç içimden gelmiyor. istifrağ edecekmiş gibi oluyorum. bu nedir yaa, nedir bu zulüm

saime yüceer

atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı bir hocadır. 2 sene dersine girdim ve bir kez olsun 'atatürk şurda da hata etmiştir' dediğine rastlamadım. yahu atatürk insan değil mi hiç hata etmiş olamaz mı ?....

1950 1960 dönemi ekonomi politikaları

Demokrat parti hükümeti, çok müspet bir ortamda iktidara geldi; memleketin altın rezervleri yüksekti. cumhuriyet tarihinde ilk kez büyük miyarda harici kredi ve muavenet gelmeye başlamıştı. 1947'de abd'nin kanunileştirdiği truman doktrini programı çerçevesinde türkiye'de marshall yardımından faydalanıyordu. aynı zamanda kore harbi sebebiyle dünya zirai hammadde fiyatları yükselmiş, tr'nin ihracat getirisi artmıştı.

dp, seçim kampanyasından başlayarak, rey ekseriyetini elinde bulunduran köylü-çiftçi halkın kalkınmasına öncelık veren bir program tatbik edeceğini vaad etmişti. iktidara gelince de verilen bu sözü yerine getirmek için eyleme geçti. harici muavenetle ve ziraata verilen kredilerle de desteklenen traktör ithalatı süratle artırıldı ve ekim sahası genişletildi. bu arada sulama yatırımları süratlendirilmiş, ziraatta gübre kullanımı ve tohum ıslahına da sürat verilmişti. yalnız tr'de değil, harici dünyada da tr'ye istikbalin buğday ambarı diye bakılıyor, buğday ihracatını kolaylaştıracak tesisler, silolar yapılıyordu. bu inkişafat, halkın ekseriyetinin hayat seviyesini yükselten çok ehemmiyetli bir hamle başlatıyor ve cumhuriyet iktisat tarihinin ziraat inkılabı olmayı hak ediyordu.

dp hükümeti bir yandan ziraatta hamle yaparken bir yandan da altyapı yatırımlarına ehemmiyet verdi. vasi bir altyapı programını tahakkuka koyuldu. amerika teşkilatı numune alınarak ve harici muavenetin de desteğiyle 1950'de devlet karayolları müdürlüğü kuruldu. vasi bir karayolu şebekesi planlandı ve yatırımlar ile yol bakım hizmetleri süratlendirildi. enerji ve sulama sahalarında da teşebbüsler arttı. Sarıyar, Demirköprü, Seyhan, Hazer baraj ve santrallerinin temelleri atıldı. DP'nin 10 senelik iktidar müddetinde karayolları uzunluğu yüzde 39, elektrik istihsali 2,5 kat, çimento üretimi 4 kat ve demir-çelik istihsali yüzde 70 nispetinde artmıştı.

1950 senesinde ehemmiyetli bir yenilik de sanayinin finansmanı mevzuunda oldu. türkiye sınai kalkınma bankası kuruldu. bankanın maksadı tr'de hususi sanayinin kurulmasına ve inkişafına uzun vadeli yatırım kredileri vererek ve teknik muavenet sağlayarak katkıda bulunmak, ayrıca yabancı sermayenin tr'de yatırım yapmasını ve memleketteki sermaye piyasasının kurulup gelişmesini desteklemekti.

hükümet iktisadi sahada devletin rolünü daraltacak yerde, amme zümresinin ve hükümetin iktisattaki rolünü vasileştirmeye koyuldu. yeni amme işletmeleri kuruluyor, yeni iktisadi yapılanmalara gidiliyor, amme zümresinde birçok fabrikanın temeli atılıyordu. kısa müddet dahilinde denizcilik bankası, türkiye petrolleri anonim ortaklığı, et ve balık kurumu, petrol ofisi, turizm bankası gibi amme müesseseleri yaratıldı ve sümerbank, etibank, halk bankası ve ziraat bankası gibi eski amme finans müessesatı da vasi bir sanayi yatırım programı için seferber edildi. cumhuriyet tarihinde, ikinci cihan harbinin haricinde itinayla muhafaza edilen bütçe denkliği umdesi bir kenara atılmış, amme iktisadi teşekküllerinin ve ziraat destek programlarının masarifi için cömertçe kullanılan merkez bankası finansmanı -yani kağıt para basıp harcama- öncelik kesp etmişti.

1954 senesinden başlayarak dp'nin talihi tersine döndü. ziraatta üç sene çok bereketli hasatlardan sonra 1954 senesinden gelen kuraklık, yüzde 20 nispetinde bir mamul düşüşüne sebep oldu. Traktör bakım mesaili artmış, ekime yeni açılan meyilli topraklarda erozyon başlamıştı. daha iki sene evvel avrupa'nın buğday ambarı olarak görülen türkiye, amerikan muavenetinden buğday ithal etmek mecburiyetinde kalıyor, ihracat için yapılmış hububat siloları, ithal silolarına dönüştürülüyordu.

dp'nin kendi günahlarının faturası da çıkmaya başlamıştı. altın ve döviz rezervleri tükenmeye yüz tutmuştu. yavaşlayan ihracata mukabil artan harici borç geri ödemeleri, faiz yükü ve yükselen ithalat talebi, harici ödemeler açığını büyütmüştü.

1955 senesinde meseleler artık zirveye varmıştı. abd, tr'nin 300 milyon dolarlık kredi talebini reddediyor, yatırımlar ve ithalatın bir kısmı kısa vadeli ve yüksek faizli ticari kredilerle temin edilmeye çalışılıyordu. ithalatta kontenjan usulü yeniden tatbik edilmeye başlanmıştı. 1956 senesinde ithal malları murakabe dairesi kuruldu ve milli koruma kanunu yeniden, cezaları çok daha ağırlaştırılmış olarak meriyete konuldu.

1955 senesinin 6-7 eylül gecesi Kıbrıs bahanesi ile istanbul'da vuku' bulan kıyam, zaten çok sıkışık olan iktisadi vaziyete tuz biber ekti. pek çok işyerinin yerle bir edilmesi, iktisatta mal kıtlığını büsbütün arttırdı. sonunda devlet harici borçlarını ödeyemez, harici ticareti icra edemez hale düştü ve iflas bayrağını çekerek 1958 senesinin ağustos ayında oeec idaresinde alacaklıları ile verdiği bazı teminatlar mukabilinde bir borç tehir muahedesi imzaladı. muahedeye göre, bir miktar harici kredi de elde edildi. tr iktisat tarihine ''4 ağustos kararları'' olarak geçen muahede, esas olarak açık finansman usulüne nihayet verilmesi ve devalüasyona gidilmesini şart koşmaktaydı. türk lirasının harici kıymeti 36 amerikan centinden 11 cente düşürülmüştü.

tam 10 senelik dp iktidarı, tr iktisadının inkişafı tarikinde mühim hamleleri temin ettiği gibi, azim hatalara da yol açtı. ziraate verilen ehemmiyet, ziraatta makineleşme, toprakların açılması, sulama, gübre ve tohum inkişafları, karayolları, enerji ve içme suyu projeleri gibi icraatlar, iktisadi kalkınmayı ilk kez muayyen bir şekilde büyük halk kitlelerine götüren, onları iktisada katan, inkişaf için müteheyyiç hamlelerdi. Öte yandan tc tarihinde açık bütçe mikrobu zer' ediliyordu.

güller savaşı

Güller Harbi (1455-1485) toprak sahibi aristokrasi için tabii olmaktan çok içtimai bir yıkım vasfı taşımış, bu harpte uğradıkları büyük kan kaybı aristokrasiyi zayıflatırken, Tudor Hanedanı mücadeleden krallık iktidarını te'kid vetiresini muvaffakıyetle tamamlayabilecek bir güçle çııkmıştır.

