bugün

--spoiler--
Gittin...

şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana...
--spoiler--
En güzel günlerimin
üç melun adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayayım diye
en güzel günlerimin bu üç melun adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç melun adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi.
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun.
Okuyorum.
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim,
ebediyete,
ben o günleri.
Sana gelince, sen o günleri
-kendi oğluyla yatan,
-kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek,
ve üç yüz papellik rahat için...
En güzel günlerimin
üç melun adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi.
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince;
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün.
Ne ben sana kızarım,
ne de zatın zahmet edip bana küssün.
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz!

nazım hikmet ran
Bir gün deniz ölgündü. Bir oltayla balıkta,

Kuşlar gibi yalnız, yapayalnızdım açıkta.

Şehrin eleminden bir uzak merhaledeydim,

Fânîleri gökten ayıran perdeye değdim.

Rüzgârlara benzer bir uğultuyla sulardan,

Sesler geliyor sandım ilâhî kuğulardan.

Her an daha coşkun, daha yüksek, daha gergin,

Binlerce ağızdan bir ilâhî gibi engin

Sesler denizin ufkunu uçtan uca sardı,

Benzim, ölümün şi'ri yayıldıkça, sarardı.

Kalbimse bu hengâmede kuşlar gibi ürkek,

Kalbim heyecandan dedi: "Artık dönelim, çek!

Kâfî!.. **ülerden gelen âhenge kapılma!"

Birdenbire hissettim ufuktan bir atılma.

Baktım ki deniz insanı durgun suyu yardı,

Bir dev gibi mûnis ve yosun saçları vardı.

Durdum, dedi:

"Mâdam ki deniz rûhuna sır verdi sesinden.

Gel kurtul o dar varlığının hendesesinden!

Son zevkin eğer aşk ise ummâna karış, tat!

Boynundan o cânan dediğin lâşeyi silk, at!

Kirpikleri süzgün o ihânet dolu gözler,

Rikkatle bakarken bile bir fırsatı özler.

Aldanma ki sen bir susamış rûh, o bir aç;

Sen bir susamış rûh, o bütün ten ve biraz saç.

Ummâna çıkar burda bugün beklediğin yol,

At kalbini girdâba, açıl engine, rûh ol!".
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza, siyah güller, ak güller

Ulur Aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek

Zeytin Ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir, södü lambalar
Uyu da turnalar girsin Rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki, ben, Mona Roza bulurum seni
incir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar Su kenarında
Ki, ben, Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev Alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Birgün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler, o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki, kapalı gece ve Güne
Altın bilezikler, o kokulu ten

Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza, siyah güller, ak güller.

Sezai KarakoÇ (MONA ROZA)
AYSEL GiT BAŞIMDAN

Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.

Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim icin kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.

Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...

attila ilhan
Ben Senden Önce Ölmek isterim

Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
Iyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni gorebilesin
Fedakarliğimi anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşiyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacagız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasndan nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
nazım'ın pirayesi
Gözlerine bakarken umurumda değil mevsimler
Gülüşün hep deniz kenarı bana
Sen bir adım attığında göreceksin
Elinde balonlarla bekleyen o adam benim
Aldığım en derin nefessin sen.
Dudaklarının dudaklarımdaki işgali hala yüreğimde
Nefes alıyorum ama hala bulamadım seni

'ben sana yanarken şimdi...sen kim bilir nerede
üşüyorsun'
Ölü Adamın Kaçışı

Kaç bahar geçti gidişimden sonra...
Kaç kara kış karşıladı yalnızlıklarımı...
Kaç papatya saydım acaba seviyor mu diye...
Kaçıncı asırı bu sensizliğimin...
Kaç yıl geçti ömrümden,eriyip giden usul usul...
Kaç damla kan damladı gözlerimden yollarıma buralardan uzaklaşırken...
Kaçıncı kurşun bu yüreğime sıkılan, acıtan ama öldürmeyen...
Kaçıncı ihanet bu kurşunlardan daha acımasız olan...
Kaçıncı ölüm yıldönümü bu kara sevdamın...
Kaç kez kaçtı bu adam anılarından...
*
- “iyi saatte olsunlar” Atalar sözü –

Kızgın benizleriz ki parıldar görünmeden,

Titrer yanında bizleri bir lâhza vehmeden.



Vicdanların azâbıyız onlar tanır bizi;

Tâzîb için ziyârete gelmiş sanır bizi.



Her suçlunun başında hayâlî cezâsıyız,

Her âşık aldatan kadının kalb ezâsıyız.



Bir cinsimiz azâb ise vicdan ve hislere,

Bir cinsimiz de var ki belâdır nefislere.



Lâkin bu cinsimiz daha dişlek ve zorludur,

Vicdânı olmıyanları nefsinde korkutur.



Dünyâda korku nâmına bizler de olmasak,

Bilmezdi âdem-oğlu nedir şerr için yasak.



