bugün

entry'ler (13)

kız olmak

anne karnından IQ testlerine tabii olup, aile tarafından aşırı korumacı bir tutum içinde büyütülmek, sonunda felsefeyle kafayı bozmak. ulaşmak istediği kişinin okulun zeki kültürlü erkeği değil de kitap kahramının olması sonucu sen ne biçin kızsın lan sorularına maruz kalmak. kadınların sorgulamayı ve düşünmeyi bilmediği fikrinin katıksandığı beyinler karşısında hem toplumdan hem de tüm bu gerçeklikten köşe bucak kaçmak. sonunda insani tüm duygularını yitirmek. aseksüel olup çıkmak, "bakire mi ölcen lan ahaha" gibi aptalca söylemlere maruz kalmak. zaten olmayan özgürlüğünün sıfıra vurması sonucu yitip gitmek, ne başkasına ne kendisine saygısı kalmamak. geleceği beklemek. tüm bu kısıtlamaları ödemek adına beklemek.

aileye ateist olduğunu söylemek

imanlı kimselerin "biz ne hoşgörülü diniz, yok biz şöyle iyiyiz, böyle mükemmeliz" demelerinin yanında "biz baskıcı değiliz, zorlamayız, serbestiz" demeleri ayrı ironidir. sırf tavsiye ve hoşgörüden(!) oluşan bu din yüzünden, insanların üzerimde ne gibi baskılar ve hastalıklar oluşturduğunu, nasıl sinir krizi geçirttiğini, insan ilişkilerini nasıl bok ettiğini en iyi ben bilirim. hem emir ve yasaklardan oluşan bir kitaba tavsiyelerden oluşuyor demekte komik değil midir zaten.