1960 80 deki beynelmilel ortam

BEYNELMiLEL ORTAM VE DiNAMiKLER
60'lar ve 70'ler ortamı, Türkiye gibi memleketlere ciddi bir ''izafi muhtariyet'' yaratan bir atmosfer takdim etti.

SOĞUK HARBiN YUMUŞAMASI
iki kutuplu dünya devam etmesine rağmen bu devirde nükleer muvazene ve iki tarafın da zamanla teşekkül eden statükoyu kabullenmesi gibi sebeplerden naşi Soğuk Harp'te bir yumuşama devrine girildi. Bunun neticesi ''Karşılıklı ve Muvazeneli Kuvvet indirimi'' görüşmeleri sonunda;

-Avrupa Güvenlik ve işbirliği Konferansı'na (AGiK)
-1975 Helsinki Son Senedi adlı detant vesikasının teşekkülüne yol açtı.

O devirde iki blok lideri de kendi blok azalarını murakabe edemedikçe karşı rakibin azalarıyla münasebetleri düzelterek rakibe zarar vermeye çalıştılar. Mesela;

-Romanya, kendi sanayileşmesine Moskova'nın müzaheret etmemesi üzerine ingiltere ve Fransa'dan iktisadi muavenet almaya başladı.
-ABD, Polonya, Yugoslavya ve macaristan'a da iktisadi muavenet teminine başladı.
Türkiye bu rekabet ortamından 1960'ların ortalarından itibaren hem iktisadi hem de siyasi olarak faydalanmaya başlamıştır.

ABD'NiN GERiLEMESi
Garp bloku lideri ABD bu devirde kuvvetini mühim nispette kaybetti. Sebepler;

-Vietnam Harbi; Vietnam'da hususiyetle ''TET SALDIRISI'' mağlubiyeti sonrası ABD'yi ve dünya efkarı umumiyesini derinden sarstı. Nixon, komunizmle mücadele için her memleketin kendi başının çaresine bakmasını ve artık ABD'nin dünya jandarmalığı vazifesini bıraktığını beyan etti.

-Bretton Woods nizamının yıkılması; Avrupalı memleketlerin biriktirdiği dolarlar ve Vietnam harbinin körüklediği para sürümü sonrası doların 1971'de devalüe edilmesi ile Breton Woods nizamı inkıraza uğradı ve ABD'nin beynelmilel itimatlılığı sarsıldı.

-Almanya ve Japonya ABD ile iktisadi rekabete girdi.
-ABD efkarı umumiyesinden gelen aksülameller
-Watergate skandalı sonrası Nixon'ın istifaya icbarı
-Vietnam'a gitmek istemeyen gençlerin meydanlarda toplu halde celp kararlarını yakmaları

Netice: 1979'da Afganistan Sovyetler kaptırıldı, senelerce azim yatırım yaptığı iran Şah'ı devrildi. Bundan sonra Afganistan ve iran ABD için elden çıkmış olacaktır.

SOVYETLERiN VE ÜÇÜNCÜ DÜNYANIN YÜKSELiŞi

SSCB, ABD'nin aksine 70'lerde mühim hamleler yaptı.

-Harici Muavenetler; O zamana kadar ABD'nin faal olarak kullandığı bu silahı SSCB kullanmaya başladı. Orta Doğu'da askeri üsler elde etti; uçak gemileri yaparak Akdeniz'e açıldı; Afganistan'a davet üzerine asker sokarak Hint Okyanusu'na yaklaştı.
-1973 Arap-israil harbi sonrası petrol sahibi Arap memleketleri, harpte israil'i destekleyen garplılara karşı siyasi bir koz olarak petrol fiyatlarını yükselttiler. Bu da garp iktisadi ve siyasi hakimiyetini çok sarstı.
-Yeni bağımsız olan devletlerin de iştirakiyle kuvvetlenen ''Bağlantısızlık Hareketi'' garp bloğunu zayıflattı. Yeni bir alt-nizam halinde gelen Bağlantısızlık Hareketi beynelmilel münasebetler ortamına o güne kadar görülmemiş bir demokrasi ve müsavilik atmosferi getirdi.

sanayi inkılabına kadar ingiltere tarihi

Sanayi inkılabına kadar ingiltere'de ayırıcı iki vetire yaşandı:
1-idarenin merkezileşmesi
2-kapitalizmin gelişimi

idarenin merkezileşmesi: ingiltere ada memleketi olduğundan avrupada ki hadiseler ona pek dokunmuyordu. 1066 Norman fetihlerinden itibaren merkezileşmiş feodal bir krallığı, ortak hukuku ve parlamentosu vardı.

Norman istilasından evvel var olan Anglo-Sakson krallığı'nda, kralın doğrudan kaide koyma salahiyeti yoktu. Hukuk örf ve adetlerden kaynaklanırdı. Kral kanun vaz' edebilmek için witanlara danışmak ve wintenagemot isimli meclisin sarih veya zimmi rızasını almak mecburiyetindeydi. norman istilasından sonra da fatih william bu meclisleri dağıtmadı. zamanla witenagemot meclisi, feodal beyleri ve din adamlarını da muhtevi ''magnum concilium'' a inkılap etti ve daha çok istişari bir salahiyete haiz vaziyete geldi.

1199-1216 senelerinden ingiltere krallığını idare eden angevin hanedanından yurtsuz john, 1214!te fransa kralı philippe auguste'e mağlup oldu ve yeni vergiler koymak istedi. baronlar john'a karşı ayaklandılar. neticede yurtsuz john, baronlarla anlaşmayı kabul etti ve onların istedikleri ''magna carta libertatum'' (büyük hürriyet fermanı) isimli vesikayı 15 haziran 1215 tarihinde imzaladı:

-kral halkın tasdiki olmadan vergi toplamayacak
-mahkemeler halka açık yapılacak
-haksız yere kimse tevkif ve sürgün edilmeyecek
-askere alınmalar tanzim edilecek
-soylulardan müteşekkil bir heyet kralın magna carta'ya muvafık davranıp davranmadığını murakabe edecek.

1265 senesinden itibaren, soylular, din adamlarının yanı sıra her kontluktan iki şovalye ve her şehirden iki temsilci kendilerini konseyde temsil imkanı buldsuğu ''parlamento'' adını aldı.

1295 senesinde ı.edward (1272-1307) devrinde parlamentoda 49 lord ve 292 temsilci vardı ve meclis her sene muntazam olarak toplanıyordu.

1300'den itibaren ruhban sınıfı parlamento içtimalarına iştirak etmemeye başladılar. soylular da şehir ve kasaba temsilcileriyle aynı salonda içtimaya iştirak etmek istemedikleri için meclis ikili bir yapıya kalb oldu. böylece lordlar kamarası ve avam kamarası oluşmaya başladı. lordlar kamarasını kral, avam kamarasını ise speaker adı verilen ve kendilerinin seçtikleri sözcü reislik ederdi.

