bugün

entry'ler (81)

saraydan kız kaçırma

Şu an dönem projesi olarak sahne tasarımını yapmaya çalıştığım mükemmel opera. Amadeus adlı filmde de operanın öyküsünden harika bir kesit verilmiştir. Mozart'a eserde "Çok fazla nota" olduğu söylenmiştir. O da eserin tam olduğunu herhangi bir notanın çıkarıldığında veya eklendiğinde ortada eser olmayacağını söylemiştir. Dinlendikçe büyüleyen, büyülendikçe tekrar dinlenmek isteyen tek opradır kanımca.

bıçak sırtı

senaryosu nedeniyle korkunç bir hale gelen, oyuncuların tümüne ve tüm film ekibine yazık edilmiş türk dizisi.
Bir prensesin, her nasılsa 30 yıllık ömründe başka tek bir arkadaş edinememiş olması nedeniyle çakma bir şöförü önce dert ortağı yapması, ardından bütün izleyicileri şok eden (!) bir gelişmeyle söz konusu marangoz bozmasına aşık olması gibi basit ve artık gına gelmiş bir hikaye senaryonun omurgasıdır. Ayrıyetten, dizinin zengin insanlar familyasından olan bu prenses, herhalde gelir seviyesi yerlerde sürünen ortalama izleyiciye yaranmak için olsa gerek, mahalle düğünlerine, limonatalara ve marangoz kardeşimizin terli atletine de bayılmaktadır. Ha bir de dizideki çocuğun marangoz-şöför'e, biyolojik babası olduğunu bilmemesine rağmen hemencecik kanının ısınması da bize "tabi canım tabi" dedirtmektedir. Keşke dizi Selim Reşat bey'in aşkından ve Orhan Ertuğrul'un aldatma/aldatmama ikilemlerinden ibaret olsaymış. Ha bir de ya o avukat kızla çıkan, iyilik timsali, sürekli orgazm olmak üzereymiş gibi konuşan Orhan Ertuğrul'un kardeşi olacak adam nedir allahaşkına ya! Ayrıca bu marangoz ve onun kardeşi olan karakterler, aşkları ve çocuk sevgilerinden mi ibarettirler, neden düzgün bir kişilikleri falan yoktur!!! Sonuçta oyunculara (özellikle Fikret Kuşkan'a) ve onca emeğe yazık oluyor. Ama onlar da dizi teklifini kabul etmeden önce diğer oyuncuların ve yönetmenin adından ziyade az biraz da senaryoya göz atsalarmış. Reytinglerine bakılırsa 3 vakte kadar bir yol görünüyor bu diziye...

hayatındaki herkesin çekip gitmesi

blogunu yaratıp da arkadaş ekleyemediğinde farkettiğin acı gerçektir. herkesi itmiş olduğunu anlayarsın.

fatih ürek

resimlerinin görülmesi olayından sonra, hiç haketmediği halde sözlü hakaretlere uğramış ancak gururla ayakta kalmış değerli insan. fatih ürek gibi çok dinlenen ancak cinsel tercihleri farklı olan insanlar nedense hem magazine çokça malzeme olur, övülür, röportajlar yapılır sonra da en ufak bir resim ya da görüntüsü ortaya çıkınca, herkes ezelden beri sevmezmiş gibi bu insanı taşlamaya başlar. özellikle youtubeda görüntüler üzerine yapılmış yorumlardan bazıları çok sinir bozucu. esasında saldırgan olan homofobik erkeklerin kendilerinde aşırı bastırılmış bir kadın kimliği mevcuttur. bülent ersoy, mustafa topaloğlu ile dalga geçildiği gibi fatih ürekle de geçilebilir elbette ama bunu poposunu gördük diye veya sadece cinsel tercihi öyle diye yapmamak gerekir. bir gün herkesin poposunun dolaylı ya da dolaysız televizyonda görüneceğini de hesaba katmak gerekir.

halikarnas

her meslek dalından adamı baştan çıkarıp, suyun üstünde dansetme ve köpüklenerek cıbıl cıbıl dolaşma durumlarına sürükleyen mekandır. bir kez gidilmesi tavsiye edilir.