yalnızlık

Nasıl tanrı kavramı herkes için aynı anlamı ifade etmiyor ise, kelimeler de benim için öyleydi işte. Yoksa ayıplıyor pis tanrıtanımaz mı diyorsunuz. Ah ne kadar da eminim bundan, boynumu eğmiş gelecek saldırıları bekler bir konumda ön yargılarınıza hazırlıyorum kendimi. Oysa ben sadece sığınmıştım kelimelere, başlarda herkesten özel beni anlayan kelimelerle korunduğuma nasıl da inanmıştım. Nerden bilebilirdim benim için bunca şeyin acıdan, boynumu kemer gibi sıkan bir azaptan başka bir şeye dönüşmeyeceğini ve eninden sonra elimi “kendim” tanrıya uzatacağımı. Bu iyi mi bilmiyorum ama çok korkuyorum. Sanki biri çıkacakta onlarca sövgü yağdırıp “gerçekte kelimeleri özlediğimi” anlayacak…
Bunu yazmamalıydım, bunu düşünmemeliydim. Ne yapmam gerek, kafam da bu kadar uğultu varken anlayamıyordum bile. Ah insanlar. Ne kadar da meraklı bunca güzel kelimeyi kirletmeye, onları anlamlarını terk etmeye zorlamaya. Kendilerine hasta, kendilerine deli diyorlarmış. Oysa ne kadar da basitleştiriyorlar kolpadan acılarıyla tüm bu “gerçeklikleri”.Belki doğru olan bu da ben anlayamıyorum, ya da “normal” olan bu da ben göremiyorum. Zaten normal kelimesini hiç anlayamadım ben. Tersten giydirilmiş bir elbise, tanrının armağanıdır bana…
Bana ne zaman normal olacağımı sorup bu saçma sapan yargılar altında ezerken beni çokta sevdiğini söyleyen yakınlarım belki bilmiyorlardı ama ben içten içe kendimden nefret edişlerin tohumlarını atıyordum. Belki bu yıllar sürecek insan davranışları ve bozuklukları ve kendini yansıttığın ayna saçmalıklarının temelini oluşturdu bunlar. Ah o aptal insanların aptal bilimleri. Beni kibir sahibi ve insanlardan nefret eden soğuk bir insan olmakla suçladılar. Ulan, kendini sevmeyen insan başkalarına saygı duyup nasıl sevsin. Ama anlatmayan birine yardımcı olunmayacağı ortadayken bu kadar uğraşmaları komikti sadece. Normal, sevecen, dost canlısı bir insan olmamı, beni ben yapan her şeyi terk etmemi isterken aksine benim bunların hiçbirini istemediğimi anladım. Geç oldu, ama işe yaradı.
Normal, inançlı, güçlü, sevecen bir insan oldum bir süre. Huzurla yaşadım. Masamın üzerine yığılan sorumluluklar ve her boş zamanımın düşünceye adanmaması üzerine planlanmış sosyal etkinlik zırvıntılarına baktım. Gerek yoktu, çokta iyi taklit yapıyordum. Buna korku duyarak inandım. Yoksa inandırıldım mı demeliyim…
Çok sevdiğiniz dostlarınız vardır ya. Nefret ettiğiniz ve çıkardan başka bir şeye dayanmayın kolpadan sevgilerin dışında size “bir nedeni yok, seviyorum ya işte” diyen insanlardan bahsediyorum. Yüzünde bir tebessüm olmuş en yakın arkadaşını aklında canlandırıyor isen, bırak. Ya da yapma, ben hiçbir zaman gerçek dostluğu bulamamış olabilirim. Kıskançlığım ya da öfkemde bundandır sanırım. ilköğretim hayatım boyunca herkesin ikişerli oturduğu sıralarda tek başıma, en önde, duvar ve öğretmenin tüm soğukluğu ile geçirdim o yıllarımı. Her sabah mide krampları ile tüm o kahkahaların arasında tüm teneffüslerimi kendime attığım sabret yalanlarımla dayanmaya çalışıp akşam eve geldiğimde “hayali” en yakın arkadaşımla neler yaptığımı anlatır odama geçerdim. Bunları anlattığımda o yaşlarda bir çocuk için fazla olgun ve soğuk geldiğinin ah ne kadar da farklıyım. Bundandır tüm mesafe, bundandır tüm bu öfke ve aldatış. içimde bir yerlerde bir kuyuya hapsedilmiş vicdanım, ben, ve yeni arkadaşlarımın kandırışı bu şekilde başlamış oldu belki de.