Bir def’a hisseden bizi! Bildin mi kimleriz?

Cinler veyâhut onlara benzer vehimleriz.
LiMAN KIRINTILARı

Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
Yalan söyledim
yırtık blucinli tayfalara
Seni sevmediğimi söyledim.
Oysa rıhtımlar
en şarkılı dalgalarla yıkanıyordu
Midye kabuklarında sakladım gözyaşlarımı;
Hastaydım
kırık kötümser bir öksürük yapışmıştı boğazıma
Seni unutmak gerekiyordu...

Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
iskele fenerlerinin altında oturup
seni bekledim sevgilim
Ellerim ıslaktı, gözlerim ıslaktı.
Gelip caydırabilirdin beni gitmekten
Oturup sigara içer, anlaşabilirdik...
Sana tapacağım yalan değildi
benim olursan
Seni seviyordum, seni istiyordum...
Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
Filler gibi içtim liman meyhanelerinde;
seni unutmak için içtim...
Senin sokağında geceler yıldızsızdı
senin sokağında gece yağmur yağıyordu
Ben zayıftım, çabuk ıslanıyordum
Bana sevmek yaramıyordu,
ben sevilemiyordum...
Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
Sana bırakacağım bu kentin
üç semtinde üç damla gözyaşı döktüm
Birincisi seni ilk gördüğüm yerdi
ikincisi seni ilk öptüğüm yerdi
Üçüncüsü... söylemeye dilim varmıyor,
üçüncüsü bana git dediğin yerdi
işte bu mısraları orda karalıyorum;
işte demir aldı şilebimiz
Gidiyor, gidiyor, gidiyorum...

Edgar Allan Poe
Nice günün nice gecen
dişlenmiş tırnaklanmış
nice günün nice gecen
sevdaların yağmalanmış

nice günün nice gecen
deşilmiş parçalanmış
nice günün nice gecen
yavruların boğazlanmış

nice günün nice gecen
ezilmiş kırbaçlanmış
nice günün nice gecen
şarkıların ağulanmış

nice günün nice gecen
karanlık hücrelerde
paslan...mış kancalarda
kudurmuş pençelerde
eşilmiş ayıklanmış

nice günün nice gecen
ey yoksul insan
ey yoksulun yoldaşı
ey yoksul yoldaşına sırdaş olan
ey yoksul yoldaşının sırdaşına arkadaş
ey anaların çığlığıyla ürperen
ey ürperenin kardeşi
ey yurtsuz adam
oğlunu yitirmiş baba
babası vurulmuş çocuk
ey yâri yâresi olmuş kadın
şarkısı yasak ozan
yolunmuş çiçek
ürkütülmüş güvercin
urgandaki
hücredeki
sürgündeki
ey duvağı yırtılmış gelin
sırtından vurulmuş genç
torunu çalınmış dede
açlığa oyulmuş bebek
sürgündeki
namludaki
duvardaki
ey göğsü dağlanmış esir
nice günün nice gecen
yaşamak uğruna yaralıdır
ey "zincirlerinden başka
kaybedecek şeyi olmayan"
insanca yaşamak isteğiyle suçluysan
hayatta olmanın onuru da yaralı
ey hayata sevdalı esir
dünümüzde
günümüzde
tenimizde bu yara
"bizi kurtaracak olan
kendi kollarımızdır."

Nihat Behram.
bedri rahmi eyüboğlu - sitem

Önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim.

Yar yar!..Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hışım
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım.
Yar yar
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var
murathan mungan - kilit taşı

ve en sevdiğim yeri..

bunca yil ölümün kulaginda sakli kalmis masal
hep dünmüs gibi zamanin kalbinde tasinan karanlik takvim
sayfasini açar, saatini seçer
büyük konusmasin hiçbir sifre
hayat kelimelerden daha büyük
günes saatiyle döner bir gün
herkesin yasaminin zeminine dösenmis agir, yekpare kilit tasi
kendi elimizle açilir kaç yildir esiginde bekledigimiz büyük kapi
herkes intihar ettigimizi sanir
Her seyin siradanlastigi bir dünyada
bazen kaybetmek en dogru seçimdir.
Ve o dünyada en yerinde tercih; vazgeçistir.
emperyal oteli- attila ilhan.
vurdun kanıma girdin, kabulümsün..
Aziz Nesin-Bağışla,

"...Yine geç kalmışım bağışla sevgilim
Sevgiye on kala ölüme beş"
ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda
dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle,
bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
kelimelerinse kifayetsiz olduğunu,
bu derde düşmeden önce.
bir yer var biliyorum
herşeyi söylemek mümkün
epeyce yaklaşmışım, duyuyorum
anlatamıyorum.
seni seviyorum demek isterdim
ölesiye bir duyguyla,
taparcasına dil dökmek
ve saçlarım ağarmadan söylemek isterdim

seni sarmak isterdim sonsuzlukla
delicesine sevmek
bir sarhoş gibi adını sayıklamak
ve bağırarak kollarında ölmek isterdim

ahmet kutsi tecer
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nazım Hikmet.
(bkz: fahriye abla)

anlatılanı bire bir yaşamasam dahi bana, sanki önceden bir fahriye ablam varmış da ondan uzaklaşmışım hissi veren ilginç ve bana göre hüzünlü* bir şiirdir.**
(bkz: ey sareban)
Senin Korkularını Benim inceliğimi

Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.

insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
iki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
bulmacanın beş harfli yemek sorusuna; yanıt aramanla halkalanmış,
Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....

