bugün

yokluğu hayatı boyunca hiç görmemiş veya bilmemiş insanoğlunun yokluk hakkında yapmaya çalıştığı yorumdur. biz insanlar yokluk deyince aklımıza siyahı getiriveririz hemen. tamamen duyularla algıladığımız dış çevreden fazlasını yaşayamamamız böyle sonuçlara varmamıza sebep olabilir. ama biliyoruz ki duyularımız bizi yanıltır. en basitinden çay bardağındaki kaşığı kırılmış gibi görürüz ama bildiğimiz bir gerçek olduğu için bunu önemsemeyiz. peki ya bilemediğimiz gerçekleri asla bilemiyorsak? sürekli dünyada gördüğümüz şeyleri farklı mekanlarda hayal ederek yokluk kavramının yokluğuna ulaşamayız. çünkü çok basit zekamızla, sadece dünya algımızla hareket ediyoruzdur.

gerçekliğin farklı olduğu bir başka yer ise rüyalardır. orada gördüklerimiz gerçekte yoktur diyebiliriz belki ama bu da doğru değildir. tamamen somut dünyadan alınmış tüm bilgilerin tüm renklerin ve şekillerin karışmasıyla soyut bir gerçeklik yaratır zihnimiz. yani dünyada hiç görmediğimiz bir rengi rüyamızda da göremeyiz.

anlatmak istediğim nokta şu; yokluk kavramı bize ''bakın at başlı kartal yoktur işte yokluk böyle bi şeydir'' demiyor. yokluğu asla algılayamayacağımızı söylüyor. özellikle yokluk deyince siyah bir boşluk hayal edebilen basit zihinlerimizle. ha tanrı kelimesini cümle içinde kurabilmemiz onun varlığına işarettir denebiliyorsa şayet bu tanrı kavramıyla dünya üzerinde karşılaşmamızdandır. yani şu an 100milyon ışık yılı ötedeki yarı insan yarı fil bir yaratık varsa ve ben ''o yoktur'' diyemiyorsam bu onun var olduğu veya yok olduğu anlamına gelmez çünkü dünya üzerinde ona dair hiç bir yorumum, ideam bulunmamaktadır. ama bir ihtiyaç olarak tanrı mutlaka insanda doğan bir varlıktır. nasıl sevgi bir ihtiyaçsa ve doğuyorsa aynı onun gibi. yani bir şeyden bahsedilebiliyor olması bu onun gerçek olduğu anlamına gelmez. insanların o konudaki bahisleri, dünya üzerindeki onu düşünmeye sevk eden olayları ve o kavramı yaratırkenki hisleri gerçektir. tanrı kavramının insanlar arasındaki bahsi gerçektir. veya x'in.
buradan hareketle (bkz: tanrının yokluğu yoksa tanrı yoktur)
varlık ya da yokluk sözcüğü ile tanrının sadece kişinin fikrindeki konumu belirtilebilir. var-yok kararına varmak ancak bilgi ile mümkün olur. yetersiz bilgi ancak tahmini düşüncelere yol açar. bu nedenle aslında gerçek bilgiyi bilmek mümkün değildir. bilgi, zaman cetvelinde bulunduğumuz konuma göre farklılıklar gösterecektir. yaşadığımız hayat bize verilen veriler doğrultusunda tahminlerimizden ibarettir.
tanrıyı yoktan varetmeye çalışmayın, dogmamış ve doğurulmamıştır.
böyle bir kesinlikten tam olarak bahsedilemez, ama...

tanrinin varliginin ispatlanmasi hali tanri´nin kuran´daki haliyle istemedigi bir durum oldugundan su an icin ispatlanamayacaktir. ama her ispatlanamayan sey yoktur, denemez. bazi seyler bazi sartlar olusmadan ispatlanamaz. burada bahsedilen aptal, salak degil, her bakimdan mükemmel, cok yüksek zeka tasiyan bir merciiidir. kuran´in bakara suresinin basi mümin´in tanimiyla baslar ve "onlar görmediklerine (gayba) inanirlar" denilir. sonrasinda zaten bir mükafatlandirma kismi vardir. yasin suresinin 9.suresinde de "inanmayanlarin önlerindeki ve arkalarindaki bir set"ten bahsedilir ve allah´in"onlari kusattigindan" bahsedilir, onlar inanmayacaklardir. ve sonrasinda gene ayet 11´de "ancak görünmeyen rahman´dan korkanlari uyarabilirsin" seklinde bir ayet de mevcuttur. yani allah´in muradi görünmek degil, görünmemektir. cünkü dünya bir imtihan yeridir, bu ve bu imtihan´in ana donesi de bu "görünmeyen güce" inanmaktan gecmektedir. demek ki allah, kendi istegi dogrultusunda,kendisinin belirli kaliplar kullanilarak ispatlanmasini, dilememistir. ama kendisi de bunun sadece sartlar olusmadigi icin öyle oldugunu bildirmektedir.