yaşamın öznesi değil nesnesi olmak

Sadece bir kez bahşedilen bir hayatta, başkalarının boyundurluğu altında yaşamak başarısızlıktır. Bizler başarısız insanlarız. Bu boyundurluk altında, yaşanmayı kabul etmiş birinin “sözde” bir yaşamın onu yerüstüne diri diri gömüp çürüteceğini de kabul etmiş olması gerekmektedir. Oysa bu kabullenişin anlamının, Hades’in sefalet hurdalığına feryatlarımızla doldurup taşırdığı, çığlıklarla beslediği asla gerçekleştirilemeyecek hayallerimiz ve ölü doğacak tüm bu umutlarımızın infaz emri olduğunu bilmez bu sefil “insan”…
Başarılar, başarısızlıklar. Geçmişte insanı insan yapan değerlere bağlı kalarak yaşadığını sanan birinin, çürümeyi seçen bir ruhun, eseridir işte bu büyük duvarlar. O biri hepimizin benliğinde, o biri hepimizin duvarlarında… Başkalarından korunmak adına örülen duvarların aslında hepimizi bir köşeye atıp unuttuğu, yalnızlığa sunduğu, mutsuzlaştırdığı gerçeği yanında hala inkarlarla mutluyum diyerek vicdanlarının sesini avaz avaz susturmaya çalışan ikinci sınıf insanlar sürüsü…
Tüm bu duvarlara karşı “kazanacak zincirlerimiz var” diyen zavallıcıklara inat, “kaybedecek zincirlerimiz var” ilkesinden yola çıkılarak yapılan iç isyanlar. Moloz altında kalanların attığı zafer çığlıkları, içsel devrim günleri, kahkahalar, efendilikler… izlenen, tüm bu yıkılmaz denilen, anılarından örülmüş duvarların, acılarla beslenen tuğlaların, kendini çürüttüğünden habersiz , belki de ilk defa gerçekliği bu kadar çıplak olarak hissettiği şaşkınlık, bu gücü kendimden bulamam serzenişleri, serzeniş değil korkaklığı!.. Çekingenlik, molozlar arasında mutlu insanlar, anlam verememek, ama çürüyüp gitmenin farkındalığı. Yeter artık!
Bileklerinde zincirlenen soyut tutsaklık, somut köleliğe dönüşmemeye çalışmaktansa, kendi hayatının efendisi olduğunu diretmekteki bu acınası trajikomik saçmalığın yavaş ama emin çöküşleri. Hayatına hiçbir beklenti içinde olmadan hüküm sürmenin, sürekli olarak bahsettikleri ama bir türlü ulaşamadıkları şu mutluluğa birinci sınıf gidiş bileti olduğunu anlamaz mı bu sefil ruhlar… Başkalarının efendilikleri altında geçen, ne istediğini bilmemekle birlikte ne istemesi gerektiğin öğrenen kocaman ve boşa giden bu acınası yaşamın, artık değişmesi gerektiğini anlamaz mı sefil ruh…
Yönetmenliğini başkasının eline verdiğiniz, hayal olarak adlandırdığınız filmler içinde acı dolu bir vicdanla birlikte, basit ve silik figüran bir yaşam sürmektense, yönetmenin emirleri ve tüm bu insan topluluğu altında ezilmeden kendi yaşamınızı kendinizin yönetmesi daha iyi değil midir… Elbette hayat eşit değil ve bazen tanrı bile sağır olabilir ama asıl mutluluğun bunları kabullenerek yaşandığını öğrenmeli insan, mutluluğa ancak böyle erişebileceğini bilmeli… Hem boşuna mı demiş üstat ; “insanların %1’i gerçekten yaşar, %99’u ise sadece var olur.”