1400'lere kadar ingiliz parlamentosunun kanun vaz' etme salahiyeti yoktu. ancak her iki kamaranın da krala arz u hal takdim hakkı vardı. sonraki vetire de arz u hal takdim usulü kanun projesi halini aldı.

17.asırda parlamenter monarşı yeniden tanzim edildi. Bu devirde kral 1.charles parlamentoya müracaat etmeden ispanya'ya harp ilan etmiş ve harp giderlerini temin için vergileri tezyid etmişti. bunun üzerine, ingiliz parlamentosu 1628 senesinde ''haklar deklarasyon'' u ismi verilen dökumanı neşretti. bu deklerasyonda kralın salahiyetleri tahdid edilerek hukuki vetireden geçmeden kralın kimseyi itham ve tecziye edemeyeceği ve müsellah kuvveti halka karşı kullanamayacağı belirtiliyordu. kral buna aksülamel göstererek parlamentoyu dağıttı.

charles bourbon hanedanından henrietta maria ile izdivaç etmişti ve fransa'daki huguenotlarla mücadelede askeri muavenet ve müzaheret için buckingham dükü george villiers'i vazifelendirmişti. ancak parlamento bu vazifelendirmeye itiraz etmişti. kral vergi müsaadesi için 1640 senesinde parlamentoyu tekrar içtimaya çağırmak mecburiyetinde kalacak ve 1 ay sonra da fesh edecektir.

Charles, iskoçya'ya mağlup olup iskoçlar da kuzey ingiltereyi işgale başlayınca kral parlamentoyu yeniden içtimaya çağırdı ve bu şekilde içtimaya çağrılan ğarlamento, 1653 senesinde kadar dağılmadan çalışmalarına devam etti. bu sebeple bu parlamentoya ''uzun parlamento'' ismi verilir. uzun parlamento bu vaziyetten müstefid, kendi tasdiki olmaksızın konulan vergileri ilga etti. hazinenin ve ordunun idaresini eline aldı. kral ve tarraftarları buna razı gelmedi ve parlamento taraftarlarını hapsettirmek istedi. bunun üzerine memlekette dahili harp çıktı ve 1648 de bitti. kral charles mağlup oldu ve parlamento önünde kurulan bir mahkemede muhakeme edilerek idama mahkum edildi ve 30 ocak 1649'da idam edildi.

harun serkan aktaş

1988 diyarbakır çüngüş doğumludur. bu zat-ı muhterem şu sıralarda insanların imanını kurtarmak ve onları doğru yola getirmek için gayret etmektedir. ateizmin korkulu rüyası bir nur talebesidir. çok mütevazı, sevecen, hümanist, espirili bir yapısı vardır.

din afyondur

"Din afyondur" tâbiri komunistler tarafından uydurulmuştur. Türkiyede'ki komunistler bunu "islam" için kullanırlar. Onun için bende burada "islâm"ın afyon değil bilâkis hareketliliği ve dinamizmi emreden bir din olduğundan bahsedeceğim.

islâm, tembelliğin, uyuşukluğun o derece de karşısındadır ki, her ferde gördüğü bir yanlışlığı eliyle veya diliyle, yani nasıl mümkünse o sûrette düzeltmeyi emreder. Bu emir, vâki olana, hak ve adli korumak adına bir müdâhale demektir. Modern rejimlerde olduğu gibi bu müdahâleyi bununla vazifeli bir zümreye, meselâ polise mahsus kılmayıp umûma yaymıştır. Sonra da sözle ve fiille hiç bir şey yapma imkânı yoksa "kalben buğz"u emretmiştir. Tâ ki, ferdin müşahede ettiği fâsid söz veya hareket, kendisi için zamanla tabiîleşip de muhalefet hissi zâil olmasın. Üstelik bu sonuncu hâli, yani kalben buğz edilmesi ile iktifa edilmesini, imânın en zayıf bir derecesinin icâbı olarak ilân etmektedir.

Bu da demektir ki, yanlışa müdâhale, iman îcabı bir tavırdır. Ancak unutmamak gerektir ki, bu müdâhaleci tavır sadece yanlışa karşı değildir. Aynı zamanda doğruyu emretmek hususundadır ki, bunun şer'i adı: "emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l münker"dir ki, bu ibâre, "doğruyu emretmek, yanlışı men etmek" demektir.

Nitekim Âl-i imran Sûresi'nin 110.ayetinden "siz insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. iyiliği emreder, kötülükleri men edersiniz." Anlaşılacağı üzere iyiliği emredip kötülükten nehyetmek ilâhi bir emirdir. Bu da her müslümanı islâm'ın bir nevi polisi yapar.

Ayrıca yine bir hâdis-i şerifte buyurulan "hepiniz çobansınız ve çobanlığınızdan mesulsünüz" başka bir hadis-i şerifte ise "hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, hemen ölecekmiş gibi de âhiret için çalışmayı emreden" bir dinin özü dinamizm değilmidir ? Buna afyon demek ne derece mantıklıdır.

Ayrıca islâmda toplum, idâre edenlere karşı mutlak bir itaatle mükellef değildir. Bu itâat, adâletle kâimdir. Adaletten ayrılan hüküm sâhiplerine itâat değil, isyan vacip olur. Bunun şer'i adı ise, "huruç ale's sulta" yâni otoriteye baş kaldırmaktır. Bu da islâmda ki dinamizmin bir tezâhürüdür.

Diğer taraftan zamanla ortaya çıkacak yeni yeni meselelerin islâmın kıymet hükümleriyle te'lif edilebilmesi için, ehline, "içtihat kapısı" kıyamete kadar açık bırakılmıştır. Sistemin, bilhassa sosyal hükümleri itibarıyla durağanlaşmasını önlemek üzere, samimi islâm âlimlerine tanınan bu salahiyete ilaveten bir de her yüzyılda bir "müceddid" yani yenileyicinin zuhûru müjdelenmiştir.

Hulâsa edersek, bu derecede dinamik olan bir dine komunistlerin afyon demesi onların islâmdan bi-haber olduklarının göstergesidir.

vitrivius

Roma devrinde önde gelen mühendis ve mimarlar'ın en meşhurudur ve mimarlık hakkında bilinen ilk eseri derlemiş olanda vitrivius'dur. Mezkur'un "De Architectura" (Mimarlık Üzerine) adlı bu eseri 10 fasıldan müteşekkildir ve bu bölümlerde, sırasıyla, mimarlığın umdeleri, mimarlık tarihi ve mimarlıkta kullanılan malzemeler, iyon ve dor tapınakları, tiyatro, hamam ve liman gibi amme inşaatları, şehir ve köy evleri, eviçi tanzimleri, su tesisatı, su saatleri ile mekanik vasıtalar gibi ehemmmiyetli mevzular ele alınarak işlenir. Bu eserin gâyesi, genç mühendis ve mimarlara, inşaat için elzem olan malumatları vermektir.

strabon

Milattan önce 1.asırda amasya'da yaşamış bir coğrafyacıdır. "Coğrafya" adıyla tanınan 17 fasıllık vâsi eserinde, yalnızca gezdiği ve gördüğü yerleri anlatmakla iktifa etmemiş, buralarda cereyan eden târihi hadiseler hakkında da teferruatlı mâlumatlat vermiştir. Strabon, dünya'da sadece bir tek okyanus bulunduğunu ve mütemadi garb'a doğru gidildiğinde, hindistan'a varılabileceğini belirtmiştir.

