bugün

hep uzun entrilerin olması gereken bi başlıktır. bu yolculuklar bir şiirdir aslında bir ayrılık yada kavuşmada olabilir. bazen öyle zor gelir ki o otobüse binmek arkanda bıraktıklarını düşünmekten. bazende hemen yollar bitsin istersinn sevdigine kovuşmak için. her bir yolculuk ayrı bir şiirdir aslında molalarda dizelerin arası olabilir nefes almak için. insan kendisi ile kalır düşünür yol çizgilerine bakarak dalar gider. yolculugun sonu eminim ki hep mutluluktur.. iyi yolculuklar..
yolculuk gece ve trendeyse keyfe diyecek yoktur.. alırsın eline bir kitap , kahveni de koyarsın yanına.. işte mükemmel yolculuk budur..
not:daha önce hiç trende yolculuk etmemiş bir yazar olmakla beraber ,tahmin yürütmüşümdür..
mide bulantısı sırt ağrısı derken tadı kaçan, bir de yanınızda susmamaya niyetli bir teyze varsa çekilmez hale gelen eylem.
bir yere gitmek değil, bir yerden kaçmak... hele trenle gidiliyorsa ne de güzeldir o yolculuk...
yılmaz erdoğanı çakma şair yapan ve çocuk olmaktan vazgeçirip başımıza bela yapan hadisedir.
önünüzdeki anlayışsız kişilik koltuğunu sonuna kadar indirmişse ve eğerki sizin bacaklarınız uzunsa ve sığamadıysanız iki büklüm bir şekilde kabus haline gelen yolculuktur.
gündüz ise tek başına yapılmaması gerekendir. mümkünse yol arkadaşı edinilmelidir.
pek güvenli olmasa da yol kenarından otostopçu toplanabilir.
bu tipler öğrenci ya da 1-2 kişi olarak seyahat eden doğu avrupa turistleri olabilir.
(#2677465) her yolculuk insanın içinde eski tahta bir bavulun kapağını aralar. içinden çıkacakları unutmaya çabalamışsınızdır ama bir şeyi unutmaya çalışmak çok şey hatırlatır insana;

