bugün

entry'ler (168)

niteliksiz basliklar

Sözlüğün neredeyse tamamına hakim olmuş başlıklardır. Sözlüğe üç senedir periyodik olarak uğruyorum, her geçen gün daha rezil bir yer halini alıyor.

önyargı paradoksu

Louise Antony'nin ifade ettiği "önyargı paradoksu" feminist felsefeciler tarafından savunulmaktadır. Feministlere göre ideal yansızlık mevcut değildir. Bu durumun epistemolojik sonuçları mevcuttur. dolayısıyla bu gerilim yalnızca feministler için problem oluşturmamaktadır. Epistemik anlamda gerilim yaratan bu problemi formal biçimde ifade edelim.

p1. yansızlık (impartiality), ideal bir epistemik pratik olarak savunulamaz.
p2. eğer yansızlık ideal bir epistemik pratik olarak savunulamazsa, o zaman bütün epistemik pratikler önyargılıdır.
c1. bütün epistemik pratikler önyargılıdır.

p3. eğer bütün epistemik pratikler önyargılıysa, önyargılı epistemik değerleri değerlendirmek için yansız ölçütler var olamaz.
c2. önyargılı epistemik değerleri değerlendirmek için yansız ölçütler olamaz

p4. önyargılı epistemik değerleri değerlendirmek için yansız ölçütler yoksa, o zaman bütün önyargılar aynıdır.
c3. Bütün önyargılar eşittir.

ernest rutherford

R.G Matthews tarafından yapılan portresi Yeni Zelanda'nın 100 dolarında basılıdır.

gettier problemi

Amerikalı filozof Edmund Gettier ünlü "is Justified True Belief Knowledge?" makalesinde bilginin gerekçelendirilmiş doğru inanç olduğuna dair açıklamalara itiraz etmiştir.
Gettier Problemi bilgiyi açıklamaktaki belirsizliği ihtiva eden bir felsefi sorundur. Gerekçelendirilmiş doğru inanç yani; justified true belief felsefi literatüründe JTB olarak ifade edilmektedir. JTB açıklamasına göre bilgi, gerekçelendirilmiş doğru inanışa eşdeğerdir ve eğer her üç koşul da (gerekçe, doğruluk ve inanç) belirli bir iddiaya riayet edildiyse o önerme hakkında bilgi sahibiyiz anlamına gelmektedir. Gettier, "is Justified True Belief Knowledge?" başlıklı üç sayfalık 1963 tarihli makalesinde, iki karşı örnek vasıtasıyla, bireylerin bir iddia hakkındaki gerekçelendirilmiş doğru inanca sahip olduğu halde hala onu bilmediği durumlar olduğunu gösterdi. Böylece, Gettier JTB'nin yetersiz bir açıklama olduğunu göstermiş oldu. JTB'nin ilk savunusunu Theaetetus diyaloğunda Platon yapmıştır.

Gerekçeli doğru inanç açıklamasına yöneltilen başlıca itirazlar doğal olarak iki gruba ayrılır. ilk grup söz konusu üç bilgi koşulunun bilgi için yeterli olmadığını, ikinci grupsa bu üç koşulun zorunlu olmadığını öner sürer. ilk itiraz sıklıkla Edmund Gettier'ın adıyla anılır. Gettier itirazını açıklamak için oldukça garip örnekler tasarlar; bunlarda kişi gerekçeli doğru inanca sahiptir (yani bütün koşullar karşılanmaktadır), ama yine de o kişinin söz konusu önermeyi bildiğini en azından sezgisel olarak söylemek istemeyiz.

Durumu daha iyi açıklamak için Gettier'ın 1963 yılındaki makalesinden kendi verdiği örneği alıntılayayım.