batlamyus

Geç iskenderiye devrinde yaşamış meşhur ilim adamlarından biriside Batlamyus'dur. Hayatı hakkında hemen hemen hiç bir malumata malik değiliz. Müslüman astronomlar 78 yaşına kadar yaşadığını söylerler. Belki yunan asıllı bir mısırlı, belki de mısır asıllı bir yunanlıdır.
Batlamyus astronomi, matematik, coğrafya ve optik sahalarına katkılar yapmıştır. Ancak en çok astronomi çalışmalarıyla ma'ruftur. Zamanına kadar ulaşan astronomo âlimlerinin sentezini yapmış ve bunları "matematik sentezi" adlı eserinde cem' etmiştir. Bu eserin adı, daha sonra Megale Syntaxis (büyük derleme) olarak hatırlanmış ve arapçaya tercüme edilirlen başına arapçada ki harf-i târif takısı olan "el" getirildiği için, ismi el-mecisti şekline inkılap etmiştir. Daha sonra arapça'dan lâtinceye çevrilirken "almagest" olarak adlandırıldığından, bugün batı dünyasında bu eser almagest olarak ma'ruftur.
Batlamyus, coğrafya tetkiklerine de öncülük etmiş ve Coğrafya adlı eseriyle matematikle alakalı coğrafya sahasını kurmuştur. Bu kitap Kristof kolomb'a kasar bütün coğrafyacılar tarafından bir müracaat kitabı olarak kullanılmıştır. Batlamyus, dioptrik (kırılma) mevzusuylada alakadar olmuştur. Batlamyus, daha evvel babil ve yunam astronomları ve astrologları tarafından derleiş bilgi birikiminden faydalanmak suretiyle astrolojiyi de nizamlaştırmıştır. Dört bölümden müteşekkil olduğundan "tetrabiblos"(dört kitap) olarak adlandırmış olduğu eserinde, seyyarelerin vasıf ve te'sirleri, burçların hususiyetleri, uğurlu ve uğursuz günlerin tâyini gibi astrolojimin hudutları içine giren mevzular hakkında teferruatlı malumatlar vermiştir. Orta çağ ve yeni çağ astrolojisi bu kitabın takdim ettiği birikime müstenid olacaktır.

yusuf ziya karaaslan

uludağ üniversitesinde araştırma görevlisidir. bilim dalı genel türk tarihidir. yüksek lisansını tarihsel süreci ve işleyişi çerçevesinde bursa hamidiye gureba hastanesi konusunda yapmıştır. gelecek vaad eden iyi yardımsever bir arkadaştır.

amerikan aydınlanması ve din

Amerikan Aydınlanması ve Din
Püritenizm, püritenlik, pure / purify kelimelerinden türemiştir. ingiltere’de ortaya çıkmış ve ilk kullanımından itibaren net bir tanımı yapılmamıştır, daha çok tarihi olarak şekillenen bir dini temayül olarak kabul edilir.
Teoloji lugatlerinde, Püritenizmin özünün dindarlık, hidayet, ekzistansiyel ve kalpte hissedilen bir dini anlayış üzerinde kesifleşme şeklinde tarif edilir.
Tarihi açıdan ingiliz Anglikan Kilisesi içinde oluşan reformist bir harekettir. ingiliz Kilise reformunu yetersiz bulan, Katolik te'siri'nin bütünüyle sona erdirilmesini isteyenleri ifade eder. Püritenizm 1558-1603 yılları arasında Kraliçe Elizabeth devrinde ortaya çıkar.
Hareketin kökeninde William Tyndale (1495-1536)’e kadar geri götürülür. Tyndale ibranice ve Latinceden incil tercümeleri vardır. (1525)
Püritenler Tyndale’ın te'sir'iyle Kitab-ı Mukaddese kesif biçimde bağlanma ve sözleşme (covenant) teolojisini benimsediler.

Kitab- Mukaddes’in yeniden okunup değerlendirilmesi gerektiğini savundular. ingiliz Yahudileri olarak da adlandırılırlar.

ingiltere’de ilk Püriten reform teşebbüsü, Kraliçe I.Mary devrinde ortaya çıkmıştı. Kilisenin dış dünyaya ve görünüşe yönelik müdahalelerini tenkid ettiler ve halk tarafından da destek buldular. (1558) Ancak reform talepleri kraliçe tarafından dikkate alınmadı.

Ancak Kraliçe Elizabeth devrinde Robert Browne (1550-1633), Henry Barrow (1550-1593) ve John Greenwood (ö. 1593) gibi liderler vasıtasıyla aynı çatı altında toplandılar.

Püritenler, insanın kurtuluşunda ruhban sınıfının ve kilisenin vasıtasını reddettiler. Bu sebeple ingiltere’de piskoposluğun kaldırmasını talep ettiler.
Onlara göre cennetten atılan ve günahları sebebiyle lanetlenen insan kurtuluş için bu dünyanın gerçeklerine ve ihtiyaçlarına sırt çevirmek zorunda değildir. insan bu dünyada aklını kullanarak var gücüyle çalışmalı Tanrıya yakışan bir kul olduğunu bu dünyada ispat etmelidir. Ahireti değil bu dünyayı merkeze alırlar. Püriten kişilerin silahları; çok çalışmak, kurallara bağlılıktır.
Püritenlerin te'siri ile din adamları ve din adamı olmayan gruplar alternatif bir kilise sisteminin ingiltere’de münakaşasına yol açmışlardı.

1603 yılında Kral I.James tahta geçtiğinde Püritenlere Elizabeth kadar müsamaha göstermedi. Kiliseyi de kendi hegemonyası altına alma istediği için reform taleplerini sindirmek istedi ve Püritenler, Separatistler adı verilerek zindanlara atıldı, öldürüldü.
Püritenlerin bir kısmı 1607 yılında Hollanda’ya göç etti. Ancak sayıları arttıkça Hollanda da onları kabul etmek istemedi.
ingiltere’de kalan Püritenler 1620 yılında Hudson Nehri ağzında koloni kurma izni alarak Virginia Kolonisini kurdular.
Püritenler Amerika’yı kendileri için neredeyse vaat edilmiş topraklar olarak görüp, kendilerine hacı diyorlardı.

1621 yılında ingiliz Püritenler Mayflower adlı gemi ile Plymouth Rock’a gelip Amerika’nın kuzey doğusunda yeni yerleşim oluşturdular.

Püritenler Amerika’da da dinin ferdi olarak yaşanmasını, samimi ve ahlaklı davranışı ve sade ibadet mevzularını işlediler. Onlara göre kişinin kurtuluşu tamamen Tanrının elindedir, incil vazgeçilmez bir rehberdir. Tanrının sözü, tanrının kanunudur.
Roma Katolik Kilisesi ve bu kilisenin an'anelerinden ayrıldılar. Büyük ölçüde Protestan teolojisini kabul ettiler. Kilise ritüelleri, giysileri ve kilise müziği gibi uygulamaları reddettiler. Azizlerin günlerini mühimsemedikleri gibi, vaizlerin halka verdikleri ahlaki vaazları yöneldiler.
Püriten ahlakı Amerika’nın kuruluşunda yapı harçlarından biri olmuştur.