popüler kültür

En çok tepki gösterdiğim müzik! Bir insanın müzik zevkinin dahi popüler kültürün altında gelişecek (aman ne gelişme) düzeye gelmesi ne ara oldu, biz bu kadar mı tüketim toplumu olduk.
Geçenlerde hani şu hepimizin bildiği programlardan birini izliyordum. Genellikle adı sanı duyulmamış, duyulsa da halkı söyledikleri “70 milyon” önünde rezil etmeye çalışmaktan bir şey yapamamış bir muhabir şehrin en işlek caddesine çıkar önüne çıkan her vatandaşa bazı sorular sorar ki %90 civarında cevap alamaz ve gülerler sizlerde ekran başında “ahahahahah salağa bak bunu bile bilemedi, falanca şey olcak ahaha yok artık filanca şey bunu nasıl bilemez!” dersiniz bununla birlikte kendinizi birer Einstein gibi baya da kültürlü bi herifmiş gibi hissedersiniz ya. Hah öyle bi programdı işte. istiklal olduğunu tahmin ettiğim bir yerde muhabir üniversiteli bir arkadaşımıza bi kaç kişisel soru sormakla meşguldü bende bir kulakla onları dinliyorum diğer kulakla sosyal ağların istediği gibi onların köpekliğini yapıyorum. Hah bi kaç sorudan sonra “ne tür müzik dinliyorsunuz” demez mi. Kafamı birden ülkemin zenginliğinin bir bakıma onunla ölçüldüğü-düz ekran televizyon veya lcd ekran televizyon- muhtemelen dünya tarihinin en büyük kitle imha silahı olduğuna inandığım “şeye” yönelttim. Bizim arkadaş gayet rahat ve ne dediğini bilmez bir tavırla , ki bu beni sinirlendirmeye yetti-“popüler olan neyse onu dinliyorum eheh” diye gülmez mi. Muhabir arkadaş şaşırmış olacak ki “yani gündem de ne varsa onu dinliyorsunuz öyle mi?” dedi aslında bir nevi ben soruyormuş gibi hissettim bunu. bizim arkadaş ta onayladı bunu. Şaşıp kaldım. Hayır ben ona gidip benim çirkin adamlarımı dinle ve kafa salla demiyorum ama bu kadar köle olunmaz ki kardeşim. Sıradan bir vatandaşın alıp camiye götüreceği bir terliği 175 liradan satmanın saçmalığını geçtim onu alacak hödüğün o sıralarda hiçte umursamadığı gazeteler de “Somali de kıtlık ilan edildi” şeklinde dev gibi puntolarla yazılmış makaleyi de okumaması ve tüm bunların ironisi komik. Acınası bir şekilde komik. Yakında benim gibi düşünen arkadaşlar için şehrin dört bir yanına ilanlar verip “lütfen uyan” yazılı pankartlarımla baş kaldırmak istiyorum. Bende pasif isyankar olarak sadece istiyorum işte. Af buyurun.