-Smith'in Jones adında bir arkadaşı var ; Smith, Jones'un geçmişte her zaman bir Ford arabası olduğunu biliyor ve az önce de Smith'i gideceği yere bir Ford ile bırakmayı teklif etti. Smith gerekçeli bir biçimde inanıyor ki, (a) Jones bir Ford'a sahip. Smith'in Brown adında başka bir arkadaşı var ve Smith onun nerede olduğundan tamamen habersiz. Bununla birlikte, Smith "Jones'un bir Ford'u var" önermesinden şu (b) önermesini çıkarsıyor: "Ya Jones'un bir Ford'u var ya da Brown Barcelona'da" ve bu önermeye de inanmaya başlıyor. Şimdi varsayalım ki, Jones'un aslında bir Ford'u yok (kiralık bir araba kullanıyor olsun), ama şans eseri Brown gerçekten de Barcelona'da. Bu durumda Smith (b) önermesini biliyor mu? Sezgisel olarak hayır deriz. Ama (b)'ye inanıyor ve (b) doğru; gerekçeli bir biçimde inandığı (a)'dan (b)'yi çıkarsadığı için (b) ye inanması da gerekçelenmiş oluyor.-

aşk istiyorum diyen kadının aslında penis istemesi

başlıktaki önermeyi kabul ettiğimizde aynı zamanda eşcinsel kadınların olmadığı iddiasını ortaya çıkaran durum.

ak parti karşıtlarının biraz şey olması

iktidar partisinin karşıtıyım ve evet tam da ilk entrydeki arkadaşın dediği gibi "benim bedenim benim kararım" diyen bireyin babası, dayısı, teyzesiyim. Çünkü ben belli bir zihinsel olgunluğa erişmiş her insanı özgür bir birey olarak görüyorum. Kürtaj meselesi ayrı bir pratik etik meselesi ben burada cinsel özgürlükten söz ediyorum. Kızım, kız kardeşimin zihinsel olgunlukları mevcut olduğu sürece cinsel olarak bırakın bana hiçbir kimseye hesap verme gibi bir durumları yoktur.

ahlak

şu entrylere bakıyorum da yazarları kahveden mi topladınız diyorum.

Ahlak'ın tanımı için önce şunlar sorulmalıdır.

1. Felsefi bir disiplin olan etik neyi araştırır? Konusu nedir?
2. Etik konusuna nasıl yaklaşır? Etikten bir bilim dalı olarak söz etmemizi meşru kılacak yöntemler oluşturur mu? Yoksa etik, bağlayıcı olmayan dünya görüşleri ve ideolojilerle aynı düzeyde bir yerde mi durmaktadır?
3. Etiğin nihai amacı nedir? Neyi hedefler?

Kısaca yanıtlamak gerekirse;

1. Etik, insanın eylemlerini konu alır. Buna rağmen karakteristik bir eylem kuramı sayılmaz, zira etiğin konusunu her türlü insan faaliyeti, eylemi davranışı değil de öncelikle ahlakiliği vurgulayan, yani ahlaki olanlar oluşturur. Etik, bir eylemi ahlaki açıdan iyi bir eylem yapan niteliksel durumu sormaktadır ve bu bağlamda: ahlak, iyi, ödev, görev, gereklilik, izin vb kavramları ele almaktadır.

2. Etik, temellendirilmiş sonuçlara varmayı amaçlar; dolayısıyla ne ahlakileştirme ne ideolojiye dönüştürme ne de dünya görüşü ortaya koyma gibi bir amacı yoktur; konusunu, yani ahlaki eylemleri belirli bir yöntem kullanarak ele alır. Bu doğrultuda da salt öznel değil nesenel gerçekliği olan, bir başka deyişle, öznelerarası bağlayıcılığı kanıtlanabilen önermeler önem kazanmaktadır.

