bugün

sevdiği entry'ler

gazeteci şerif bey in zorlu trablusgarp seyahati

italya'nın trablusgarp'ı işgali ile birlikte, bu işgali osmanlı coğrafyasında ve yurtdışında duyurmak için trablusgarp'a giden tanin gazetesi'nin gözü pek ve genç muhabiri.
evet mesleğine öyle sevdalı bir muhabirdi ki şerif bey, trablusgarp'a gidebilmek için yollara düşmüş, günlerce gecelerce durmadan yol katetmiş, ingiliz kontrolündeki port said'e gelmiş, buradan bir başka osmanlı gazetecisinin yardımı ile ingilizlerden vize almış ve yeniden çöllere düşerek trablusgarp'a varmıştır.

işte trablusgarp'a varan tanin gazetesi muhabiri gazeteci şerif bey;
görsel

tabi ki bu genç ve yakışıklı gazeteciyi hepiniz tanıyorsunuz.

"gazeteci şerif bey" kimliği, kendisine teşkilat-ı mahsusa'nın sağladığı kimliktir.
mısır'da kendisini ingilizlerin kontrolünden geçirip çöle ulaştıran kişi de kahraman bir teşkilat-ı mahsusa subayı olan kuşçubaşı eşref bey'dir.

"vatan sevgisi" ve "görev aşkı" insana neler yaptırıyor.

hiç şüphesiz ki kolay kolay atatürk olunmuyor.

yavaş dön reis ümmet yetişemiyor

bank asya'nın kurdelesini kestin 90'larda,
paraları yatırdınız hep o bankaya,
sonra kelepçe taktınız fatura yatıranlara,
yavaş dön reis ümmet yetişemiyor...

selam gönderdin ta okyanus ötesine,
statlar tahsis ettin fetö gösterisine,
sonra döküldü belgeler 17/25'te,
yavaş dön reis ümmet yetişemiyor...

çok kızdın mavi marmara'ya saldırıldığında,
protesto ettirdin yurdun dört bir yanında,
giderken bana mı sordunuz dedin sonra,
yavaş dön reis ümmet yetişemiyor...

yıllarca yaptın açılım terörle müzakere,
sonunda hep geldin bizim dediğimize,
fetöden boşalan yerleri verdin menzil'e
yavaş dön reis ümmet yetişemiyor...

verdin 8 tane adayı palikarya yunan'a,
döndün bir de laf ettin koskoca lozan'a,
bütün suçu attın almanya ve kılıçdar'a,
yavaş dön reis ümmet yetişemiyor...

barzani şeref konuğundu genel kurulda,
hani gurur duyuyordu türkiye onunla,
şimdi tepki gösteriyorsun referanduma,
yavaş dön reis ümmet yetişemiyor...

her mahalleye diktin imam hatip liseleri
kimse göndermedi çocuğunu boş kaldı içi,
teog sınavını kaldırmakla buldun çaresini,
yavaş dön reis ümmet yetişemiyor...

lozan antlaşması

Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası alanda meşruiyetini kazandığı antlaşmadır.

Bugün okuduğum bir köşe yazısında Lozan'ın tarihi bir başarı değil, başarısızlık olduğu vurgulanmaktaydı. Kanıt olarak da bilindik şeyler vardı aslında: Batı Trakya'nın, Musul'un, Batum'un, Oniki adaların, Kıbrıs'ın falan alınamaması ve patrikhanenin yurtdışına çıkarılamaması vb.

Öncelikle uluslararası siyasette bir kural vardır; o da şudur ki, hiç bir zaman masadan istediklerinizin tümüyle kalkamaz ve mutlak surette taviz vermek zorunda kalırsınız. Muhatabınız da, sizin ki en uç taleplerle masaya oturur ve karşılıklı ödünlerle bir uzlaşma noktası ararsınız. Bu diplomasi alanında yazılı olmayan bir kural maiyetindedir.

Böyle bir giriş yaptıktan sonra, bahsi geçen toprakların durumlarını inceleyelim:

Batı Trakya, Oniki Adalar, Kıbrıs: Bu toprakların Lozan'da terkedildiğini iddia etmek pek mantıklı değildir. Çünkü: Batı Trakya Balkan Savaşlarından sonra Yunanistan'a verilmişti*, Oniki Adalar ise, Trablusgarp Harbi'nin ardından italyan işgaline uğramış ve de jure olarak her ne kadar Osmanlı toprağıysa da, de facto olarak bir italyan toprağıydı. Kıbrıs da her ne kadar Devlet-i Ali tarafından, Osmanlı coğrafyasında addedilse de, adanın yönetimi 1878 yılında ingilizlere verilmişti. Yani görüldüğü gibi bu üç toprak da, Türkiye Cumhuriyeti'nin muhatabı olan bir savaşın konusu değildir ve çok daha önceleri Osmanlı topraklarından ayrılmıştır. Yani, Türkiye'nin bu topraklarda hak iddia etmesi zaten abestir, Türk tarafının buralarda hak iddia etmesininse, politika gereği, bir yıpranma payı olarak, planlara dahil edildiğini düşünüyorum.