avm lerin olmazsa olmaz şeyleri

frankenstain'in "beyin beyin" diye dolaşmasına benzettiğim ırkımın temsili olarak, "para harcaaa, para harcaaa" diyerek dolaşan insan grupları.

babayla karşılıklı rakı içmek

bi kaç gün kadar yanımda bu haltı yediğini ballandıra ballandıra anlatan hödük yüzünden, kazık kadar adamın (babasını kaybetmiş arkadaşımın)özenerek hüngür hüngür ağlamasına neden olmuştur...

aksam olmasina karsin iyi gunler demek

yolda yürürken direğe toslamak, toslamakla birlikte bir insana çarptığını sanarak direkten "özür dilemek" ve on beş adım kadar yürüdükten sonra fark edebilmek yanında hiçtir. ama bunu yapan kafanın, bunu normal görmesini yadırgamayın lütfen. (bkz: bizzat ben)

yalnızlık bir insan olsaydı ona söylenecekler

kendimi anlamam için gösterdiğin destek ve yaptığın eziyet için teşekkürler can dostum.

millet

Kurtarıcıya gereksinimi olmayan insan topluluğu. Aslında bir çok insanın zamanında öyle ya da böyle en az bir kere olsun izlediği, sevdiği ve aslında muazzam fikirler taşıyan “şirinler” çizgi filminde ki şirin köyüdür bu milletin adı. Ve bir çoğuna göre bir ütopya veya ideadır. Bu kadar mı imkansız diye düşünebilir. Hiç sanmıyorum! Aslında temel sorun bunun kimin ya da kimlerin ütopyası olduğu ve bize neden dayatıldığıdır. Bununla birlikle bu güzelliklerin, huzurun ve eşitliğin uygulanmasında benliğin-mesela senin benliğin- en dibinde oluşturulan imkansız fikri apayrı bir ironidir.
Lakin suçlamıyorum ya da bir siyasi görüşü savunmuyorum. Hayır. Haklı bir yenilgi ya da kabullenmiş bir mağlubiyet var bu işin içinde. Bir toplum, aynı fikirlerle beslendikçe, aynı duyguları paylaştıkça öreceği kurallar duvarında aslında farkında olmadan önyargı tuğlaları da ekler. En tehlikelisi de budur. En uç ya da acımasız fikirlerin bile artık gündelik, sözsüz yasalar sınıfına girmesidir bu tehlikenin adı…
Nazi Almanya’sında yapılan katliam ve kıyımlar o zamanlar çoğunlukta olan Nazi Sempatizanlarına ne kadar da gerekli ve normal görünüyordu. işte bahsettiğim tehlike faşizmin bile ne kadar sıradan bir fikir gibi görünmesini sağlayan tehlikedir. Yine suçlamıyorum. Çünkü nihayet toplum suçlanamayacak kadar büyük bir duvar haline geldiğinde bizlerin onun karşısında direnme gücümüzü geçtim cesaretimizin bile kalmayacağından ah ne kadar da eminim. Fakat arada bu yargımı çiğneyerek tüm varlığı ile özgürlüğe adanmış bir ruh çıkar da karşı gelirse, ki burada karşı gelmek olarak anlatmak istediğim şey karşıt bir fikrin vücut bulmasıdır, hemen icabına bakılı verilir…
Neden? Çünkü tarih boyunca insan etinin gücü insan fikrinin gücünü acımasızca ezmiştir.”Peki bu insanlar neden direnmedi. Neden azınlık kaldı, bütün olup biteni neden pasif-isyankar bir tavırla izlemeyi seçti.” Dediğinizi duyar gibiyim. En azından kendinizde en ufak bir vicdan kırıntısı görebiliyorsanız bunu sorgulamanız gerekmektedir.”O zaman siz neden duruyorsunuz. Tüm bu açlığa, sefalete ve haksızlığa seyirci kalıp nefret ettiğiniz bir avuç devlet adamı karşısında boynunuzu öne eğiyorsunuz.” Demekte benim görevimdir. Ve bu ironi de komiktir.
Sembolleştirdiğiniz ve sizler olmadan hiçbir anlamı olmayan bu adamların değerini doğumunuzdan bu yana haberiniz olmadan, başkalarının benliklerinizin en derinlerine yerleştirdiği korku kültürü ile beslediğiniz (aman ne besleme) saygıyı ona kendi ellerinizle verdiğinizin neden farkında değilsiniz. Üstelik ona korkularınızın ve ezikliğinizin en saf haliyle altın tepsi de sunduğunuz saygınızı ona ikram etmeye devam ettikçe fanatizminin de o denli arttığını göremiyor musunuz?

Akıllanmıcak bu insanoğlu.Akıllanmıcak.

babil kulesi

tanrıya ulaşmak için yapıp da kendilerini bile anlamlandırmayacak noktaya gelmeleri sonucunda tanrının bu "tanrılaşma hevesi güden" insancıklarla taşak geçmesini sağlayan kuledir.

modern dünyanın insanları yalnızlaştırdığı gerçeği

Sürüleşmiş özneler topluluğu ya da süs meraklısı kodlanmış barbie bebeklere duyduğu nefret ve "gerçekten düşünebilen insanlar" bulabilme umuduyla sana aleme sarılmaktır bunun nedeni. Dünyanın bir ucunda ki ispyanyol bir anarşistin birebir tuttuğu blogu takip edip yaptıkları eylemleri birebir dinliyorken, yakın bir arkadaşının "ay feyste bunu gördüüüüüüm"leri sonucu giderek bıkkınlaşması karşısında sarılmaktır. ha yetmez okunur, "kendisini diğerlerinden ayırdığına inandığı kültürüne kültür katmak" için fellik feliik aranan, okunan karşı makaleler pasif isyankar olmakla birlikte takip edilir. giderek küçümseme ve büyüyen bir egoyla insanlar aşağılanır. çevresinde kimse kalmayana kadar takınır bu tavır. bir de bakar, dank eder. yalnızdır. ne bir dost ne bir arkadaş. bu sefer de başlar bu rezil isyan. insanlar şöyle rezil böyle şerefsiz. son haliyle tamamlanır bu tablo. son öfke darbeleri vurulur. yalnızlığına isyan etme, melankolik bir ergen gerisi olarak geceleri isteri krizine girerek yazılar yazmak. yazdığı yazıları sosyal paylaşım sitelerinde köpeklik ederek paylaşır. üstelik bu sitelere de söverek!...

seks yapmadan yaşayabilen insan

hükümetin onu yeterince siktiğini düşünüp, fazlasına "sağol canım" diyen öpülesi insandır.