Etikte kabaca iki etik yöntem kategorisini birbirinden ayırt edebilirsiniz. Deskriptif yöntem ve normatif yöntem. Deskriptif yöntem aracılığıyla belirli bir toplum ya da sosyal topluluk ve birliğin içindeki fiili eylem ve davranış biçimlerini, söz konusu sosyal yapının içindeki etkin değerler ve geçerlilik talepleri açısından araştırılır. Bunlar, araştırılan toplum ya da toplulukta geçerli olan, yani oradaki mevcut, olağan pratiği ve bu pratiği yönlendiren dolayısıyla çoğunluğun bağlayıcı olduğunu kabul ettiği ahlak yasalarının bütününe yönelik yargıları içerir. Normatif yöntem ise mevcudu betimlemekten ve tanımlamaktan çok, önceden tanımlayan ve reçete sunan bir yöntemdir. Bu yöntem, dogmatik bir bakış açısıyla uygulandığında, neyin nasıl yapılmasını önceden belirlediği için kolaylıkla ideolojiye dönüşme riski taşır; bundan dolayı durumu tespit etmekle yetinen ve durumun nasıl olması gerektiğine ilişkin görüşler öne sürmeyen deskriptif yöntemce mevcut olguları malzeme olarak bir araya getirdikten sonra, seçip ayıklayıp yeniden düzenleyerek de kimi değer yargılarının ortaya konması mümkündür. Etikte normatif yöntemler salt eleştirel olarak kullanıldığında yani "Z durumunda Y yapmalısın!" türünden doğrudan eylem talimatları sunmayan yöntemler olarak kullanıldığında işlevseldir. Normatif yöntemi kullanan etik, bir tespit yapmadan önce eylemleri ahlak çerçevesinde değerlendirme olanağı sunan kriterleri geliştirmek durumundadır. Bu değerlendirme kriterleri tekrar tekrar sorgulanabilir, gözden geçirilebilir olmalı, yani eleştirel karakter taşımalıdır.

3. Etiğin amacına gelince, bu, bir dizi alt amaçla birlikte ifade edilebilir;

- insan pratiğini ahlaki niteliği bakımından aydınlatma,

- Eleştriel, ahlak tarafından belirlenmiş bir bilinci geliştirebilecek etik argüman sunma biçimlerine ve argümanları temellendirme süreçlerine girebilime,

- Ahlaki eylemin, insanın isterse gerçekleştirebileceği, istemezse vazgeçebileceği keyfi bir eylem olmadığını: aksine, insan olarak varlığına ilişkin vazgeçilmez bir niteliğin ifadesini temsil ettiğini gösterebilme, yani insanı sevmeyi öğretebilme.

Bu hedefler, hem bilgi ile ilintili kognitif bir uğrağa hem de artık sadece öğrenme süreçleriyle yani kognitif düzlemde aktarılmayacak bir ilişkiye işaret ederler: Başka bir ifadeyle sorumluluk bilinci olarak ya da ahlaki yükümlülüğün üstlenilmesi, insanın ahlaki olanı bağlayıcı olarak tanıması biçiminde tanımlanabilecek bir durumu dile getirirler.
Ancak etiğin dayandığı, hatta dayanmak durumunda olduğu temel koşul " iyi niyet"tir. iyi niyet, burada, kişinin argümanları kabullenmeye ilksel olarak hazır olmasının ötesinde, iyi olarak kabul edileni fiilen kendi eylemlerinin ilkesi haline getirmesi anlamına gelmekteridir. Kendi bakış açısını sorgulamayı daha en baştan istemeyen kişide, farklı nedenlerden dolayı iyiyi isteme iradesi, yani iyi niyet eksik olabilir:

Örneğin;

- kendisininkinden farklı olan kanaat, görüş ve düşüncelere illkece hayat hakkı tanımak istemiyordur,
- önyargılara saplanıp kalmış olabilir,
- tam bir ahlaktanımaz ya da radikal bir kuşkucudur veya
- ahlaki normların başkaları için bağlayıcı olduğunu kabul etmekte, ama kendisi için geçerli olmayacağını düşünmektedir.
iyi isteme iradesinin, açıklığın, dürüstlüğün, açık fikirliliğin ahlaki açıdan eksikliği her türlü ahlaki uzlaşmanın ve birbirini anlamanın temelini ortadan kaldırır. Bu durumda etik düşüncelerin de hiçbir anlamı olmaz; tıpkı, teolojiye ilişkin düşüncelerin -aynı zamanda her hangi bir şekide dinsel eylemle ilişkili değillerse- entelektüel açıdan önemli olabilseler bile, asıl amaçlarına bu bağlamda ulaşamayacakları gibi.