kaldırımlarıyla sarmaş dolaş gecelerinde onbinlerce yüreği o yanlızlıklara teslim alan kent! koca kent! karbon monoksit fonlarda otobüs kuyruklarına savrulan nice heder ömrün büyük susuşlara, musvedde insanlıklara taşındığı ... farkında değildin! farkında değildi belki çoğulluğunuz: boğulmuştunuz, boğuluyordunuz ! köşe başlarında çeyrek biletlerle pek de ucuzlamış umutların korunduğu kent; varsıllıklardaki yoksullukların, ağrılı yalnızlıkların, tutmamak için verilen sözlerin terkedilmek üzere sevilen kızların kenti...yirmidört saatlik dostluklar, ego mastürbasyonları ve hep hüzün taşıyan vapurlar... o vapurlara ben binmedim, binmedim: binseydim batardılar! o kent !aşklarına ihbarcılar tüneyen ... kayıp kimliklerin,kimselerin... hani hiçbir taşıtında yerimin tam olmadığı ve hiçbir kadınını öpmediğim yağmurlarında..kalsam... bir kalsam o yağmurlara bir saçağın bile payıma düşmediği ıslaklığın kenti...sonra kendine vurgun o deniz ve çarparken sanki tükürmesi avurtlarıma imbat rüzgarlarının; buğulu bir camımın bile olmadığı ve çalmadan girebileceğim bir ev kapısının... çünkü herkesin bir kenti vardır; herkesin bir adı gibi bir kenti... o kent ! vuran ve vuran... bana bir başıma bağırmayı susturan... katıp önüne o kaypak rüzgarlarla sesimi, sesimi rehin alan! sonra bağırıp bütün varoşlarında yakasınıellerimle tuttuğum, vuruştuğum ve yenik düştüğüm.ama öğrendim ki kentler yenik düşmezmiş insanlara.geç anladım; önce vuruştum ve yenildim sonra ... o kent! herkesin kendini, ısrarla hep kendini yaşadığı, sonra kendine kaldığı ve herkesin giderek kendinden kaçtığı... meydanında göğüne buğulu gözlerimle bir dize yazarak bırakıp kaçtığım kent! aramasınlar! o dizeyi ancak ben bulabilirim orada. o kent, bir dizeye sığmıştır anılarımda... hala menekse gozlu kadınları vardır o kentin; türküleri, bayrakları, bayram yerleri,resmi törenlerle kutlanan kurtuluş günleri ve daha kurtulamayış günleri! törenlerle yeni baştan, yeni baştan kurtarılıp da , insanlarının yeni baştan kurtarılamadığı sabahları hani ıhlamur ve tarçın kokan... geniş çarşıları, düşleri anadolu kokan konsomatrisleri ve ışıklı panolarla kuşatılmış ne azgın,ne tutsak geceleri... (herkesin bir kenti vardir ... bir insanı sevmek gibidir bir kenti sevmek; tanınmayan insan, gidilmeyen kent sevilebilir mi?) herkesin bir kenti vardır; ya senin kentin? hani sokaklarında bir misket için debelendiğin... yokuşlarında kiralık bisikletlerin direksiyonunu bırakıp kendini ana caddelerine delice saldığın kent.hani ilk sevgilinin, o liselinin küçük göğüslerine ve iri düşlerine dokunarak uyumaya çalıştığı gecelerde sana semalarda gülümsediği o günlerin kenti...ilk kez traş olduğun, ilk kez yendiğin ya da yenildiğin... sonra ter içinde yüreğinle yaşamla kavga! kavga: peşinde koştuğu ekmeği büyüdükçe kendisi küçülen insanlar arasında... ve ilk sinema geceleri... sevgiliye dehşetle mırıldanılan acemi aşk sözleri...ilk sarhoşluk, ilk korkular, yanılgılar ve ilk sigara...bir gün ölümle ilk tanışmada gözlerin bağlı ilk alınışın; ilk sorgu, ilk çarmıh, ilk çığlık ve ilk duruşma... tutuklu hüznüne ilk kez patlayan bir flaşın gözlerini kamaştırmasını büsbütün unuttuğunda, bir gazetede gözlerin kapalı çıkan ilk resmin...ilk görüşme, ilk volta,ilk özlemler buram buram ve boğulurcasına...sonrası nakarat; biliyorsun şimdi herşey nakarat! ikinci, üçüncü aşklar, gözaltılar,yalnızlıklar, yanılgılar vs. ama lar o kenttedir ve hiçbir güç bu doğruyu değiştiremez...çünkü herkesin bir kenti vardır; herkesin bir adı gibi bir kenti...

bir sevda

önceleri saray palas (!) otelinin ağır açılan kapısından girip saklı boğuntularımı hapsettiğim odanın kenti; senin kentin! oda nosu: 305! 305 nolu odanın kenti ve yüzünün sahibi senin...siluetini duvarlarına düşürdüğüm: 305! sabahları üç beş sandalyeli otel lobisinde bir çay, bir cıgara içimi konuk yüzün...sonra mesai çıkışlarıyla eve dönüş saatlerine kıstırılmış akşam merhabaları ve o çıplak, o deli sevda! sonra o kente yeniden konuk geldim; akşamdı ve haziran. bir kaçak gibi geldim, bekledim...geldiğinde o kent kadar üşüyordu ellerin; ellerimi sana verdim; al dedim: -eti benim, ılıklığı senin sevgilim... sonra düşmanlarımı anlattım sana; iz sürenleri gösterdim ardımda...dedim çarmıhlar kuruludur hep benim aşklarıma; dedim yok bir şeyim, bir şeylerim sevdadan başka... o kente konuk geldim; akşamdı ve haziran. seni tepeden tırnağa sevdim...sen, o kent kokuyordun; dudaklarında o denizlerin tuzu, saçlarında bulut katarları o kentin. saçların sarı mıydı? sarıydı...her telinde o kentin baharları. o kaypak baharları... yüzüme bir yer açtın yüzünde sen de; önce kokunu ezberledim, sonra susuşlarını,duruşlarını bir bir...yürüdük o kentin bütün rüzgarlarına, bütün mezarlarına, ağrılarına, puştluklarına karşı...ne iri bir aşktım: gözlerin nereye ben oraya kadar aşk! gözlerin o kentteydi senin; büyüktü o kent ve büyük aşk!(üstüme üstüme geliyordu senin kentin; ama sana korkusuzdum, sana ateş, sana külsana bela! sana korkusuzluğumla ben o korkuyu yendim ve o kente konuk geldim...)