Musul ve Kerkük: Türk tarafının temel savı, 30 Ekim Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Türk kontrolünde olan toprakların kendisine verilmesiydi ki, Musul da antlaşmadan sonra, ingiltere tarafından antlaşmanın yedinci maddeye dayanılarak işgal edilmişti. Yani, Musul'un statüsü, Urfa'nın, Antep'in konumundan pek de farklı değildi. Ancak, bu bölgeyi diğer bölgelerden ayıran önemli bir unsur vardı: Petrol Türk tarafı, her ne kadar Musul üzerinde diretse ve Musul ile kapitülasyonlar meseleleri nedeniyle antlaşma masasını terk bile etse, yeni kurulmuş bir devletin, ingiltere gibi o devrin cihanşümül imparatorluğu karşısında pek de fazla pazarlık payı olamayacağını pekala kabul etmeliyiz. Nitekim, bu konu Lozan'da çözülememiş ve taraflararasında ikili müzakelere bırakılmıştır.

Batum: Batum, Kurtuluş Savaşı devam ederken, SSCB'ye kabul edilebilir nedenlerden ötürü terk edilmiştir. Batum, Karadeniz'e açılan önemli bir liman kentiydi ve Ankara da, SSCB'den gelecek yardımlara karşılık olarak zorunluluktan ötürü, bu toprağı SSCB'ye terk etmek zorunda kalmıştır.

Patrikhane: Fener Rum Patrikliği'nin Türkiye dışına çıkarılması da önemli bir tartışma konusu olmuş fakat Türkiye bunu kabul ettirememiştir. Fakat, Patrikliğin ekümenliklik statüsü alınmıştır.

Evet, Türkiye genele bakıldığında istediklerinin tamamını elde edemediği için başarısızlıkla yaftalanabilir. Ancak, Kurtuluş Mücadelesi'nin* sadece düzenli Yunan birliklerine karşı verildiği düşünüldüğünde, Türkiye'nin ingiltere ve Fransa'yı direk muhatap alacak bir savaştan da çekinmesini ve birtakım tavizlerde bulunmasının hoşgörülebileceği inancını taşımaktayım. Neticede, Türkiye antlaşmadan alabildiğini almış ve yeni rejim ve devlet uluslararası alanda kabul ettirilmiştir.

türk mitolojisinin ayrıntıları

Mustafa Necati Sepetçioğlu - Karsılaştırmalı Türk Destanları

http://www.mediafire.com/...rmalı+Türk+Destanları.pdf

Celal Beydili -Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük

http://www.mediafire.com/...i+Ansiklopedik+Sözlük.pdf

Yaşar Çoruhlu - Türk Mitolojisinin Ana Hatları

http://www.mediafire.com/...ww.eskikitaplarim.com.pdf

Bahaeddin Ögel - Türk Mitolojisi 1-2

http://www.mediafire.com/...l+-+Türk+Mitolojisi+I.pdf

http://www.mediafire.com/...+-+Türk+Mitolojisi+II.pdf

Jean Paul Roux - Eski Türk Mitolojisi

http://www.mediafire.com/...+Eski+Türk+Mitolojisi.pdf

Emel Esin - Türk Kozmolojisine Giriş

http://www.mediafire.com/...k+Kozmolojisine+Giriş.pdf

Murat Uraz - Türk Mitolojisi

http://www.mediafire.com/...raz+-+Türk+Mitolojisi.pdf

sözlük yazarlarının aşk hikayeleri

bu satırları yazmaya başlamadan önce son dal sigaramı yaktığımı bilmenizi isterim.