evrim

Biliyorum ki çoğunlukla trollük yapmak için "teist" veya "ateist" arkadaşların bu konuyu sözlük içinde istismar ettikleri doğru. Benim düşüncem özellikle bir Müslüman'ın evrim ile insanın yaratılmış olduğuna inanmasında inancına doğrudan aykırı düşen hiçbir şey bulunmuyor. Bu konuda Caner Taslaman'ın görüşlerine katılıyorum. Lakin aynı zamanda evrim'in akıllı tasarım iddiasını zayıflattığını da düşünüyorum. Yine de bence bir Müslüman'ın evrime inanmasında aykırı bir şey görmüyorum. Bunu Hıristiyan arkadaşlar için söyleyemem mesela.

bu saatte uyanık olan yazarın amacı

eski entrylerimi okumak mesela 4 sene evvel yazdığım şu entry'i (bkz: #15324478) okuyup güldüm.

prometheus x

Merhabalar ben bugün https://www.uludagsozluk.com/e/32203530/ bu entry'i ile dikkat çeken prometheus x.

4 sene önce çoğu kişi gibi ben de ekşisözlük alternatifi niyeti ile uludağ sözlük yazarlığı aldım. Şimdi 20'lerinin ortasında bir bireyim. Bu platformda yazar olduğumda yeni reşit olmuştum. O zamandan bu yana zihinsel yapım hayli değişti. Aktif olarak yazan bir yazar olmasam da okuyan bir yazardım. Gün geçtikçe burası gözümde daha itibarsızlaştı. Daha sonra ise temelli bıraktım. Sebebine yazının sonlarında değineceğim. Bugün ise arkadaşımdan aldığım bir Facebook mesajı sözlük yazarlığımın olup olmadığını içeriyordu. Evet uludağ sözlük yazarlığım vardı demem üzerine kendi yaşadığı olayı anlattı ve benden bunu paylaşıp paylaşamayacağımı sordu. Farkındalık ve dikkat çekmek için sözkonusu ile paylaşmamı istedi. Çünkü diğer platformlarda da aynı başlık ile paylaşacakmış bir anlamda "#" görevinde işte. Samimiyetine güvendiğim için kabul ettim. Şahsımın tanık olmadığını belirterek burada bu durumu aktardım. işin ne kadar güvenilir olduğunu değerlendirmeyi okuyana bıraktım.

Ardından; dolusuyla polise bildireceğini, insanları böyle suçlayamayacağımı söyleyen mesaj geldi. Ama öyle asabiyetle yazılmış ki sanki inandığı dava ile alay etmişim gibi davranıyorlardı.

Zaten bir süredir merak ediyorumdum sözlükteki agresifliğin sebebi nedir diye, o anda gözüme açılmış başlıklar takıldı. Kimisi troll kimisi samimiyet ile yazılmış başlıklardan şunu anladım. Mesele bir insanın "ateist-laik-şeriatçı-ışidçi-akpli-chpli-makarna kafalı-gavat" gibi birbirinin zıttı tanımlara dahil olmadan yaşamını sürdüremediği inancıymış. Bir fikrin radikal destekçisi olup tüm dış görüşleri anca aşağılayarak eleştirebilirmişsin. Bu durum yazarları öyle bir hale sokmuş ki her şeyden kıl kapıp saldırma haline geçiyorlar. Ben de bu söz konusu olayı aktararak(muhtemelen yalan söyleyerek) herhalde bunların karşısında durması gereken kişilere saldırıyormuşum. Böylelikle anladım ki bu platformda dönen şey taraftarların birbiri ile savaşı, benim aktardıklarımı yalan bulabilirsiniz bu doğal bir şey ama şu ortamın ihtiyacı olan şey acaba trolleniyor muyum acaba altta kalır mıyım korkusuyla içgüdüsel davranmaktansa biraz mantıklı davranmak.

fatih te kız arkadaşım ve bana yapılan saldırı

not: aşağıdaki sözkonusu olayı yaşamış olan ben değil, bir arkadaşım. sözlüğe taşıyarak kendisine destek olmamı istedi. konu hakkında hassas olan arkadaşlar da bu başlık ile başka platformlarda paylaşabilir.

