bugün

entry'ler (23)

acıtan sevgili sözleri

sessizlik ve bir 'evet' ile geçiştirilir bazen..

tatil için ayrı şehirlerde duruyorken, aynı yerde bulunmanızı sağlayacak okul için;

- ben tatilin son günü gelicem, ilk güne gelmesem de olur aslında ya. keşke o kadar erken açılmasa.

sessizlik..

- gerçi sen erken dönmek istiyordun ama..

- evet.

panikatak

panik atak denilen şey aslında bir hastalık değil panik bozukluk adı verilen hastalığın parçasıdır. ha şimdi öldüm, ha şimdi ölüyorum demen de gerekmez illa ayrıca. büyük bir kısmı böyleymiş evet ama temel problemlerden biri de atak anlarında dürtü kontrolünü kaybetmektir. cinnet anı dersek yaşayanlar ne demek olduğunu gayet iyi bilir, çıldırmak üzere olan bünyenin ya kendime şunu yaparsam ya etrafımdakilere bunu yaparsam diye kendini yiyip bitirdiği andır.

hızlı ve yüzeyel nefes alırsın o anlarda. zararlı olduğunu bilsen bile derin ve sakin nefesleri asla beceremezsin. aldığın oksijeni sanki ciğerlerine değil de aldığın gibi dışarı veriyormuş gibi hissedersin. daha fazla nefes almak istersin, daha da fazla nefessiz kalırsın. işte o cinnet anında aklından milyon tane düşünce geçer. her birini yapmamak adına her dakikanın her saniyesinde kendine, bedenine hakim olmak zorunda kalırsın. kendini tutamayacağın bir saniye bile dönüşsüz sonuçlara yol açabilir çünkü. o kadar yorucudur ki bu.. her saniye o cinnetle savaşmak. ve o kadar korkutucudur ki.. ya olur da bir saniyeliğine kendime hakim olamazsam düşüncesi. duvarlar üzerine üzerine çöker sanki, hayattan kopar gidersin, sanki o gözler senin değilmiş de bir sinema ekranından bakıyormuşcasına soyut gelmeye başlar her şey. ağlamaya başlar, kurtulmak istersin, bitsin gitsin, her şey sona ersin o anı yaşamaktansa.. ama tabi nolursa olsun güçlü durmak, o anın geçeceğine inandırmak lazım kendini bir yerde. yoksa hoş olmayan şeylerden son anda dönebilir, hatırladıkça da daha bir panikleyebilir insan. mideye indirmek üzere kapağını açtığı bir kutu antidepresanı son anda koşa koşa çöpe atmak da dahil buna..

türkçe şarkılarda geçen mükemmel sözler

sesim öyle yüksekti ki..

kendim bile inandım.

hiçbir yere hiçbir şeye ait olmama hissi

yalnızlıkla özgürlüğün yoğrulmuş halidir. aitlik bağımlılık getirir, bağımlılık ise kanatlarınızı kırar. birlikte uçamayan kuşlar gibidir bir şeylere ait insanlar. ya da kanatları birbirine bağlanmış kuşlar gibi. sonuç olarak tek değilsinizdir ama. ait olmamak cesaret gerektirir. tek başına ölebilme korkusunu göze almak demektir. dünyayı kendi dünyandan ibaret kılmak demektir, yapamadığında dünyanın yanında kendi küçüklüğünden çıldırırsın yoksa. en ufak bir kararsızlık, en ufak bir korku seni özgürlük yolundan alıkoyacaktır. ait olmamak güç, hırs, enerji gerektirir. aksi takdirde bıraktığın yerde kalırsın, zamana kilitlenmek gibi, ne ileri, ne geri.. hissiz, ilgisiz, donmuş bir cisim gibi.. ne yapacağını, nerede olduğunu, kim olduğunu, ne işe yaradığını ya da ne işe yaramadığını bilmeyen bir varlık gibi..

ait olamayan insanlar.. sizin sırtınızda kanatlarınız var mı? yoksa dipsiz bir kuyuya düşmektesiniz, ama o sonsuzluğun içinde her şey hiç olmuş, zaman donmuş farkında bile değilsiniz.. değiliz, belki de..

depresyon

günümüzün popüler hastalığı. her sevgilisinden ayrılan, her okulu kötü giden, her arkadaşıyla kavga eden "depresyondayım şekerimmmm" diye dolaşıyor ortalıkta. e be güzelim biz ona bir zamanlar 'üzülmek' demiyor muyduk? yok illa yaşadığımız acının boyutunu anlatırken de bokunu çıkaracağız ya, abartır da abartırız.. bir tane patlatasım geliyor ağızlarının tam ortasına da.. neyse.