New England kolonilerinin ilk yıllarından itibaren Püriten düşünce dini yapılanma ve siyasetin şekillenmesinde te'sirli oldu. Massachusetts Vali John Winthrop’un “tepenin üstündeki şehir arayışı”, Amerika topraklarını püritenlerin kendileri için vaat edilmiş topraklar olarak gördüklerini gösterir niteliktedir.
Püritenler merkezi kilise otoritesine karşı çıkmış, dini cemiyetlerin kendi dini ve içtimai hayatlarını sürdürmelerini ve öz idareyi savunmuşlardır.
En başından itibaren New England kiliseleri muhtar olmuş ve bölge birlikleri kurmaya yönelmişlerdir.

Püritenler devlet iktidarının tabii hukuk tarafından sınırlandığına inanırlar. Onlara göre tabii hukuku ihlal eden kanun koyuculara karşı ayaklanmak ve isyan meşrudur. “Tanrı ve insan kanunları tarafından verilen hürriyete ve mülkiyete saldırıldığında insanlar kendilerini savunabilirler”.
Her insan Tanrı’ya inanmak, inancını yaşamak ve hizmet etmek için tabii hürriyetlere mücehhez kılınmıştır.
Siyasal makamlar ve amme vazifelileri sınırlı devirler için seçilmelidir.
1641 Massachusetts Sakinlerini ilgilendiren Umumi Kanunlar ve Hürriyetler Kitabı’nda işkence ve beden cezalarına karşı yasaklamalar içerir.

amerikan aydınlanması

Amerikan aydınlanmasının filozofları, ansiklopedileri ya da mütefekkirleri yoktur. Avrupa aydınlanmasından alınan fikirlerin ilk uygulandığı yer Amerika’dır. Aydınlanmanın büyük temaları haklar öğretisi, hürriyet düşüncesi, ilerleme fikri Amerika’da müesseseleşmiş, içtimai hayatın bir parçası haline gelmeye başlamıştır.
Amerikan aydınlanmasının temel farklılığı din mevzunda ortaya çıkar. Püriten bir ahlak ve liberal öğretilerden beslenen bir din anlayışı oluşturulmuştur.
Amerika’nın kuruluşunda ve bugün de sivil haklar daha mühimdir, dini inançlar da ferdin hayatının bir parçası ve mahrem kabul edilir. Liberal-dünyevi ve ferdi bir din anlayışı.

Amerikan aydınlanması ingiliz ve iskoç aydınlanmasıyla daha yakın bir münasebet içindedir. Fransız an'anesinin te'siri zayıftır.
Amerikan ve Avrupa aydınlanmaları arasındaki ayırım Amerika’daki cari siyasi, içtimai ve dini durumlardaki farklılıklardan kaynaklanır.
Avrupa tarihi olarak geçmişten devralınan temel siyasi meselelerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Ayrıca Katolik ve Protestan kiliseleri ve her iki kilisenin kendi içindeki bölünmeler kesif çatışma sahaları oluşturmaktaydı.
Aydınlanmayı eski dünya icat ve formüle etmesine rağmen onu ilk gerçekleştiren Yeni Dünya’dır.

Amerikan aydınlanmasının ikinci mühim hususiyeti hür düşünce ve ifade hürriyetidir. Haklar beyannamesi bu ehemmiyetin müş'ir'idir. Ferd cemiyet içinde businessman gibi görülür. insan ilişki kurduğu büyük birimlerle aile, cemiyet, ferd, eşitlik, hürriyet ve adalet ilişkisine bağlıdır.
18. yüzyıl sonunda Kuzey Amerika’daki 13 koloni, ingiltere ile olan ilişkilerini de bu eşitlik ve adalet ilişkisi çerçevesinde düzenlemeyi talep etmeye başlamışlardır.
Oysa ingiltere Yedi Yıl Savaşlarının ardından tam aksine, mali sıkıntılarını giderebilmek için koloniler ile ingiltere arasındaki bağlarını güçlendirmeye çalıştı. Kolonilerin ticaretini daha sıkı kontrol ederek vergi gelirlerini artırmak istemektedir.

1764- Şeker Yasası, “melas, şarap, ipek, kahve” için yeni gümrük resmi kondu.
1765- Damga Pulu (Stamp Act) vergisi ile ingiltere Kralı III.George, ile her türlü işlem için resmi makamlardan verilen belgelere damga pulu yapıştırılacaktı.
1767 Haziranında, Townshend Kanunu adı ile yeni bir kanun çıkartılır. Amerikan kolonileri ithal ettikleri çay, kağıt, cam ve boyalara ek vergiler konur. En sert tepki Massachusetts’den gelir. 1769 Martında Massachusetts asi ilan edilir. ingiltere 1773 yılında kolonilere çay ihracatını teşvik etmek biriken stoklarını eritmek için vergileri düşürür. 16 Aralık 1773 günü Boston Limanında demirli çay yüklü ingiliz gemilerine Bostonlı bir grup saldırı düzenler. 343 sandık çay denize dökülür. ingiltere cezalandırmak amacıyla, 1774 Martında “Boston Port Bill”i çıkarır. Boston limanı ticarete kapatılır.

Virginia bütün kolonileri kongreye davet eder. 1774 Eylül Philadelphia’da George Washington, Benjamin Franklin ve John Adams’ın de delege olarak bulunduğu kongrede, ingiltere ile yapılan ithalat ve ihracata 1 yıl süre ile son verilmesi kararı alınır.
ingiltere kolonilerde askeri tedbir almayı ister. 18 Nisan 1775 sabahı ingiliz askerleri ile Boston halkı arasında ilk silahlı çatışmalar başlar. Bu aynı zamanda Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın da başlangıcıdır.

Bu süreçte Benjamin Franklin (1706-1790) 1776’da Thomas Jefferson ve John Adams ile birlikte bağımsızlık bildirgesini hazırladı.

jean jacques rousseau

“Sanatlar ve Bilimler Üzerine Nutuk”, “insanlar Arasındaki Gayri Müsaviliğin Menşeyi ve Temelleri” ile tanınıyor. Ona göre insan tabii olarak iyidir, medeniyet eşitsizliğe yol açmıştır. medeniyet insanın kendini hiçlikten var etme gayesi olarak değerlidir, ancak insanları suniliğe iter. Bir kibarlık örtüsü her şeyin üstünü örter. Ona göre insan medeni oldukça. içtimai bağlar kurabilmek için bazı hürriyetlerinden vazgeçmiştir. Mülkiyetin gelişimi eşitsizliğin yitirilmesinin ilk merhalesidir. insanı iptidai yalnızlık durumundan uzaklaştırmıştır. insanlık tarihi sınıfa dair ayrılıkların oluşum tarihidir.
1762’de içtimai Akdi neşreder. Rousseau’ya göre insan hür doğar ancak her yerde zincire vurulmuştur. insanın hür olabilmesinin temel şartı içtimai nizamdır.

içtimai nizam zor üzerine kurulamaz, içtimai sistemin meşru ve kalıcı olabilmesi için anlaşma-uzlaşma üzerine kurulmalıdır.
Cemiyeti oluşturan her üyenin mutlak kendine boyun eğeceği, hür kalacağı bir birleşme gerekir. Bu da içtimai akiddir. Burada herkes kendini ve gücünü umumi iradenin yüksek murakabesi altına koyar, her üye bütünün ayrılmaz bir parçasıdır.
Bu birleşme ahlaksa bir grup, amme kişisi ve politik küme yaratır. Hakim olarak devlet bir güçtür. Grubun üyeleri halk, şahıslar tek tek yurttaş, kanunlar karşısında ise tebaadırlar.
içtimai akid teşkilatlı bir cemiyet yaratır. Hükümet yalnızca yürütücüdür, gücü hakim meclise bağlıdır.