--spoiler--
21.04.2016 tarihinde, 12.40-13.10 saatleri arasında, istanbul'un fatih ilçesinde, -gizlilikten dolayı ismini veremeyeceğim- bir lisenin önünde gerçekleşen olaydır.

olay, benim lisenin önüne, kız arkadaşımın okul çıkışına gitmemin ardından başlar. beni gördü, gülümsedi, koşarak geldi. ben de sarıldım.

asıl başlangıç tam bu noktada, "34 SPP 21" plakalı yeşil bir fiat'ın sahibi olan, 1.75-1.76 boylarında, sakallı bir arkadaşın "baksana! gidin başka yerde yapın bunları! sizin sevişmenizi mi izleyeceğiz! fatih burası!" gibi söylemleriyle gerçekleşti. kendimi, "yaşanılan yer neresi olursa olsun, bizim yaptığımız, tamamıyla insani bir eylem. herhangi birisine zarar vermez, aksine olumlu katkısı olur." cümlelerini kurarak savundum. söz konusu arkadaşın, bir teyzeye, "sen rahatsız olmuyor musun teyze" demesiyle olay yayılmaya başladı. birisi gelip, "pezevenk!" gibi ithamda bulundu. bir başka esnaf, "anan baban sana ahlak dersi vermedi mi" şeklinde söylemlerle üzerime yürüdü. olaylar gerçekleşirken kendimi, "insan-merkezli bir çağda yaşıyoruz. sizin burada bizim aleyhimizde kullandığınız sözleriniz, ne insan haklarına, ne bir başka insan merkezli sisteme uyar. örneğin, sizin eşiniz çarşaf ile, beşiktaş dolaylarında gezinirken, birisi 'burda böyle giyinilmez' diyerek, karşı çıksa, ne dersin?" şeklinde savundum. sorum üzerine, kavga çıkarıyorum dedi, aracın sahibi. ben de "o hâlde bu noktada da ben haklıyım." diyince, "benim hayat görüşüm böyle" şeklinde cevap verdi. diğer kişi, "anam bacım burda olsa, seni vururdum" dedi. bunlar üzerine, 155'i arayarak olayı anlattım ve bulunduğum konuma bir ekip gönderildi. o sırada kız arkadaşım servise binip, evine gitti.

yaklaşık 15 dakika sonra ekip geldi. ekibe, olayı uzun uzadıya anlattım. gelen cevap, "buranın meşrebi böyle, kaldırmaz. seni darp edebilirlerdi." oldu. aracın sahibi kişi, bir şeyler anlattı ve diğer polis memuru onu onayladı. söz bana geldiğinde, anlatırken birisi ciddiye almayarak, diğeri ise gülerek dinledi. ekibe, "peki ben burada darpedilsem, kim haklı sizce?" gibi bir soru sorduğumda, "ben bilemem. sen burada güzel güzel anlatırsın ama hâkim ne der bilemem" şeklinde cevapladı. ardından, ekipten "bizden beklentin ne?" sorusu geldi. "buraya geldiğimde, bu şekilde ithamlara maruz kalmak istemiyorum. isteğim, bulunduğum kısa süre içerisinde, fiziksel ve sözlü şiddete maruz kalmamak." cevapladım.
buradan desteği alan esnaf ve diğer insanlar, "bir daha buraya gelme! senin kültürün farklı! neresi uygunsa oraya git!" dedi. ben de düşüncelerimi dile getirip olay yerinden uzaklaştım.