Ne mi yapacağım bundan sonra?

Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
Trafik polislerine adres sormayacağım,
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

Şükrü Erbaş
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı ...

Murathan Mungan
I love your eyes, my darling friend,
Their play so passionate and brightening
When a sudden stare up you send
And like a heaven-blown lightning
It'd take in all from end to end
But there's more that admire;
Your eyes when they're downcast
In bursts of love-inspired fire,
And through the eyelash goes fast
A Somber, dull call of desire..*
Hani söz vermiştik,alemi ervahta,
Belâ demiştik elestü Birabbiküm sualine,
Yaratıcı,rızık verici ve yegane kanun koyucu olarak
Allahtan başka ilah , önder olarakta onun resulünden başkasını tanımıyacaktık.
Hani söz vermiştik...

Hani söz vermiştik,

Erkamın evinde hangi şart ve ortamda olursa olsun,
ilayı Kelimetullah misyonunu yürütecek,
Musibetlerden yılmayacak
Hiçbir tehditten korkmayacak,
Gerekirse ölümlerin en güzeline talip olacaktık

Hani söz vermiştik Akabe tepesinde...

Kendimizi ve ailemizi koruduğumuz gibi,
Kanımızla,malımızla ve canımızla koruyacaktık resulullahı,
Hani söz vermiştik akabe tepesinde...
Doğru olan herşeyde resule itaat edecektik.
Rabbani davayı elden ele gönülden gönüle
Balçıkla sıvanmayan hakikat güneşini cihadsız ve şehadetsiz bırakarak lekelemeyecektik...

Hani söz vermiştik medinede ,

Dünya kardeşliğinin en güzel teşekkül etmeye başladığı medinede,
Kıyamete kadar tüm müslümanlar kardeş olacaktı ve bizler,
Ve Bizler muhakkak ki müminler kardeştir fermanı ilahısına gönülden bağlanacak,
Vücudun azaları gibi,birbirimizin derdiyle dertlenip sevinçlerimize ortak olacak,
Komşusu açken tok yatan bizden değildir düsturuna ,
Evrensel komşuluk bildirisine
Kardeşliğin en alt eşiği olarak bakacaktık.

Hani söz vermiştik rıdvanda,

Başımızı tutamayan ellerimizi kökünden kurutacaktık.
Nemlenmemiş bir gözü,
Yara almamış ,çile çekmemiş bir bedeni mevlaya sunmayacaktık
Mücadelesiz ve vuslata özlemsiz geçen bir günü yaşanmamış kabul edip,
Doğarken nişanlandığımız ölümle ,
Cihad masasında şehadet gömleğini giyerek,
Nikahlanacağımız günün hasretiyle yanıp tutuşacaktık,

Hani söz vermiştik...

Ayaklarımızı vura vura mekkeye girerken,
Dinime namusuma göz diken zalimler tekrar iş başına gelirse,
Mukaddes beldelere ebreheler tekrar saldırırsa,
Bizde kanatlanıp uçacak,mevlamızın ebabil kuşları olmaya talip olacaktık.

Hani söz vermiştik veda haccında resulullaha,

Cahiliye adetlerini bir daha diriltmemek üzere kökünden kurutacaktık,
Miras bırakılan emanetlere sımsıkı sarılacak,
Ahkam-ı kuraniyyeyi tüm dünyaya hakim kılacaktık,
Ahde vefa gösteremedik ALLAHIM,
Zihinlerdeki hatırasını çoktan silmiştik,
Şehadet mi?
Çok uzaktı bizden,tanımıyorduk onu,
Sözlüklerimizden bile çıkarmıştık.
Çile çekmeye yanaşmadık,öyle eğildik,öyle eğildik ki,
Doğrulacak ne bir belimiz,kaldıracak ne bir başımız kaldı,
Utanıyoruz ALLAHIM.

Nemlenmemiş bir gözle yara almamış bir bedenle huzuruna varmaya
Utanıyoruz,...
Ahde vefa gösteremedik ALLAHIM bunu biliyoruz,
Ama şunuda biliyoruz ki
Rahmet deryanda ufacık bir damlayız,
Yüzümüz yerde ama
AFFET ALLAHIM AFFET.....
güncel Önemli Başlıklar