bugün

zamlardan anası skilmiş olan bu milletin neden ses çıkarmayıp sürekli sindiğine anlam verebilen var mı? avrupadaki gelir ortalamasının bizden kat kat iyi olduğu ülkelerde bile halk alınan kararlardan hoşnut olmadığı zaman protesto hakkını kullanırken bizde herkes korkakça kabuğuna çekiliyor. açlıktan öleceğiz hala şükür ediyoruz. ne zamana kadar sürecek bu düzen. ne zaman insanca yaşamaya başlayacağız. ne zaman ay sonunu nasıl getiririm diye düşünmeden uyuyacağız. sokayım böyle sisteme.
(bkz: Dayak korkusu)
bilirmisin sen biber gazını?
bilirmisin sen jopun tadını?
"...Bu durumun farkına, Fransa’yı allak bullak eden “Sarı Gömlekliler” meselesini düşünürken vardım. Nedense “Sarı Gömlekliler meselesini” sanki bir yerden hatırlıyormuşum hissine kapıldım. Yaptığım kısa bir araştırma yanılmadığımı gösterdi. Aradığım on seneler evvelinden, çok uzak bir memleketten, Tayland’dan çıktı . Şimdi hikâyeyi bir hatırlayalım…

1992’de uzun sürmüş bir askerî idâreden kurtulan Tayland özgür seçimlere kavuştu. Taksin Şinavatra isimli bir lider seçildi. Arkasında hatırı sayılır bir halk desteği vardı. işbaşına geldikten sonra memleketinin demokratikleşmesini sağlayacak mühim adımlar attı. Dahası fakir kitlelerin hayatını iyileştiren ekonomik toplumsal reformları hayâta geçirdi. “Açık Toplum Vakfı”nda örgütlenen Taylandlı liberaller Şinavatra’yı destekliyorlardı. Ama sonra her ne olduysa, her cenahtan “liberal şikâyetler“ yükselmeye başladı. Taksin Şinavatra’nın başta umut veren liberal çizgisini kaybettiği, popülizmde karar kıldığı, Tayland’ı diktatörlükle idâre etmeye başladığı yazılır, söylenir oldu. Şinavatra’ya karşı çıkanlar Demokrat Parti’de örgütleniyordu. Eski oligarklar, aristokratlar, bürokratlar, askerler, Bangkok orta sınıfları, Güney Tayland muhalifleri biraraya geldiler. Kurtuluş için büyük gösteriler tertip edildi. Açık Toplum Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı gibi NGO’lar başrolü oynuyordu. Askerî darbeyi arzulayan göstericilerin üzerinde Sarı Gömlekler vardı. Hareket Sarı Gömlekliler Hareketi olarak anılmaya başladı. 2006 senesinde göstericilerin istediği oldu. Askeri darbe yaşandı. Taksin Şinavatra iktidardan uzaklaştırıldı. 2010’da ise Şinavatra taraftarları, üzerlerinde “Kırmızı Gömleklerle” sokaklara döküldü. Sarı Gömlekliler durur mu? Onlar da sokaklara indi. Çok sayıda insanın öldüğü, yaralandığı olaylar yaşandı.

Sarı Gömleklilerin seçimlerde başarı şansı yoktu. 2011 senesinde yapılan seçimleri yine ezici bir şekilde Kırmızı Gömlekliler kazandı. Kırmızı Gömlekliler, millî burjuvazi, yeni orta sınıflar ve memleketin Kuzey ve Doğu’sunda yaşayan kalabalık kitlelerden oluşuyordu. Taksin’in kızkardeşi Yingluck Şinavatra iktidâra geldi. Sarı Gömlekliler durmadı yeniden sokaklara döküldü.. Hâsılı Tayland, çoğunlukçu demokratlarla, çoğunluksuz çoğulcu demokratlar arasında bölündü.. Tayland’da şu aralar neler oluyor, bilmiyorum. Ama aşağı yukarı bu bölünmenin süregittiğini tahmin edebiliriz…

Bu kurgu sizlere bir şeyleri hatırlatıyor mu? Bazı isimleri ve oluşumları x değişkenine oturtup, yerine bizden birilerini koyunca denklem işliyor değil mi? Tayland neresi, Türkiye neresi, dememek lâzım...

Bense cânım renklerin mâkus tâlihine üzülüyorum. Meselâ, bilmem sizi de düşündürüyor mu: “sarı” bütün çeşitlemeleriyle Van Gogh’un paletine ve tablolarına ne kadar da yakışıyordu? Tıpkı hava ve su gibi, en nihâyet renkleri de kirlettik gâliba… Hayf…"
Süleyman Seyfi Ögün
ya fetöcü ya da pkkcı olursun da ondan. adamlardaki kafa kendi gibi olmayan, kendilerine karşı olan herkesi terörist ilan etmek üzerine.

sözlükte de bolca var bu sperm israflarından.
Akp'ye yarayacağı içindir.