bunları bu denli ileri taşımamdaki nedenler;
1) olay kişisel olmaktan çok, toplumsal bir sorun.
2) antalya'da yaşıyorum. buraya 2-3 haftalığına geldim. kız arkadaşımla seyrek görüşüyoruz. o seyrek anlarda da, sarılıyorum.

yaşım 18. biliyorum ki, beni hukukî anlamda haksız göstermek için yapabilecekleri çok şey var. bu yüzden, böyle bir platforma yazdım. doğru ve yanlışı ayırt edebilen, sağduyulu insanların bana destek olmasını istiyorum.
teşekkür ederim.

--spoiler--

not 2: 4 sene önce 18 yaşındayken uludağ'da yazar olmuştum. Sizin sizden küçük arkadaşlarınız yok mu? Liseli diye küçümsenip durulmuş. Şahsen pek çok aklı başında sohbet etmekten çok keyif aldığım liseli genç tanıyorum. Bunun bu kadar yadırganmasına anlam veremedim açıkçası.

not 3: olayın gerçekleştiği yer gelenbevi anadolu lisesi'nin önüymüş.

not 4: (bkz: #32205089)

uludağ sözlük ün kalitesini yükseltmek

Bir senenin ardından:

Gördüğüm kadarıyla gerçekleşmesi zor bir istek. Zaten bunu istediğinizi belirttiğiniz gibi önce kendine bak ukala damgasını yiyorsunuz. Bu platformda yapılacak en iyi şey belli başlı bir kaç yazar birbirini takip edecek ve kendi çevresini oluşturacak aksi takdirde niteliksiz yazarlar içinde kaybolacaklar.

markette kasanın yanında duran prezervatifler

Bunun ile ilgili bir anım küçük kardeşimin kasa sırası beklerken bunlar ne diye tuttumasıdır. Ben sus sonra söyleyeceğim dedikçe merağı artıp ısrarı sürmüş sakız diye geciştirmek zorunda kalmıştım. Paketlerinden ötürü ilgisini çekmiş, madem sakız diyip uzanmaya çalışmasını engelleyince daha da ısrarcı davranıp terlememe neden olmuştu. Kulağına eğilip çok ayıp bir şey demem ile ısrarı son bulmuştu.

müslümanları inançsal fikirler yönetiyor

Yalnızca "müslümanları" değil tüm insanları inanışlar yönlendirir. Bilim de sınanmış bir "inanış biçimi"dir.

kaka yaparken akla osmanlının gelmesi

(bkz: kardeş sen ne diyorsun)

evcil hayvanı ölünce ağlayan tip

Birader siz salak mısınız? Ulan sadece emek verdiğiniz duygusal olarak özdeşim kurmadığınız taşa bile zarar gelse içiniz cız eder. Bi zahmet besleyip ihtiyaçlarını karşıladıkları, onlar için büyük emek verip belki sarılıp uyudukları resmen yalnızlıklarına çare olan arkadaşları veya evlatları gibi olmuş hayvanları için ağlasınlar.

fuat avni nin cem uzan olması

(bkz: akp yi hortumlamak)

konya deyince akla gelenler

Olum bu şehir üzerinden Mevlana gibi bir şahsiyetin geçmesinden ötürü dini görüşçe daha yumuşak daha kuşatıcı daha kucak açan daha tasavvufi ve hoşgörülü bir topluma sahip olması gerekmiyor mu? Lakin durum öyle değil bildiğim kadarıyla yani hiç konya'ya gitmemiş biri olarak aklıma ilk gelenin bağnazlık olması önyargı mı bilemiyorum ama öyle bir izlenim bırakmış memleket.

takipçi sayısının 31 de kalması

31 esprisi ehehe anladınız mı efendiler? Yani mastürbasyon heahehih yani hani 31 çekmek falan heheheheh manyak güzel bir espri.

kemal sunal ın uzun süredir film yapmaması

Teoman sendromuna girmiştir.