ve veda

usulca ihanetlere açılıyordu pencerelerin; belki yeni sesler, yeni sözler, yeni aşklar çağırıyordu seni, gitmeliydin... ben gittim! mağlup bir sevgi ve bir matem bıraktımo kentte; ellerim uzaklarda kaldı, ya ellerin? sen kıyısız bir ihanettin; belki de özetiydin bütün ihanetlerin... orada bakmıştım ya o kuyruklara; o bezgin, ürkek, üşümüş kalabalıklara, bakmıştım da, kendimi gösterip: -bu adamı bırakmam,demiştim bu kuyruklara! alıp kaçırdım bendeki adamı sonra. belkikısa mesafelerin feodal yürüyüşçüsüydüm; sığmadım, sığmazdım o kuyruklara... giderken sevginin sol bileğinden kan sızlıyordu ve kalbimde kan bulaşığı bir güz; kalbimde sanki fırtınada yapraklar... sanıktın... bir sevgiyi ağır yaralamıştın! infazın o eylül ayına gömüldü ve anılara... ihanet 1 sevgi 0 , yer o kent... sevgi mağlup geldi ! o hep kazanırdı oysa. sonrası ne yazılır ne anlatılır bir şey... ne yazılır ne anlatılır... ne yazılır ne anlatılır? infazı o eylül ayına ve anılara... daha her yıl eylul ün avuçlarını her açışımda o aşkın enkazı duruyordu; ateşti,ateşti sevginin göklerinde, küller ise susuyordu...onun denizlerinde bir adam, usulca çekiyordu ağlarını sulardan, gençbir çift konakta öpüşüyordu; yaşlı fahişeler geçiyordu alsancaktan, kordondan filan; o kadın anılarda sapsarı gülüyordu... sevginin bileklerinden kan sızıyordu... artık yolları uzaktır o kentin; aramızda bin kilometre yol, nice sıradağ durur ve unutulmuş gibi susan ihanetler anılarda vurulur, vurulur! o kenti onunla birlikte yeniden sevmek, artık ölmekten zordur; o , kendi şafağını kirletmiş bir ufuktur... öyle günler vardır ki ömürlerimizde, bir şey ansızın başlar ve başlatmak düşer insana; bitince simsiyah bir nokta ayak uçlarına...işte bir kentti ve bir sevda! özlemi yitik, cürümü enkaz; dağıtır rengini yalnızlıklara...bir kentti ve bir sevda: önce ağrılar şimdi de anılarda... bir kent, gidince ve bir sevda, ayrılınca biter mi? bir kent bitse bile, bir sevda bitse bile, o kente ve o sevdaya gitmiş olmak bitmez ki! bir sevdanın son sözlerini yazdım şimdi ben ona ve giderek küllenen bir aşkın son direncini... noktalama imleriyle sürüp giden bir oyuna benziyor yaşam; noktalı virgüllerle, soru imleriyle sürüp gideni ya da bir ünlemle, bir noktayla ansızın biteni yaşıyor insan. çok şey başlar çok şey biter... bitmeyen anılardır. anılar bitmeyi bilmezler ve bir uğultu gibi savrulurlar yüreklerde, dinmezler... bir sevdanın son sözlerini yazdım şimdi sen ona ve anılarla tütsülenen bir aşkın son direncini... 'artık kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla; yürü, arkana bakma, ama umursa; bazen anılara en çok yakışan elbise, birkaç damla gözyaşıdır unutma...' !!!!!

kinyassssss!!!!!!
yaşadığı şehir dışında bir üniversite kazanmış olan şahsın mecburiyetidir.
yanınızda sürekli omzunuza dokunan ve hiç durmadan bir şeyler anlatan biri olduğu takdirde kabusa dönüşendir.
otobüs kokmuyosa,
yanınızda oturan çok konuşmuyosa,
uyurken horlamıyosa,
şöfor arabesk dinlemiyosa,
otobüsü manyak gibi kullanmıyosa,
yüksek sesle konuşanlar yoksa,
ağlayan çocuklar yoksa,
güzergahınız dağlık ve ormanlıksa,
muavinin birilerini taciz ettiğini görmüyorsanız,
su istediğinizde hortum mu bağlayayım demiyorsa,
kaptan muavine küfretmiyorsa,
molalardan gına gelmiyorsa,
mola verilen yerde kazıklanmamışsanız,
varacağınız yer sevgiliye varacağınız yerse,
zevk alınabilecek yolculuktur.
şaire göre ankaranın en çok istanbula dönüşünü sevmek tadında yaşanan yolculuktur.
kamil koç ile yapılıyorsa güzeldir. *