Sarı yelekliler ve Fransız hükümeti birbirine yapmadığını bırakmadı. Ayrıca sarı yelekliler etrafı biraz kırdılar döktüler, hayatı aksattılar.

Fakat ne Fransız hükümeti ne Fransız basını sarı yeleklileri vatan haini ilan etmedi. Kimse dış güçlerin oyuncağı olduklarını söylemedi. Kimse güvenlik kuvvetlerinin verdün'ü (Fransızların Çanakkalesi oluyor) hunlara (Almanlar oluyor) karşı savunan kahramanlardan farkları olmadığını söylemedi. Kimse sarı yeleklilere hun demedi.

Bu işler bizde nasıl olur hepimiz biliyoruz. Neden böyle? Çünkü hükümetin ve yandaş medyanın yalanlarını yutmaya hazır geniş çomar kitleler var.

Fransa'da grevler, iş yavaşlatmalar, gösteriler hayatın normal bir parçasıdır. Halk rahatsız olsa bile doğal karşılar. Çünkü bu hakların yarın öbür gün kendilerine de lazım olacağını bilir.
Kadim bir ses çıkarmama durumudur ...
şükürcülükten ve ahlak yoksunluğundan dolayıdır, bizim en büyük şansımız atatürkün devrimleri idi ancak tam olarak uygulamak için
maalesef ömrü yetmedi atanın.

Bir fransız devrimi de yaşamadığımızdan güdülmeye mahkumuz.
Çünkü bizdeki refah anlayışının sözlükteki anlamı: karnı tok olan kimse. barınacak bir alana sahip olan döşek, minder, yatak gibi uyuyabilecek bir yere sahip olan kimse. veya üzeri çıplak kalmayacak şekilde uzuvlarını bir kumaş, örtü veya bez parçaları ile kapatabilen kimse. sabah ve akşam düzenli olarak yiyecek tüketebilen kimse. eğer bu şartları sağlıyorsanız Türkiye' de kalite veya ayrım gözetmeksizin sizde refah sınıfına giriyorsunuz demektir. birde bizim hayat beklentisi falan çok farklı tabi. yani biz 2000 lira alıp başımızı sokacak ev ve karnımızı doyurup şükür diyoruz. mesela bizde avmlere alışveriş için gidilmez % 90 lık kesim mağaza gezmek için gider. bakar bakar eli boş geri döner. veya asgari yaşam için düzenlenmiş 1 pide alana 1 pide bedava veya 2 pide + sınırsız içecek 19.90 gibi tarifelerden yararlanıp terasta yemek yeyip burger kingden 1.5 liraya kahvesini de içmiş güzelce evine dönmüştür... bakın bunları küçümsediğimden değil. bunları yapamayanlarda var. hatta biz öğrenciyken bunları yapardık yani 60-70 liraya bir avm de sevgilinle ordan burdan kısarak bir şekilde vakit geçiriyorsun öğrenciysen güzel ama hayat böylede devam etmez kardeşim. mesela ben ilerde evlendiğim zaman bunları yapmayı lüks görmem veya refah olarak görmem yapmak istediğim şeyleri yapamıyorsam ondan bundan kıstığım halde maaşımın % 10 u sadece 3-5 saatlik bir avm eğlencesinde akıp gidiyorsa orada bir şeyleri sorgulamaya başlarım.. her gün işten eve evden işe git-gel yaparsan ondan bundan kısarsan sadece doğalgaz-elektrik-su- internet- telefon faturaları asgari ücretin% 50 sini alıp götürüyor zaten. birde ev kiraysa yandın. % 40 ı da öyle gidiyor kalan 200 lirayla ekmek makarna alıp ay sonuna kadar yetirirsen ne mutlu..

hayat standartları emin olun 90 lardaki yüksek enflasyondan bile daha düşük arkadaşlar.. yok hastane sırasıymış, ekmek kuyruğuymuş. benim babam tek yevmiye ile her gün eve kilo kilo muz, abur cubur getirirdi.. çok iyi hatırlıyorum. eskiden 7-8 kişilik bir hanede sadece tek kişi çalışırdı. kadınlara yönelik istihdam azdı. şimdi ise her evde en az 2-3 kişi çalışıyor sadece eve giren maaş yükseliyor bu da refah olarak algılanıyor. yani kesinlikle bundan 25 yıl öncesinde de aynı durum olsaydı eve 3-4 maaş girseydi bundan kat kat daha refah olurdu..