sartlar olusmadan kar yagmaz, yagmur yagmaz, cicekler acmaz, hersey bir sürü sarta bagli durumdadir doga da ve insanin kendi hayatinda. sartlarin olusmasi da pekcok faktöre baglidir.bilindigi üzre bütün renkler sadece cismin belirli dalgaboylarindaki isik huzmelerini emip digerlerini birakmasi sonucu olusmaktadirlar. ama bunu görebilecek göz dizayni gerekmektedir. köpekler herseyi siyah beyaz görürler. sen ne kadar ugrasirsan ugras bir köpege "mavi" rengin varligini ispat edemezsin, onda "mavi" yi görmesine yarayacak sartlar olusmamistir.o, onu göremeyecek, tahayyül bile edemeyecektir. yani ispat dedigimiz sey aklin yaptigi birseydir, ve akil dedigimiz sey de kendi "sartlari" icerisinde bu ispatlari yapmaktadir. yaa iste, bu sartlar bambaska faktörler araya girdigi anda degisebilir, ve o ispatlanamayan sey, birdenbire ispatlanir hale gelebilir. yani benim bugün yok saydigim sey sadece ben onu algilayamadigim icin yoktur, ama bu o yoktur anlamina kesinlikle gelmemektedir.
Öncelikle tüm kitaplar da ezeli ve ebedi olarak lanse edilen bir olursal/olmazsal varlığı, yani olabilirliğine ve olamazlığına inanan ve bu inanışı benimseyenlerin olduğu bir evrende tanrı kavramını yokluk paradoxu adı altında ele almak büyük talihsizliktir. konu başlığına giriş değerlendirmesinde descartes, parmenides,herakleitos ve tertullian gibi tarihsel figürlerden izler taşıyan bir mozaik var. ''inanıyorum,çünkü saçma'' diyerek tanrının varlığını benimseyen tertullian'ın saçma olan ile ezeli-ebedi olan arasında bir özdeşlik kurması ve saçmayı bu ezeli-ebedi varlığın imkanının en önemli hakikati saymasını saçma olarak değerlendirmek bir saçmalık mı,yoksa saçmalık,bu varlığa getirme eylemini saçma olarak nitelendirmek mi?
ve kişi sorar;saçmalık nedir?
birşeyi saçma olarak nitelendirmek için ya o şeyi akla uygun bulmamak gerek ya da anlamamak gerek, akla uygun bulmadığın ya da anlayamadığın bir varlığı bütünüyle kabullenmek...saçmalık mı?
ya da descartes, düşünüyorum, o halde varım. bu vecizede ilk etapta tamamen bireysel bir vurgu yatmakta, bu bireysel vurgu kendi çeperinden çıkıp genelede maledilebilir. yani düşünen her insan, düşündüğü an varlığını tescil etmektedir. peki düşündüğü an kendini varlığa getiren insanın düşüncesine konu olan şey varlığa gelebilir mi? sürrealist bir ressamsanız kafanız da tasarladığınız herşeyi resmedebilme şansınız vardır, bu basitçe bir örnekti, ama tanrı düşüncesi bu değildir, eğer tanrı düşüncesi bu olsaydı insanların hala putlara tapınıyor olmaları gerekiyordu, ne güzel işte, kişinin kafasında şekillenmiş, tasarımı yapılmış ve el emeği göz nuru ile piyasaya sürülmüş çil çil putlar...ki hala meta üzerinden bir varlığa tapınma eylemselliği başta uzakdoğu olmak üzere bir çok kültürde devamlılığını sürdürmekte. ama genel anlamda ki tanrı algısı bundan çok farklı bir durum, göremediğimiz,dokunamadığımız,kokusunu alamadığımız bir varlık... sadece düşüncede varolan, gördüğümüz ve yaşadığımız bir çok olayı ya da şeyi kendisine malettiğimiz bir düşünce. ama asla somutlaştıramadığımız bir düşünce...