çok kelimeyle hiçbir şey anlatamamak

siyasetçilerin karakteristik özelliklerinden birisi.

geri zekalıyım demenin 1001 yolu

-ben gidiyorum
-iyi git
-kal dersen kalırım ama
-e istiyosan kal
-neyse ben gidiyim
-...

adamı sinir eden idealist arkadaşlar

her zaman hedeflediği bir şeyler bulunan insanlardır. Şunu yapıcam der yapar. senin yıllardır düşünüp de yapamadığın şeyleri adamın bi anda yaptığını kıskançlıktan çatlayarak izlemek durumunda kalırsın. bu tür insanlar bi de bunların üstüne pek de huzurludur, çatlarsın.

kedi sahiplerinin yasadigi zor anlar

tırmığını alt deriye sokmuş olduğu andır. kurtulmaya çalışsanız daha derin bir yara olacaktır. acı içinde sakin kalaraktan çıkarmak zorunda kalınır.

cem uzan allah cezani verecek

23 Temmuz 2007 sabahı, muhtemelen de magazin kameraları önünde, ibrahim Tatlıses'in saf edeceği cümledir.

kitap ayracı olarak kullanılan şeyler

sigara paketinin kapakçığı.

the secret

türkiye'nin dışında herhangi bir yerdeyseniz, dünyayı kasıp kavurmadığını gördüğünüz, hatta adını bile duymadığınız kitap. (bkz: yapay gündem yaratma)

baskin oran in adetleri meshurdur siyasetleri

Makine programında seyircilere sorulmak üzere soru hazırlayan arkadaşın * müthiş buluşudur. Baskın Oran tarafından, hiç yapmayacağı mitingleri öncesinde seçim şarkısı olarak kullanılması önerilir.

edit: yanlış duymuş olma olasılığıma karşı ekleyeyim: "Baskın Oran'ın Posterleri Meşhurdur Siyasetleri" şeklinde de olabilir...

evlenmenin bedeli

hiçbir şeyden vazgeçmeden, 2 insanın aynı evde yaşayabilmesinin güzel bedelidir. zaten uyumlu bir çiftseler, çok da rahat ederler. mutlaka kişiliğin değişecek diye bir kaide yoktur, harika evlilikler mümkündür. vereceğiniz tek bedel, yatağın bir tarafıdır kanımca.

yaran turk erotik film adlari

- Bandıra bandıra ye beni.
- Fenasi Kerim in Bankok maceraları
- Dağlara çıktı ömer önüne gelene gömer.
- Her şey helal zımbala bilal.

seri eksi oy veren ibnenin dunya gorusu

sevmediği takım, kişi ya da düşüncelere tahammül edemeyen zat-ı saçmalık.

okan bayülgen

belirli yayıncılık ilkelerine sahip, zeki, etik anlayışını onayladığım kendi deyimiyle "televizyon figürü"dür. Elbette farklı meslek kimliklerine ve rol modellerine sahiptir ancak kanımca bunların hepsini, yapay bir yüz olarak değil "kendisi" olarak yürüttüğünden ve kendini her an yenileyebildiğinden, geliştirebildiğinden dolayı, hakkında yüzlerce görsel ve işitsel medya aracının konusu haline gelmiş, etik açıdan "iyi" bulduğum, çok başarılı bir insandır. Kendime göre yapmış olduğum nacizene farklı meslek veya programcılık alanları ve bunlarda okan bayülgen'in yapıp ettikleri şu şekildedir:

Eğlence Programı: Diğer eğlence programı yapan ünlü kişiler gibi tek bir formata bağlı kalmamış, belirli etik ilkelerini koruyarak sürekli kendi programcılık anlayışını ve programını yenilemiştir. Bu nedenle bugün bu kadar izlenmektedir.

Fotoğrafçılık: programcılıkta belirlediği ilkeleri bu alanda da değiştirmemiştir. örnekse; Photoshop kullanarak olmayan bir fotoğrafı sunmaz. yapay, süslenmiş, kandırma amacı güden her şeye karşı olma sebebi ile bu alanda da yalın ve dürüst olmayı seçmiştir.

Tiyatro ve Sinema: Oyunculuk konusunda, elbette oyuncu olmayıp oynayanlardan daha başarılıdır ancak tiyatrocu olmayıp yalnızca izleyen türk izleyicinin -ben de dahil olmak üzere- görsel açıdan, tiyatro konusunda nesnel bir eleştiri yapması mümkün değildir. çünkü okan bayülgen bir simge/figür/kült bir imaj haline gelmiştir ve bilinç düzeyinde bu imajı unutarak izleyip değerlendirebilmek bizler için mümkün olmamaktadır. bu nedenle diğer tiyatrocular ve yönetmenler tarafından başarılı bulunması, gerçekten iyi olduğunun kanıtıdır.