Rousseau, Hobbes ve Locke'dan farklı olarak otoritenin temelinde halkın, kendisi ile yaptığı varsayılan sözleşmenin yattığını öne sürer. Dahası bu sözleşme siyasi olduğu kadar içtimaidir de. Bir cemiyet teşekkülü gayesiyle insanlar haklarından ve ohürriyetlerinden bazılarını daha şümullü bir varlık olan "umumi irade"ye devrederler. İktidar bu umumi iradedir.
Ona göre demokrasi, insan tabiatına en uygun ve insan için en tabi olan haktır. "Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik” Fransız ihtilalinin temelini oluşturan slogan olacaktır.

rahip du bos

1719’da yazdığı “Edebiyat, Şiir ve Resim Üzerine Tenkidler” kitabı, aydınlanmanın insan merkezli estetik ve sanat anlayışını ortaya koyar. insan hasselerini, insandaki idrak kabiliyeti, sanat eserlerinin değerlendirilmesinde en güvenilir ölçü olarak kabul eder. Burada kişilerin sanat eserlerini anlama ve değerlendirmede tedrisat seviyesinin rolüne vurgu yapar. Du Bos’a göre:
1-Sanat sadece seçkin bir ekalliyet için değil bütün insanlar içindir.
2-Sanatçılar bu sebeple bütün insanların zevklerine yönelmelidirler.

Burjuvazinin serbestleşme vetiresinde, sanatın aristokrat sınıfın bir faaliyetiymiş gibi kabul edilen durumunu sonlandırma gayretleri ortaya çıkmıştır.

fransız aydınlanması

Fransız aydınlanması hususiyetle aydınlanma felsefesinin ruhunu teşkil ve temsil etmektedir. Fransız aydınlanma hareketi, mutlak monarşi, feodal kökenli aristokrasi ve Roma-Katolik kilisesine karşı bir mücadele niteliği taşır. 18. yüzyıl başında Bourbonlar’ın mutlakiyetçi idaresinin zayıflaması ile başlar ve 1789’da, burjuvazinin siyasi iktidarın hakim sınıfı haline gelmesiyle doruğa ulaşır. Fransız aydınlanması, din, siyasi otorite gibi sahalar dışında, 17. yüzyılın metafizik anlayışına kesin bir karşı duruşu ifade eder.

1-Bütüncül bir din tenkidi. Dinin müessesevi işleyişi, içtimai mutsuzluğun ana müsebbiblerinden biri olarak görülür.

2- ikinci temayül aydınlanmanın politik yönü ile ilgilidir. Aydınlanma ancien règime’in siyasi bünyesine bir aksülamel ve yeniden düzenlenme talebini ihtiva etmektedir.

Fransız aydınlanmasının aklın gücüne duyulan katışıksız inancın felsefesi ve içtimai meşrulaştırılması olduğunu söylemek mümkündür. Akıl insanı tarih boyunca müteessir olduğu meselelerden kurtarabilir. Akıl ile görüntülerin ötesine gidilebilir, tabiat ve cemiyetdeki kanunlar keşfedilebilir, insan münasebetlerinin tabii vasfı ortaya konulabilirdi.
Fransız aydınlanmacılarına göre akıl diğer bütün verilerin biriktirildiği bir oluş ya da ilahi bir aygıt tarafından insana bahşedilen bir vasıta değildi, akıl insanın tabiatında var olan bir vasıtaydı.
Fransız aydınlanma düşüncesinin ifade ediliş mekanı ansiklopediydi. Ansiklopedide işlenen meseleler umumiyetle ammeyi tenvir gayesi taşımakla birlikte, filozofların yayın vasıtasına da dönüşmüştü. Ansiklopedi Fransa’da aydınlanmanın temel metni haline gelmeye başlamıştı.

Fikri Temeller
R.Descartes’in (1596-1650) düşünme usulü ve rasyonalite anlayışı aydınlanma düşüncesi açısından ehemmiyet taşır. Descartes’a göre akıl, “insanları üstün kılan ve hayvanlardan ayırt eden, Tanrı vergisi bir melekedir”.
Akıl, “Doğruyu yanlıştan ayırma gücü”dür. Bütün insanlarda bulunan cihanşümul bir melekedir.

Ancak akıl uygun usul olmadan kendi başına fayda sağlamaz. Doğru metodu, matematiksel akıl yürütmeden yola çıkarak ortaya koymaya çalışır.
Apaçıklık, analiz, sentez ve sayma/kontrol kuralları uygun olarak kullanılmalıdır.
Bu sistemin işleyebilmesi için “metodik şüphecilik” yoluyla, zihnin tamamen boşaltılması gerekir.

Akıl yürütme vetiresi. Harici dünyadan tecrit edilmeli, tarihi şartlanmışlıktan tecerrüd edilmelidir.
“Cogito, ergo sum”, failin harici dünyadan radikal ayrılığını ve aklın kendisinin istihsal ettiği bilginin üstünlüğü ve meşruluğunu ifade eder. Yani akıl kendisine verili olandan ya da otoriten değil, doğrudan kendinde dahili olan hürriyetden hareket eder.
“Rasyonel otonom fail, düşünen ben”
Bu demet de, aydınlanmanın hürriyet, rasyonalite, ilerleme ve ferd kavramları aslında Descartes’in düşüncesinde mündemiçtir.

Diderot 1713-1784 daha sonra aydınlanmanın filozof militanı olarak adlandırılmıştır. Düşünceler Kitabı’nda tenkid nesnesi din ve Tanrı’dır. Gerçek din, insanın dajhili durumuna ve aklına ters düşmeyen bir dindir, kurulu dinler gibi insanları bölmek yerine birleştirir ve müsavileştirir. (cihanşümullük).”insan ya Tanrının ya da tabiatın yarattığı gibidir, Tanrı ile tabiat ise hiçbir zaman kötü bir şey yapmaz.
Diderot materyalizmden müteessir olmuştur. Ruh-beden ya da düşünce-madde ayrımının aldatıcı olduğunu bu iki varlık türünün gerçekte tek bir maddi temelden oluştuğunu belirtiyordu. Tecrübi üslubun galebesine inanıyor, ayrıca tabiatın kendisinde insan için en iyisini barındırdığını düşünüyordu. Tabiata aykırı her şey insan için tehlikeliydi.
Diderot; zengin kiliseler kontrolünde bir endüstri olarak gördüğünü Hıristiyanlık dinini reddetmiştir.

J.L.R D’Alembert (1717-1783) ise filozof olmasının yanı sıra matematikçiydi. Bacon ve Newton’dan müteessir olmuştu. Ona göre ilim tecrübi usul ve hasselerimizin bilgisinin elde edilmesinin en güvenilir yoluydu. D’Alembert skolastik metafiziğin doğru bilgiye ulaşmada engel olduğunu belirtiyordu.
“Öndeyiş: insan ilimleri Nizamının Ayrıntılı Açıklaması” adlı eserinde, bilgiye kabli hükümlerden ya da prensiplerden hareket ederek değil, mesmuat tecrübe ve nesnel bilgisinin umdeleri vasıtasıyla ulaşılacağını düşünüyordu.
Metafizik hiçbir nesneyi kendi sahasında tutamadığından bizim bilemeyeceğimiz bir sahanın bilgisidir. Çünkü metafizik hiçbir ampirik delil sunamaz.