(bkz: reklam kokan hareketler)
kişinin mutlu olması için birebir olan bir yolculuktur.çok güzeldir.kafanızı dinlersiniz.radyonzağuzu açarsınız.muavinin ikram ettiği kahveyi içersiniz.tabiki yanınızda erzağınız olmalıdır.
Sürprizlere de gebe olabilecek güzel bir durumdur, sürpriz yoksa bile güzel bir kitap sürprizi aratmaz.
şehirler arası yolcuk yapacagımda hep aklıma gelir yılmaz erdogunun şiirinin şu sözleri;
soguk ve şehirler arası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan...

ve tabi ki de en önemlisi otobüsün hemen başında duran şahısların ankara yolcusu kalmasın, istanbul yolcusu kalmasın gibi nidaları gelir aklıma.

aslında biraz hüzün biraz sevinçtir işte şehirler arası yolculuk...yolculuk sonrası varacagın yer seni mutlu edecekse sevincin içine sıgmaz ama hep hüzün veren bir tarafı da yok degildir, yollar uzadıkça sen de düşüncelere dalar gidersin...
Trenle zevkli hale gelen yolculuktur.
boyunuz 1.80 den fazla ve koltuğa sığmıyorsanız,önünüzde nezaket kelimesini sadece tv den duymus bir insan evladı oturuyorsa,otobüs denizli den istanbul a gitmek için tüm ege yi dolasıyorsa,host "baba n'ber" modundaysa,gece 00.00 sularında otobüsten indikten sonra "maalesef x'e servisimiz yok" lafı istanbul soğuğuyla beraber yüzünüze vuruyorsa,üsütüne üstlük taksici "gündüz acamam evladım" diyorsa harikulade bir olaydır,her ay tekrarlanması tavsiye edilir.
(bkz: sehirler arasi yolculuk yapmak)
ayrılıklara götürüyorsa hüzünlü, kavuşmaya vesile olacaksa neşeli bir aktivitedir.
yolculuğun süresi de bu ayrıma bağlı olarak kısalır ya da yüzyıllara yayılmış gibi gelir (bkz: görecelik kuramı).
içinde her türlü duyguyu barındıran eylemdir. yollar geçer, inekler geçer, evler geçer, ruhunuzun eksik parçalarını bulmaya çalışırısınız. kendinizi sürekli sorgularsınız. sonra yanınızdaki kişi ''almaz mısınız?'' der ve yol boyunca soy kütüğünüzün bile sorgulandığı bir muhabbet başlar...
çok sevdiğin arkadaşınla veya sevgiliyle yapılan şehirlerarası yolculuğun duygusu zaten anlatılmaz yaşanır...
bir de yolculuk sırasında önünüzde oturan kişinin koltugunu size dogru egmesi sonucu, kucagınıza düşecekmiş gibi bir durumun oluşması da sinir edici bir detaydır şehirler arası yolculukta...
uzun zamandan sonra tek başına otobüsle yolculuğa çıkmışsan kendi kendine kalmanın vereceği o tarifi zor duyguyla seni düşünce karmaşalarına iten, anı labirentlerinde kaybeden bir deneyimdir. sadece oturur gözükürsün, bedenin aktif olmasa da zihnen had safhada aktifsindir. nereden geldi şimdi bu aklıma dedirten olaylar, unuttuğunu sandığın anılar hücum eder birden. bazısı sıkar canını, bazısı gülümsetir ama neticede o koltukta hiç bir şey yapamadan oturmanın verdiği o boşlukla yüzleşirsin kendinle, anılarınla. karmakarışık bir ruh haliyle inersin otobüsten. normal günlük yaşantına dönünceye kadar içindeki o buruk, tuhaf hisle yaşarsın bir süre.
üçüncü yada dördüncü sırada cam kenarından bilet almalısın ve muhakkak yanında sevdiğin bir kitap olmalı. okumaktan yorulduğun zamanlarda ise başını cama koyup kendi iç yolcuğuna çıktığın an, seni yormayacak tınılar olmalı kulağında.
vazgeçemediğim; jewel - foolish games gibi...

yada sohbetine doyamadığın, uyurken başını omzuna yaslayabildiğin sevdiğin olmalı yanıbaşında...
Yolculuk bitene kadar yanındakinin gereksiz muhabbetini çekmemek için uyuma numarası yapmak.