bugün

kısaca tse.

(ing. ftic.*)

mikroiktisat literatürüne eklemeye yeltendiğim, tüketim davranışıyla ilgili eşiktir.

bu eşik ile tarafımca öne sürülen hipotez; hiperenflasyon gözlemlenen bazı ülkelerde* ikame malların* tüketiminde, (örneğin bir restorandaki biri pahalı biri ucuz iki yemek) belli bir fiyat eşiğini geçtikten sonra tüketiciye "ulan X kadar para vermişiz, üstüne bir ɛ (ɛ: X ile Y arasındaki fiyat farkı olmak üzere) kadar daha verip Y'lik yemeği yiyelim bari" şeklinde zuhur eden bir salmışlık gelmesini ve bu sebeple tse*nin ötesinde, tüketicinin bu iki mal arasında pahalı olanı tercih etmesinin daha olası olduğunu öne sürer. tüketici davranışının genel talep fonksiyonu ile çelişmesi bu hipotezi ilginç kılan faktörlerden biridir.

anlatım biraz fazla akademik kalabileceği için bir örnekle açıklayayım:

enflasyonun yırtıcı olmadığı bir zamanda, bir A yemeği 10 lira, B yemeği 30 lira olsun. tüketici bu iki yemek arasında, şayet o gün kesenin ağzını açmak ya da özel olarak kendini şımartmak niyetinde değilse, parasını cebinde tutabileceği A yemeğini seçmeye meyillidir. 10 lira verebileceği bir yerde 30 lira vermek pahalı gelebilir.

enflasyon sonrası durumda ise A yemeği 60, B yemeği 90 lira olsun. tse'nin aşılmasının etkisiyle tüketici "anasını satayım madem bir yemeğe 60 lira verecek hale gelmişiz, sikerler, bari B yiyelim" demeye daha yatkındır. iki yemek arasındaki fark (ɛ) 20 liradan 30 liraya çıkmış olmasına rağmen nispeten ucuz yemeğin bile uçuk seviyede bir fiyata yükselmiş olması, tüketiciyi psikolojik olarak bu tercihe iter.

prensip olarak laffer eğrisi'ne benzer bir temelden çıktığı için grafiği de benzer şekilde çizilebilir:

x ekseni: ikame malların fiyatı
y ekseni: tüketicinin bu fiyat farkını (ɛ) umursama seviyesi

x ekseninin bir yerinde bu tse çizgisi, ters u şeklindeki "umursama seviyesi eğrisini" simetrik olarak ikiye böler.
müthiş tespit, güzel anlatım.

ben zaten örneğin 10 lira verip bunu yiyeceğime, 30 lira verip şunu yerim diyerek pahalısını seçiyordum. bir de şimdi düşünün ne paralar veriyorum...
somebody, pahalı bir dükkana girmek üzereyken dükkanın kapısında arkadaşları tarafından uyarılır:
"bu eşiği geçersen sikerler".
tüketicinin motivasyonu lüks düşkünlüğü, gösteriş veya belli bir standardı korumak gibi kaygılardan beslenmediği; bilakis bir koyvermişlik, bir salmışlık ve hatta içten içe gizli bir bireysel protesto ile şekillendiği için tüketici davranışı anlamında "ingiliz değil de amerikalının bulup adını koymadığı" veblen mallarından ayrılan hipotezdir aynı zamanda. * tek başına gidilen bir restoranda da rahatlıkla sergilenebilir mesela.

aksi takdirde "fiyatı arttıkça talebi artan ürünler" yazıp geçmek bu başlığı tek başına anlamsız kılardı. başlık hala anlamsız tabii belli bir noktaya kadar, o ayrı *

gelgelelim, malların girdiği lüks kategorisi veya fiyatların tüketicinin gelirine olan oranı konusunda daha detaylı bir tanım verilmesi gerektiği hususunda katılıyorum.

örneğin çocuğunu özel okula yazdıracak olan ve *o kadar da* zengin olmayan bir veli, arasında 50 bin lira fark bulunan iki okula bakarken bu tse'nin etkisi ile karar vermez, veremez.

tse daha çok o gün pahalı olan alternatif seçildiğinde bile hayatta çok fazla bir şeyin değişmeyeceği, yalnızca insanın şurasında* ince bir sızı oluşturacağı küçük, tuhaf, depresif durumları kapsar. gecenin 2'sinde "şöyle bişi var sanki lan" diyerek yazılan teoriden daha fazlasını beklemek ayıp olabilir.