Charles-Louis de Secondat, Baron de La Brède et de Montesquieu (1689-1755).
Romalıların ihtişam ve Bozulmalarının Sebepleri Üzerine (1734)
Kanunların Ruhu (1748)
Cemiyet-Kanunlar-Hükümet münasebeti. Aynı zamanda karşılaştırmalı bir cemiyet ilim çalışması.
Kanunların cemiyetden cemiyete farklılık göstermesini halkın karakteri, hükümet biçimi, iklim ve ekonomik şartlarla münasebetlendirir. Bu münasebetlerin bütünü kanunların ruhunu oluşturur.
Kanun-idare Münasebeti: Cumhuriyet, Monarşi ve Despotluk.
Cumhuriyet- yurttaşlık fazileti
Monarşi- Haysiyet
Despotluk, korku

Montesquieu despot devleti reddederek ve demokratik düzenin zayıflıklarını vurgulayarak İngiltere türü anayasal monarşik düzeni savunur.
Montesquieu, siyasi ve hukuk reformları yapılmadan önce çok ayrıntılı ilmi müşahede ve tetkikler yapılmalıdır. Siyasi ve hukuk reformları ancak her cemiyetin siyasi ve kültürel incelikleri göz önünde tutularak yapılırsa başarılı olur.
Ona göre fiziki bir varlık olan insan, diğer cisimler gibi, değişmez kanunlar tarafından idare edilir. insan akıl sahibi olarak bu kanunları çiğneme kabiliyetine sahiptir ve kendi kanunlarını yapar. Yani bir tabiat durumu düşüncesini kabul eder, bu kanunlar bütün kanunların öncülleridir. Politik cemiyet de mer'i kanunlar aslında bu tabii ahlaki kanunun akisleridir.

Montesquieu, hürriyeti kanunların izin verdiği her şeyi yapma hakkı olarak görür. Güçler ayrılığı prensibini savunur. Böyle olursa birbirini murakabe edebilir ve kötüye kullanımın önüne geçilebilir.
O tıpkı ingiltere’deki gibi şiddet ve zor olmadan Fransa’da rejimin inkılabını istemektedir.
Francois Marie Arouet Voltaire (1694-1778)
Locke ve Newton’un çalışmalarından müteessir olmuştur. ingiltere’deki hürriyete karşı hayranlık duyar.
Metafizik Üzerine inceleme, Newton Felsefesi (1738).
Voltaire derinliği olan bir filozof değil. Hoşgörü Üzerine Bir inceleme, Bilgisiz Filozof, Tanrıtanırların inanç Beyannameleri, Felsefe Lugati eserleri.

Hususiyetle Felsefe Lugatinde Voltaire ateizmi ve ateistleri tenkid eder. Ortaya koyduğu dini fikir ve nutuklar deist çerçevededir. Tanrının varlığına inansa da dünyanın Tanrı ile münasebetinden şüphelidir.
Voltaire'e göre din halkın uygun biçimde idare için neredeyse şarttır. Ancak her açıdan Voltaire'in dini dogmatizme karşı olduğu aşikardır. Hususiyetle dini taassuba sert biçimde karşı çıkar.
Kötülük meselesi üzerine eğilir, ona göre kötülük dünyadan ayrılamaz şekilde zorunludur. Tanrıya tabi olan kötülüğün ortaya çıkması Tanrı’nın seçimi değildir.
Ona göre ahlaki umdeler sürekli olarak değişir. Ancak tabii kanunlar her yerde aynıdır.
insan hakları öğretisini savunur. Düşünce ve ifade hürriyetini merkeze koyar.

Voltaire, aydınlanmış kuvvet ve monarşiyi savunur. Kilisenin gücü kırılmalı, felsefe mutaassıp itikad yerini almalıdır. ilmi ve teknolojik ilerlemeyi mühimser.
Voltaire’in aydınlanmaya katkısı düşüncelerinden çok üslubu ile ilgilidir.

Pierre Bayle (1647-1706): Tarihi ve Tenkidci Lugat, adlı eserinde Bayle, bir cemiyetin külliyen ateistlerden oluşsa bile insanların şerefli, muteber şahıslar olarak cemiyet hayatında var olabileceğini ispatlamaya çalışır. insanların batıl inançlar ve hurafeler yüzünden haysiyetini yitirdiğini düşünmektedir.

alman aydınlanması

Alman Aydınlanması

Alman aydınlanma hareketinin gelişiminde müessir temel amil, Alman burjuvazisinin sınıfa dair hüviyetine geç kavuşması, ekonomi ve siyaset sahasındaki tekamülünü ingiltere ve Fransa’ya nisbetle daha geç tamamlamasıdır. Almanya’da burjuvazinin siyasi taleplere başlaması 1840 gibi geç tarihlerde ortaya çıkmıştır.
Aydınlanma hareketi merkezi monarşiler içinde değil de, prenslikler içinde gelişmiştir. Alman aydınlanması, devrin ticaret merkezleri olan Hamburg ve Leipzig kentlerinde başlamış, 18. yüzyıl boyunca Bavyera ve Prusya’da yaygınlaşmıştır.

18. yüzyılın ikinci yarısında Alman aydınları, ingiliz ve Fransız aydınlarıyla münasebet kurarak onların tecrübelerinden faydalanabilmişlerdir.
Alman aydınlanmasında, felsefeciler ingiltere ve Fransa’ya nisbetle burjuvazinin tesirine daha az maruz kalmışlardır. Kant’tan Hegel’e kadar Alman filozofları daha çok müşahhas gerçeklik sahasını terk ederek teorik çalışmalar yapmışlardır. Bu sebeple, Alman aydınlanmasında burjuva görüşü, felsefe içinde biçimlenmek zorunda kalmıştır.

Christian Wolff (1679-1744): Devlet anlayışında aydın despotizmini idealize ediyordu. Wolff aynı zamanda, yeni ilim anlayışını Alman üniversitelerine sokarak, eğitimi ilahiyatın belirleyiciliğinden kurtardı.

Ancak Alman aydınlanma hareketi içinde materyalist ve ateist fikirlerin yer alması 1780 gibi geç tarihlerde gerçekleşmiştir.
ilk olarak Immanuel Kant 1781’de Mutlak Aklın Tenkidi adlı çalışmasında, devrin tabiat ilimlerinin sonuçlarının felsefeye getirdiği yeni meseleleri ele almıştır. Bu çalışmada materyalizm ile idealizm arasındaki teorik çatışma dikkat çekicidir. “Töreler Metafiziğinin Temellendirilmesi”, “Pratik Aklın ve Muhakeme Gücünün Tenkidi”, Almanya’da rasyonalist, Descartesçı felsefeden kopuşu gerçekleştirmiştir.

Kant tecrübeyi, mesmuatı bilgilerin kaynağı olarak kabul ederken, zamanın, mekanın, illiyetin öncelikli kategoriler olduğunu kabul eder. Yani hem mesmuatçı,materyalist ve idealisttir.