gerçeğine gelecek olursak.. akşam uyutmayan, sabah uyandırmayan, şimdi ben yaşıyorum da noluyo dedirten, hayatın içini kazıyıp bomboş yapan, zevk, acı, sevinç gibi tüm hisleri körelten bir şey olsa gerek asıl depresyon.. hafifi var ağırı var tabi bir de ve onlar da hislerle ölçülen bir şey bence. hafif bir körelme yaşıyorsanız hislerinizde sorun yok ama tüm bu zevk, acı, şu, birbiriyle çarpışıp, birbirini götürüp tamamen yok olduklarında bir çift boş göz artık sizindir. güle güle kullanınız.

intihar

zayıflık değildir her zaman intihar. öyle karşıdan boş boş atmasını bilenlere söylüyorum. her insan kalkıp yok aşk acısıymış yok meşk acısıymış diye düşünmez bunu. elbiseler vardır hani, markadan markaya değişir, biri uymazsa sizin bedeninize, tarzınıza, diğeri uyar. hayat da böyledir. çoğu insan deneye deneye, bir iyi, bir kötü de olsa kendine uyan yaşamlar alır dünyadan. sonra giyer onu. zayıf dedikleriniz elbisesi kendine bir kereliğine bile tam oturmadığında intihar edenlerdir. bir de hiç bir mağazaya, hiç bir markaya ait olamayan insanlar vardır.. ve dilediği terziyi hiç bulamayanlar. yani hayat bazı insanların yaradılışına uymaz hiç. onlar da intiharı hep cebinde taşır. yoruldukları yerde de kullanmak üzere çıkarırlar ordan.

işte hiç mi hiç anlayamadıklarınız onlar.. neden sorusuna cevap veremedikleriniz. cevapsız sorularınızı hep bir 'zayıflık'la tatmin ettiğiniz. karşıdan mükemmel görünen hayatlarını, aslında hiç mi hiç güzel taşıyamayan, içine sığamayan, dışına çıkamayanlar..

her zaman bir boşluk, bir çıplaklık hakim vücutlarına ve her zaman bir 'neden?' hakim nefeslerine.. işte onlar da bu cevapsız sorularını 'ölümle' tatmin ederler usandıkları yerde..

daha fazla değil, daha karmaşık değil, daha zor hiç değil.. anlaması bu kadar.. sadece bu kadar.

keşke ben oynasaydım denilen film karakterleri

(bkz: sherlock holmes)

o ne kıvrak zeka, o ne kurnazlıktır öyle..

lise mezunu olmayan bir anneye sahip olmak

kişileri hayatında yanlış değerlendirmeyi huy edinmiş bir insanın utanacağı durumdur. kişi hayatındaki insanları kendi hayatındaki konumlarıyla değerlendirmelidir, onların hayattaki konumlarıyla değil. anneyi kendi hayatındaki annelik, babayı babalık, kardeşi kardeşlik, arkadaşı ise arkadaşlık konumuyla yani.. ve ben annelik konumu için bir kadının diploma alması gerektiğini hiç duymadım. diplomalar, statüler vs. çok önemliyse çalışır, çabalar kendin ulaşır, bununla övünürsün. negatif hiçbir şeyinden utanmayan, utanamayan melek gibi bir varlık da pozitif her şeyinle yine senin yararına olduğu için havalara uçmasını çok çok iyi bilir, ve ona da anne denir..

bireyi ahlaken eğitmeden zihnen eğitmek

çok da tehlikeli olmadığını düşündüğüm bir olay. ahlak denen şey insanların toplum olarak yaşayabilmeleri adına herkesin birbirine en yakın kar ve zararda tutulduğu denge sonucu gelinen bir nokta ve kurallar bütünü ise bunu uygulayacak en iyi zihniyet de eğitilmiş bir zihniyettir. zaten eğitimini almış her zihniyet toplum olmanın gerekliliğini anladığı anda bu noktaya kendiliğinden ulaşacaktır. aslında iyi ve kötü, yarar ve zarar vb. hepsi kişilerin mantıken daha iyi yaşayabilmesi için ahlaklı ya da ahlaksız diye ayrılmıştır. yani her şey mantıklı düşünen eğitilmiş bir zihniyetin ürünüdür. kişi ahlaksızlık olarak nitelendirilen bir olayı öğretildiği için değil de zihnen kavradığı için benimserse ona ihanet etmesi çok daha zor olacaktır.

ekşi sözlük artık bitmiştir

yanlış olduğu bariz olan bir kanı. elbette ki ekşi sözlük halen popülerliğini korumakta ve adını çokça duyurmaktadır. fakat bariz olan başka bir şey daha varsa o da ekşi sözlüğün kalitesinin gözle görülür bir şekilde azaldığıdır.

sözüm ekşi sözlük' ün bütününe değil elbet yanlış anlaşılmasın. evet halen kendini aşmış, çok kaliteli birçok yazar barındırmakta bu sözlük. gel gelelim ki sözlükte gördüğüm bir takım olaylar kafamdaki 'ekşi sözlük' tanımını ve yerini biraz değiştirmiş durumda.