gelelim herakleitos un varlık-yokluk ilişkisine, ona göre herşey kendi zıttını taşır, yani herşey kendi varlığı içinde aynı zamanda yokluğunuda taşır, bişey varken hem yoktur,hemde vardır,buradan hareketle olmak ya da olmamak, varolmak ya da varolmamak diye buyurmuş olan herakleitosun bu anlayışına tanrıyı sokmak anlamsız olur. zira ezeli ve ebedi bir varlık olarak lanse edilen tanrının kendi zıttını yaratması gibi bir düşünce olamaz, eğer tanrı bu evren deki herşeyin kurucusu ve gözleyicisiyse, insanların içinde bir korku ya da sevgiyse, allah korkusu adı altında çoğu insan yapmak istediği kötülüğü bu korku yüzünden gerçekleştirmiyorsa..bu anlamda tanrı bu evrenin adalet ve ahlak sibobu görevini görmektedir, bunun tam tersi bir durumun varlığı düşünülemez, yani tanrının adaletsizliğin ve ahlaksızlığın sibobu olması gibi bir düşünüm dinsel paradigmaların özüne ters bir durum ortaya çıkarmaktadır. o halde kendi zıtlığını kendinde barındırmayan şey zaten yoktur, yok olan birşeyin varlık nedeni olarak yokluğunu delil göstermek bizi tertulliana götürür, yani saçma olana.
gelelim parmenidese, onun buyurmuş olduğu üzere; bir buğday tanesini yere attığımız an onun yere değişi esnasında bir ses duyamayız, ama onun aslında bir sesi olduğunu biliriz, fakat insanın duyma yetisinin sınırlarından dolayı bunu duyamayışımız onun bir sesinin olmadığı anlamına gelmez, ama bir avuç buğdayı yere attığımız an çıkan sesi duyarız, bu çokluğun sesidir, ama bir avuç pamuğu yere attığımızda da sesini duyamayız, o da bir çokluktur ama yişnede duyamayız, ama bir sesinin olduğunu biliriz, duymasak bile bir sesinin olduğuna inanmak zorundayızdır. yani oprtada bir ses yok, ama aslında var..bizim duyamadığımız bir ses var,duymadığın sese inan. evet bu bir ihtimaldir, zira buğday tanesi görünmekte, bir hacim ve ağırlığa sahip, yerçekimine uygun bir yapıda...buradan hareketle onun yere düştüğü an bir ses meydana getirdiğini düşünmek mümkündür. ama hiçbir şekilde kendine dair bir somut iz taşımayan tanrıyı yokluktan varedip, evet göremiyoruz,duyamıyoruz ama inanmalıyız, ona inanmamızın zaten en büyük gerekçeside sahip olduğu bu soyut niteliklerdir diye buyurmak ve bu yolla onun varlığını kanıtlamak bizi yine tertulliana götürmekte;saçma...
saçma olandan kesinlik yargısını çıkarmak; kesinlikle saçma olmak.
bir şeyin var olduğunu düşünebilmek, onun varlığının kanıtıdır gibi saçma,
bir o kadar da çocuk aklı ile üretilmiş, bayat hazin bir söylem, boş vakitlerinden gına gelmiş insan söylemi.
x, y ve z harfleriyle açıklama yaparsam;
bu örnekte x, y ve z kullanılmayacaktır!
devam edeyim;

peki öyleyse!
dişperilerinin varlığını düşünebiliyoruz, onu aklımızda var etmişiz, o halde dişperileri
şüphesiz olarak vardır. manyak spagetti canavarı da vardır, bertrand russell'ın kutsal çin demliği de vardır.

böyle bir düşünceyle, asıl yaratıcı olan vasıf tanrıdan alınarak, insana geçer.
yani, tanrının insan tarafından yaratıldığı görüşü, bilinçsiz bir tanrı korumacısı tarafından,
ve yine bilinçsizce desteklenecektir.
hani ne diyor, küçüklerimiz; bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın!
çok sevdiğiniz bir şarkıyı, son ses müzikle çalışan modifiye edilmiş genç arabalarında duyduktan sonra
artık sevmemeye başlarsınız ya, işte bu sözü de öyle sevmiyorum artık!

ama şunu seviyorum işte;
"bilmeyince ne kadar da kolaydır konuşmak!"
bernard shaw.
(bkz: yaratıcılık)
(bkz: hayal gücü)