Johann Gottlieb Fichte (1762-1814):

1789 Fransız ihtilalinin ortaya çıkardığı siyasi meselelere felsefi cevaplar getirmeye çalışmıştır. ilk olarak düşünce hürriyetini baskı altında tutan Avrupa prenslerine karşı, Düşünce Hürriyetini Geri isteme adlı makalesinde bu fikirlerini dile getirmiştir.
Fichte “Bütün Bilim Öğretisinin Temeli” çalışmasında, ilim olarak felsefeyi ve ilmin vasıflarını istintak ederken, Kapalı Ticaret Devleti adlı ütopik çalışmasında, tabii hukuk ve devlet arasındaki tesadümün ortadan kalktığı bir idare biçimini ortaya koymuştur.
Alman aydınlanma felsefesi George Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) ile doruk noktasına ulaşır. Hegel felsefesinde tabiatı, tarihi sürekli hareket eden, değişen vak'a'lar olarak kavramış, bu değişimlerin dahili kanunlarını açıklamaya çalışmıştır

Hegel Fransız ihtilali ve sonrasında ortaya çıkan Napolyon imparatorluğu devirlerine tanıklık etmiştir. Hegel burjuva sınıfının ortaya koyduğu gelişmenin tenakuzlarını, feodalizmin kapitalizme geçiş vetiresini, tarihi diyalektik gelişme kavramıyla felsefi olarak açıklamaya çalışmıştır. Mantık, tabiat, geist (mutlak ruh) olmak üzere üç alanda felsefesini gerçekleştirmiştir. Geist felsefesi, hukuk, tarih, estetik ve din gibi mevzuları da ihtiva eder. Hegel'in felsefesi Alman idealizminin en yüksek noktasını ifade etmektedir. ‘Hegel'in felsefesi din ile uzlaşma ve gerginlik arasında gelişmekte, aydınlanma ve tabiat ilmi içinde her şeyi açıklamakta ve anlamaktadır. Aydınlanma çağı filozofu Hegel için diyalektik vetire, muhaliflerin mücadelelerini ve de birliğini sağlamaktadır. Muhaliflerin bu ittifakı ve uyuşumu, oluş vetiresini de beraberinde getirmektedir. Hegel felsefesini sistemli hale getiren de , bu vetire (diyalektik) ve bütünlüktür.

Alman Aydınlanması, aydınlanmaya başta sanat ve kültür olmak üzere ilk tenkidlerin sahası olma hususiyetini de taşır.
Alman romantizmi insanın yaratma hürriyetinin önündeki her şeye karşı durur.
"En iyi kural, kuralsızlıktır" diyen romantikler, insanın duygularını, hayal gücünü hayata geçirmesini ve insanı düzeltmenin cemiyeti düzeltmekle olabileceğini savunurlar.
Alman romantikleri oyun ve düğün şarkıları, ağıtlar, eğlendirici fıkralar ve kahramanlık destanlarıdır.
Romantizmin doğuşunda, Aydınlanma projesinin fiilen çöküşü, Aydınlanmanın cemiyet, ahlâk ve siyaset teorisinin kifayetsizliğinin farkına varılması büyük bir tesir yapmıştır. Bu sebeple, Romantikler Aydınlanmanın katı ve kuru ilimciliği yerine estetik bir tavır sergilemişlerdir.

Romantikler, aklın yaptığı bütün ayırımların suni olup, gerçekliği parçaladığını ve anlaşılmaz hale getirdiğini savunur. Başka bir ifadeyle, romantizmde rasyonel analiz ya da tecrübi tetkikin yerini sezgiye ve duyguyla beslenen güven, ilmin yerini tabiat felsefesi alır. Kainatı canlı, sürekli ve dinamik bir bütün olarak görürler.
insanın tabiat karşısındaki durumunu üstünlük ve hakimiyet münasebetinden ziyade, insanı tabiatın bir parçası olarak dile getirirler.
Romantikler, aydınlanmanın cihanşümul'luğu yerine milliyetçiliği öne çıkarırlar. Müsavi fertlerden oluşan ancak an'anevi köklerine bağlı bir cemiyet ideali oluştururlar.

Romantizmin en mühim ilk temsilcisi Johann Gottfried von Herder (1744-1803) kabul edilebilir (Frühromantik). 1832’te tanıştığı Goethe ve diğer Alman romantikleri üzerinde tesirli olmuştur.
Dilin Menşei Adlı çalışmasında, ilmin ancak lisan vasıtasıyla ortaya konulabileceğini tebarüz ettirir. Bu duygu ve düşüncenin birbirinden ayrılamayacağı anlamına gelir.
insanlık Tarihinin Felsefesi çalışmasında, tarihte, belirleyici unsurun umumi olarak insan değil de, şu ya da bu türden insanın umumi hususiyetleri olduğunu savunan ve bu iddiasıyla da, aynı zamanda antropolojinin babası olarak görülen Herder, organik bir tabii istihale görüşü geliştirmiştir. Bu anlayışa göre, tabiat da tarih de, sürekli olarak dönüşen, yani oluş hali içinde olan sahalardır.

1808’de yayınladığı Faust, şiirli bir anlatım ile Mefisto-şeytan sembolü üzerinden, insanın mevzu bahis olduğu eserinde, insan hata yapsa bile, sürekli iyiliğe döndürüleceğini vurgulamıştı.
Schiller ise eserlerinde hürriyet, isyan, tabiat, ihtilal gibi romantiklerin yaslandığı temel kavramları inkar etmeden, tarih vak'a'sını zenginleştirmiştir. "Haydutlar", "Hile ve Sevgi", "Mary Stuart" ve "Wilhelm Tell" gibi eserlerinde despot idareye başkaldırma temalarını işleyen Schiller'in bu tarihi temayülü, daha sonraki Alman romantiklerini de geliştirmiştir.

Sanat, Barok ve Rokoko

Barok, görkem, abartılı hareket duygusu ve net gözüken detaylarla karakterizedir. (Caravaggio (Erken Barok), Nicolas Poussin, Peter Paul Rubens,, Rembrandt, Velazquez)
18. yüzyılın başlarında Fransa'da bir sanat hareketi ortaya çıkan Rokoko Aydınlanma çağı sırasında Barok devirden doğmuştur. Bu tarz, Avrupa üst sınıflarının hazcılığını sembolize eder. Aristokrasi içerisindeki flört ve melankolik aşk temalarını işleyen bu cereyan akıldan ziyade duygulara hitap eder, derinlikten çok güzellik ön plandadır.

virginia insan hakları beyannamesi hususiyetleri

-Devletin herhangi bir dini veya inancı açıkça desteklemesi, dayatması ya da yasaklaması engellenmiştir.

-Din ahlakileştirilmiş ve toplumsallaştırılmıştır.

-ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve dilekçe verme özgürlüğünün kısıtlanması mümkün değildir.

-Aşırı cezaların yasaklanması, yasalar önünde herkesin eşit kabul edilmesi ve birey özgürlüklerini güvence altına alan hükümler dikkat çekicidir.

-Federatif yapı, farklı geleneklerin içselleştirilmesini kolaylaştırmıştır. Para basma, ticareti düzenleme, savaş ve barış ilanı, yönetim biçiminin korunması merkezi hükümetin yetki alanı içindedir. Geriye kalan işlevler eyaletlere bırakılmıştır.

-Eşit ve uyum içinde çalışan 3 hükümet organı ve güçler ayrılığı prensibi benimsenmiştir:

-Başkan, kongre (temsilciler meclisi+senato) ve yargı (yüksek mahkeme+federal mahkemeler)

-Eyaletlararası anlaşmazlıklarda ulusal hükümet son kararı verecektir.