1- sözlükte giderek artan smiley kullanımı: bir yazarın duygusunu anlatabilmek adına kelime yerine bu yolu seçmesi bana biraz garip gelmekte..
2- dahi anlamına gelen "de" yi bile ayıramayan yazarların alımı: yorum bile yapamıyorum.
3- gereksiz yere entry giren bir çok yazarın olması: konu hakkında doğru dürüst bir bilgi vermeyen üstelik komik bile olmayan entryler gereksiz bir kalabalık yaratmakta, iyi olanı seçmeyi zorlaştırmakta ve başlıktan bir şey anlayamadan çıkmanıza neden olmakta.
4- yazar sayısının çok olması: bir çok kişinin yazar olmak için beklediği ve öfkelendiği şu durumda ekşi sözlük' e kızmanın haksızlık olacağı kesin ama ne olursa olsun bu kadar yazarla bir çok konuda sözlük olmaktan çıkıp blog olma yolunda gittiği ne yazık ki açık.
5- sabitlik: her ne kadar birçok farklı düşüncede, birçok farklı tutumda yazar olsa da hemen hemen hepsinin konuşma tarzı çok benzer ve bu kalıpların dışına çıktığınız anda direk dışlanırsınız. aynı tarz laf sokmalar, aynı tarz espriler vs.. sırf şukela almak adına yazılmış milyon tane gereksiz, aynı tarz entry..
6- sözlük olarak değil günlük olarak kullanan yazarlar: bunlara da lafım yok, sinirlendim bak gene..

yani demem o ki bir yerlerde bir terslik var. kurunun yanında yanan yaşlar var. kabul edilmesi gereken gerçekler de var.. üzgünüm.

24 yaş altı alkol yasağını danıştayın iptal etmesi

gençlere içerek değil aklı başında adam öldürmeyi öngören birtakım insanların hüsrana uğradıkları sonuçtur. yeni yetme adamın eline silahı vermekten çekinme içki verirken kılı kırk yar.. ayrıca sen o pek sevgili eğitim öğretim kurumlarında öğretmeyi bile tam beceremeyip, eğitimi de büsbütün atlarsan senin gencin içmeyi de bilmez, yasaklara uymayı öğrenmeyi de.. hadi diyelim zamanla öğrensin de bunun yaşı da 24 olmaz ki be kardeşim! kazık kadar adama içmeyi sen mi öğreteceksin, napcaksın??

ankara ya çılgın proje

işe yetişmeye çalışan takım elbiseli insanların tedavülden kaldırılması olabilir. ayşe fatma boğaz trafiğinden rahatsız oluyorsa ben de bundan rahatsız oluyorum. içimde bir huzursuzluk, bir zamanı yakalayamama duygusu, bir geç kalmışlık hissi.. olmuyor be recebim, el atıver şu işe de.. yoksa anamı da alır giderim ona göre!

bir ilişkiyi tüketmek

kısasa kısas ile başlayan süreçtir. yaptığınız hareketler, söylediğiniz sözler gerçek ve samimi düşünceleriniz değilse ve sırf karşınızdaki kişiyi incitmek için yapılan bir intikamsa artık sizin o kişiye karşı ne şafkatiniz ne de saygınız kalmış demektir. olay birlikte eksikleri tamamlamaktan çıkar, olan eksikleri inadına iki katına çıkarmaya dönüşür ki böyle biten ilişkiler hem kişiden çok şey götürür hem de ilişkilere bakış açısından. ve kişinin geçmişe pişmanlığının başladığı asıl nokta da tam olarak burasıdır. çünkü bir süre sonra duygularınızı tamamen yitirdiğinizde hatırladığınız tek şey yaşadığınız ilişkinin sizden neler götürdüğü olacaktır. işbu yüzden aman diyeyim arkadaşlar kızmak, üzülmek en doğal duygudur ama aynı şeyi yaparak sevdiğini üzmenin zararı en çok size dokunur. sizi gerçekten seviyorsa o kişi zaten sizi üzdüğü için üzülür yeterince. sakin olalım. doğal olalım. oyunlara gerek yok..