2016 senesinin eylül ayı saat akşam 7 gibi bir mesaj sesiyle irkildim, mesajı açtığımda dışarı çıkalım mı ? yazıyordu. "olur ben hazırım " dedim.tamam 10 dakika sonra caminin oradayım mesajını gördükten sonra hemen çıktım dışarı, tam 35 saniye sonra caminin önündeydim, her zaman ki gibi beş dakika gecikti ama "bende şimdi geldim" dedim.
bu tür akşam gezmelerinde sıkça yapıtığımız gibi çekirdeğimizi ve suyumuzu aldık indik sahile, normalde
çekirdek çitleye çitleye yürürdük sahil boyunca ama bu sefer "yorgunum biraz oturalım mı bu sefer " dedi.
olur dedim, denize sıfır bir taşın üzerine oturduk ve havadan sudan sohbet etmeye başladık.
bolca kahkahalı bir geyik muhabbetinden sonra uzun bir sessizlik oldu, bu sessizliği "sende gidiyorsun demek" cümlesiyle bitirdi.
(iş için şehir dışına gideceğimi önceden konuşmuştuk, kendiside zaten bulunduğumuz şehirde değil başka bir şehirde üniversite okuyordu)
evet dedim gitmek zorundayım her ne kadar buraları çok sevsem de gitmek en doğrusu.
iyi madem gitmek istiyorsun karar senin dedi, bir resim çekinelim mi ? gittiğinde buraları özlersen bakarsın o resme dedi. olur dedim güzel olur.(çocukluğumuzdan beri arkadaş olduğum bu kişiyle toplasanız 3-4 resimim ancak vardır) telefonunun ön kamerasını açtı ve başını omzuma yasladı, belkide hayatımda hissettiğim en tuhaf duyguydu. resim çekildikten sonra doğruldu, gözlerinin içine bakarak hayatımda yaşadığım en huzurlu 3 saniye için teşekkürler dedim. karanlık olmasına rağmen yanaklarının kızardığını fark ettim, o her zaman ki mükemmel gülüşünü yaptı ve tekrar omzuma başını koydu.yaklaşık 20 dakika hiç konuşmadan dalga sesleri eşliğinde aynı pozisyonda durduk, hatta rahatsız olmasın diye nefes almamayı bile düşündüm.
20-25 dakika sonra kafasını yüzüme çevirdi ve kalbin çok hızlı atıyor dedi, o söyleyene kadar kalbimin attığının bile farkında değildim açıkcası. hayatımda geçirdiğim en güzel yarım saati bir telefon sesi bozdu, "eve gitmem gerek" dedi.evine kadar bıraktım saat erkendi ve yapacak hiç bir şeyim yoktu.odasının ışığı sönene kadar kapıda oturdum. işık söndükten 1 dakika sonra iyi uykular mesajını aldım ve artık huzurlu bir uykuyu haketmiştim.

mükemmel bir uyku için yatağıma uzandım ona yarın aşkımı ilan etmeyi düşünüyordum, hatta çalışmak için başka şehire gitmekten de vazgeçtim sonuçta çalışana her yerde ekmek vardı.o heyecanla sabahın ilk ışıklarında ancak uyuyabildim, uykuyu seven biri olduğumdan saat 2 bucuğa kadar uyumuşum, uyandığım da karnımda anlamsız bir acı vardı mide bulantısı,ya da karın ağrısı gibi değilde sanki 500 kiloluk biri karnımın üzerinde geziniyordu.
sabahları pek kahvaltı yapmam her zaman ki gibi üstümü giyindim hemen dışarı attım kendimi,evimizin tam karşısında bulunan kavak ağacı bizim ağacımızdı onunla 5-6 yaşlarından beri onun gölgesinde otururduk büyük bir top sahasının yanındaydı bu kavak ağacı top oynar,terler koşarak onun yanına giderdim o da her maç kavak ağacının altından izlerdi bizi, hatta bir kaç sene önce ağacın pek
görünmeyen bir kısmına baş harflerimi kazımıştım ergenlik diyelim aslında pek sevmem böyle şeyleri..
bugün büyük gündü çocukluğumdan gelen aşkı,sevgiyi ilkkez yüzüne karşı söyleyecektim, ilkkez bir arkadaş olarak değil, bir sevgili olarak sarılacaktım ona. kavak ağacının yanından geçtikten sonra en yakın arkadaşımı aramak için aldım telefonumu elime bir baktım ki kendisi zaten
4 kere aramış beni demekki kalp kalbe karşıymış.bir yandan telefonda arkadaşımı ararken sevdiğim kızın evin önündeki kalabalığı fark ettim arkadaşımda açmıştı telefonu nerdesin sen ? neden açmıyorsun telefonu diyordu.kalabalığa yaklaştıkça ağlama sesleri geliyordu,arkadaşım da telefonda
duymadın mı dedi ? neyi dedim neyi ? kalabalığın içine girdiğimde sevdiğim kızın en yakın arkadaşlarını gördüm,hepsi perişan halde ağlıyorlar ne oldu dedim söyleyin ne oldu?
kaza dedi içlerinden biri,babasıyla bu sabah kaza geçirmiş,eee dedim ne yapıyorsunuz burda hadi hastaneye gidelim dedim. öldü dedi biri o andan sonrası hafızamda yok gibi kulaklarım çınlamaya başladı,sanki ışıklar yavaş yavaş sönüyordu, kolonya kokusu ile uyandım
herşeyin rüya olmasını umuyordum ama değildi,uzaktan bir cenaze arabası göründü yavaş yavaş yanımıza geldi, ben kendimi herşeyin şaka olduğuna
ve az sonra herkesin kahkaha atarak bitireceğine inandırıyordum kendimi, o da çıkacaktı evden ya sende hiç üzülmedin benim öldüğüme diyecekti sanki.
mezarlıkta en uzaktan izledim onu, uzak bir mezarlığın taşına oturup izledim, herkes bir bir gitti 3 saat sonra da annesi uzaklaştı mezarlıktan. artık başbaşaydık dün gece ona söylemeye planladığım herşeyi söyledim ona, baş ucuna oturdum saçlarını okşadım gün aydınlanana kadar,sabah annesi beni gördüğüne çokta şaşırmadı hadi evladım sen git uyu ben buradayım dedi, ayaklandım bende hiç bir şey demeden kalktım,sokakta yürüyen bir ruh gibiydim insanların bana bişey söylediklerini duyuyordum ama ne söylenenleri anlayacak durumdaydım nede onlara cevap verecek,mezarlığı bizim eve hep yakın sanardım.
değilmiş mezarlık bizim eve hiç yakın değilmiş,yıllar yürdü sanki kendimi eve atmam uykum yoktu, duşa girdim kendime gelmek için ama bir faydası olmadı.
tekrar çıktım dışarı döndüm mezarlığa annesi bir iki saat sonra gitmek için ayaklandı beni gördü uzakta yanıma gelip oğlum perişan haldesin git evine alışmaya çalış dedi.
anneciğim dedim aklın kalmasın bende çok iyiyim kızında çok iyi, geceleri bana emanet aklın kalmasın, biz sabaha kadar sohbet ediyoruz sen sabahları gel seni de özlemesin beni düşünme sen dedim.
delirdiğimi düşünüyordu, belkide haklıydı.