Tartışma Programı: daha önce meslek gruplarıyla ilgili yapmış olduğu, bilgilendirme işlevinin yanında eğlendirmeyi başardığından izlenebilirliği yüksek programlardır. Okan bayülgen'in konuklarına sorduğu sorular, başka programcıların kendilerinin kibar olduğunu zannederek ya da seyirciye yalakalık yapmaktan, gülümseyip fiziğini göstermeye çalışmaktan
kasım kasım kasılarak doğru düzgün konuşamayan sunucuların aksine, çok doğal seyreden, ekran başında öğrenmeyi istediğimiz noktalara temas etmeyi başaran sorulardır. bayülgen'den başka kimse, aynı konuk grubuna "gerçekten merak edilen" soruları sormamaktadır. sıkıcılıktan uzak, gerçekten yeni bir şeyler öğrenebildiğimiz tartışma programları, okan bayülgen ile hayatımıza girmiştir.

Siyaset/tartışma programı: daha önce yapmış olduğu programlardaki, yapaylıktan uzak, yalın sorular sorma ve izleyiciyi keriz yerine koydurmama geleneği bu programda da devam etmiştir. açık sorular ve açık cevaplar bulunmaktadır. lafın saatlerce dolandırılmasına, yüzlerce imalı cümle kullanılarak kafa karıştırılmasına izin vermemektedir. bir yandan da herkesin aklına takılan ve daha önce siyasetçilere sorulmayan en basit soruları sormakta ve siyasetin temeline ilişkin olan her şeyi açığa çıkararak, beyni sulanmış, sorgulamayı unutmuş izleyiciyi, yeniden düşünmeye, sorgulamaya, içi boşaltılmış kavramları anlamlandırmaya yöneltmiştir; ki bu da kanımca şu anda Türkiye'de en çok ihtiyaç duyulan şeylerden biridir.

hakkında yapılan eleştirilere gelirsek:
soru: Bu adam magazini eleştiriyor, niye bunların içinde peki? mankenlerle niye çıktı? konukları niye magazin dünyasından? vb. ilk olarak; "zenginin malı, züğürtün çenesini yorarmış" deyimi ile başlanabilir bu konuya. insan, sosyal bir varlıktır. sosyal çevrenizdeki insanların mesleklerine, gelir durumuna, gittikleri yerlere baktığınızda, kendinizden bir şeyler mutlaka bulursunuz. gelir durumunuz ani bir yükseliş gösterirse ve herkes tarafından tanınmaya başlarsanız, sokakta elinizi kolunuzu sallayarak geçirecek vaktiniz veya gidebileceğiniz normal bir kafe gibi seçenekleriniz yok olacaktır. ikinci olarak; bazı şeyleri, içinde olmadan eleştirmek zordur, çünkü bir tarikat gibidirler. içine girmeden orada ne olduğunu bilemezsiniz, dışa kapalı oldukları için de rastgele yorum sallayamazsınız. bu durumda, bu ortamın adamı olmalı ama aynı zamanda, bu ortama dışarıdan bakabilmeniz gerekir. diğer yandan da içeridekilere, dışarıdan nasıl göründüklerini de gösterebilirsiniz. bunların hepsini bir arada başarmak çok zordur: medeni cesaretiniz, bilgi ve görgünüz, kültürel analiz yapabilme yetiniz, karizmanız, zekanız ve sağlam bir kişiliğiniz olmalıdır. birçok insan magazinel insanları eleştirerek para kazandıktan sonra, kendisi aynı dünyada kaybolmuş ve daha ileriye gidememiştir. Okan bayülgen ise bu konuda çok akıllıca hareket etmeyi başarmış ilk insandır. üçüncü olarak; magazini ve şu andaki yayıncılık anlayışını eleştirmek aynı zamanda kimsenin özel hayatının bu kadar vıcık vıcık önüme serilmesine ve aptal yerine konmaya ihtiyacım yok demektir. herhangi bir insanın mankenlerle çıkıyor olması, sadece onun kişisel beğenisiyle ilgilidir. ayrıca girilen ortamda seçilesi en uygun kişilerin kimler olduğu -biraz önce yukarıda da yazdığım gibi- dışarıdan karar verilecek ya da yargılanacak bir durum değildir.