sevgilinin sizi aldatabilme ihtimalini düşünmek

'şşşşşş cıs!!' bir düşünce değildir, olmamalıdır da sanıldığının aksine.. insanoğlu her türlü ihtimali her an kafasında barındırmalıdır. birini sevmek demek ona yüzde yüz güvenmek demek değildir, birini sevmek demek kendini rahatlatarak garantiye almak demek de değildir. birini sevmek demek her ihtimale, her riske karşı anı onla korkusuzca geçirebilmektir. birini sevmek garantinin karşılığı olmamalıdır. yanında olmak, değer vermek o anı size rüya gibi geçirttiği için olmalıdır, gelecek korkularınıza yer vermediği için değil. diğer taraftan yapmayın etmeyin, zaman ve şartlar insanları ne hale getirir, ne hale gelen bu insanlar sizi zamanla ne hale getirir farkında bile olamazsınız. bir bakarsınız o melek insandan eser kalmamış, sonunda üzülen gene siz olursunuz. ha ihtimali düşünmekle engellenir mi tüm olanlar? elbette hayır, ama en azından saf saf ortalıkta dolaşıp şok olmaktansa, farkında bir insan olarak daha güçlü durmak daha iyidir. yansıtılmalı mıdır bu düşünceler ilişkiye? elbette hayır. bunun karşınızdaki şahsiyetten değil de hayatın gerçeklerinden kaynaklandığını kavrarsanız elbette ki yansıtmazsınız da zaten.. garantici olmamak lazım.. her daim.

bekaret sunulacak erkeğin özellikleri

bekaretini altın tepsiyle sunmanın bir halt olduğunu sanan kıza katlanabilir özellikte olmalı öncelikle.. bekaret sunma ne önce? çay mı veriyorsun millete, pasta hazırladın da onu mu sunuyorsun derler adama.. zara önem vermiyorsan zaten özellik aramazsın gider yaşarsın cinselliğini kafa yormadan, yok önemliyse de öyle kriter bazına indirgemezsin işi. bu kadar basit. ne o öyle tablo yap da tick koy bari!

karısına ihanet eden ülkesine de ihanet eder

din ve devlet işlerini bir türlü ayıramayan türk insanının şimdi de devlet ve aile işlerini ayıramamaya başladığının göstergesi söz. ayıramıyoruz efenim milletcenek ayıramıyoruz, eşi anneden, evi işten, dostu düşmandan ayıramıyoruz.

sevmenin hayatı anlamlandırdığı

hayatının anlamı sık sık değişen, bir var olup, bir yok olan insanların felsefesi olur olsa olsa.. oysa ki anlamı önce kendi hayatına sonra başkalarına yüklese daha bir tutarlı, daha bir mantıklı olurdu. tabi kendini sevip de hayatının anlamını böyle şenlendiren şahıslarımıza saygımız, sevgimiz sonsuz, onlar alınmasın..

mühendislik fakültesinde kız olmak

tıp fakültesinde güzel kız olmaya benzer. bu kızlar üniversite yıllarını tanrıça gibi geçirdikten sonra, atıldıkları normal hayatta neden herkesin onlara 'normal' bir insanmışcasına davrandıklarını anlamaya çalışmakla bir ömrü yer bitirir. birilerinin bazılarına yoklukta gittiğini acilen söylemesi lazım. yazık sonra şişen o egolar hem içini yakıyor, hem dışını..

abbas güçlü

sunduğu genç bakış programındaki 'genç' kelimesinin fazlalık olduğunu kimse anlamasın diye üç beş gence soru sordurup cevaplarını bile verdirtmeyen, kendisine en ufak eleştiri geldiğinde, kükreyerek büründüğü o ılımlı, tatlı, gençsever maskesini tek hamlede yırtıp atan, kimi zaman paha biçilemez konuklarla dahi sunduğu bir programı en dağınık ve en faydasız bir şekilde yönetmeye kalkışan ve hatta başarabilen şahsiyet.

ilişkinin biteceğini hissedip sevgiliyi terk etmek

insanın zayıf egosuna beslemek adına sunup sunabileceği en kötü hayali yemlerden biridir. karşındaki insanı gittiği için değil de ilk önce o terkettiği için üzülecek kadar az seviyorsan zaten bi dur önce bu düşünce sistemini terket, yok zaten gidişine üzüleceksen de o iktidarsız egonu tamir et. cem adrian'ın da dediği gibi,

'gitmek yenilmek değil kazanmak da!
gitmek gitmektir işte..
hepsi bu.'

sok kafana!