şiirli edit.

bir kavak ağacının gölgesinde düşledim seni.
tıpkı o kavak ağacı gibiydim aslında.
orada olmak zorundaydım,ayakta durabilmek için toprağa sarılmak zorundaydım.
en şiddetli akyele bile dayanmalıydım,her ne kadar sallansamda yıkılmamalıydım.

tıpkı o kavak ağacı gibiyim aslında.
tek yararım gölgem bu hayatta.
sadece benim gölgemde oturmanı istiyordum.
her ne kadar sana meyve veremesemde,
o kızgın güneşten korumalıydım seni.

ama artık güneş gitti, yakmıyor artık kollarımı,
oturmuyor artık kimseler gölgemde ısıtmıyor artık içimi,
hatta yapraklarım da döküldü sonbaharda,
hatta sen benden dökülen yapraklarla çekildin soh fotoğrafını

son kez gördüm seni o sonbaharda ,
bilemedim en son baharın bu sonbahar olacağını.
vedalaşamadım seninle, saramadım seni toprağı sardığım gibi.

sende bilmiyordun sanırım bu baharın ensonbahar olduğunu,
bilsen gidermiydin hiç.
gitsen bile almazmıydın bir yaprağımı son hatıram diye.

son kışımda kesildim ben, aldılar topraktan,
kestiler kollarımı,yapma diyemeden yere devrildim,
parçaladılar beni küçük küçük parçaladılar.

sonra güneşin sıcaklığını hissettim yine,
ama farklıydı bu sefer çok daha sıcaktı,
çok daha yakıcı.

çok geç olmadı yandığımı hissetmem,
eriyordum bir yanım küllere karışmıştı.
bir rüzgar ile çıktım bacadan
akyel bu sefer sallamıyor uçuruyordu küllerimi

tanıdıktı buralar kendi mahallemi ilkkez böyle görüyordum,
babannemin,dedemin ve amcamın yattığı mezarlığa uçurdu beni akyel,
ama onların mezarına değil bambaşka bir yere savurdu beni,
yeniydi bu toprak daha suyu kurumamıştı.

onun adı yazıyordu o küçük tahtada
bu onun mezarıydı.
işte o zaman anladım neden yıkıldığımı
işte o zaman anladım neden parçalanıp
neden yandığımı.

sonra bir tabanca sesi duyuldu,
toprağın tekrar ıslandı,
ama bu sefer su değildi toprağını ıslatan
su değildi.