soru: bu adam niye hala uğraşıyor? alsa parasını, gitse tatil yapsa ya mis gibi? niye bir de siyaset programı yapmaya başladı? işte tam da bu soruların cevabı yüzünden okan bayülgen çok başarılı bir insan. televizyonda, televizyonun kendisini eleştiren, siyasetçilere açık sorular sorabilen, yalın ve dürüst kaç program kaldı? türk televizyonu, artık o kadar büyük bir balçığın içinde ki, aynı türkiye'nin kendisi gibi, izlenebilecek hiç bir şey kalmadı. en azından birileri, bu düzeni, abuk subuk yayınları eleştiriyor da, bir kısım izleyici kendi temsilini görebiliyor televizyonda. bu adam, kendisi de giderse geride nelerin kalacağının farkında.

son tartışma programına gelirsek (özlem siyasette yeni):
programda okan bayülgen'in eleştirdiği durum, konuğun bayülgen'in hitap tarzını yadırgayarak, tüm siyasetçilerde bulunan bir özelliği dışa vurmuş olmasıdır. ilk cümle: "özlem siyasette yeni, değil mi 'efendim'" dir. yani hitap cümlesinin içinde "efendim" kelimesi geçmektedir ki biraz önce kendisine "abi" diye hitap edilen konuk rahatsız olmazken, "özlem" nedense aşırı gerilmiştir. hatta "özlem", şu anda da siyaset yapıyoruz, hitap tarzı hakkında konuşuyoruz lafını da algılayamamış ve sadece "soyadı" kısmına takılıp kalmayı başarmıştır. "türk toplumundan geliyorum.." söylemleri de fazlaca alıştığımız halka yalakalık yoluna sapışlar olduğundan, bayülgen bunu eleştirmeye başlamıştır. başta "özlem" çok sert bir biçimde tavır koyduğu halde, sonradan ortamı yumuşatmaya çalışmıştır. tartışma siyasi düşüncelerle ilgili değil, tamamen tavırla alakalı bir tartışmadır. ancak konu çok uzamıştır. programın süresinden yenmiştir, bu açıdan bayülgen'in yalnızca bu program için, konuyu gereksiz yere uzatmış olması eleştirilebilir.

sonuç olarak; insan büyük çıkarları olan bir yeri eleştirmez, eleştiremez. eğer eleştiriyorsa, arkasında bıraktığı kötü çamurları yoktur. kötü çamurları yoksa, bu insan dürüstlüğüne güveniyordur, hep dürüst olmuştur. hep dürüst olmuşsa, yaptığı ve yapacağı şeylere güvenmek gerekir. güvenmek gerekiyorsa, sadece belli bir olaya takılıp, o insana dair her şeyi acımasızca eleştirmemek gerekir.

ilk 4 rakami 1912 ile baslayan entryler

gönlümüzü çelmek için, bir tek bu özellikleri bile yeterli olan entrylerdir. Yürüyün be kim tutar sizi!

roland barthes

20. yüzyıldaki entelektüel gelişime büyük katkıda bulunmuş Fransa menşeili felsefecilerden bir tanesidir. Diğerleri için,
(bkz: Derrida)
(bkz: Foucault)
(bkz: Lacan)
(bkz: Ricoeur)
(bkz: Lyotard)
(bkz: Deleuze)
(bkz: Baudrillard)
(bkz: Bourdieu)

baskin oran in secim butcesi

Kendisinin, bir süre önce açıklık getirdiği konulardan birisidir. Bağımsız adayların, satın alınacak onlarca il-ilçe ve genel merkez binaları olmadığı, emrinde düzenli çalışacak yüzlerce personele ihtiyaç duymadığı düşünülürse, üzerinden çok fazla komplo teorisi üretilebilecek bir husus da değildir ayrıca.

Baskın Oran'ın seçim kampanyasında çalışanların çoğu gönüllüdür zaten. Baskın hoca kimseye böyle bir iş için maaş ödemez ve ödeyemez. Onun dışında, seçim kampanyasında ona destek veren STKlar ve onların bütçeleri de şeffaftır. Öğrenmek isteyenler* Baskın Oran'ın seçim kampanyasını yürüten kişilerle irtibata geçerek bu kaynakları rahatlıkla öğrenebilir.

Ayrıca istanbul'da, bu tip işlere gönüllü olarak katkı koyan kaç demokrat matbaa var bilir misiniz?

benzer bir iddia için (bkz: Hrant dink i ugurlama toreninin butcesi)

bu iddianın spoil edilmesi ile ilgili olarak şu linke buyrunuz:
--spoiler--
http://www.reddiye.org/joomla/content/view/67/74/
--spoiler--