bugün

aşağıdaki yazı serzeniş içermektedir. yazdıklarımdan alınanlar çıkabilir. bu kişilerin niyetleri benim yazdığım gibi değilse alınmalarına gerek yok. en başta kendilerinden özür dilerim. tabi niyetleri aşağıdakiler olmamakla beraber icraatleri aşağıdaki gibi olmuşsa özrüm geçerli olmak kaydıyla takkelerini önlerine alıp, bir yerde yanlış yapılmış olabilir mi, bu adamın söylediklerinde az da olsa gerçeklik payı bulunuyor mu, diye düşünmelerini salık veririm...

son zamanlarda uludağ sözlük içerisinde gözlemlediğim yardım kampanyası mantığıdır. amacım yapanlara laf sokmak, katılanları incitmek değildir. sadece benim kallbim ve mantığım ikisi birden, yardım işinin bu şekilde olmayacağını söylemektedir. Söylediklerimin Deniz Feneri Derneği ile de alakası yoktur. Her ne kadar Bahçeşehir de oturuyor da olsa o şahıs.

Konuyla birebir alakalı olmasa da Osmanlılarda bu işlerin nasıl yapıldığını aktarayım. Aynen Deniz fenerinde ki gibi, o mahalleyi iyi bilen şimdiki muhtar o zamanki herneyse bilgi alınır ve bu yardımlar gizli olarak yapılırdı. Zira amaç ben yardım ettim demek değil, ne mutlu ki, bir fakir daha doydu demekti. hatta aşevlerinde yemekler yapılır. bunlar fakirlerin evlerine bizzat götürülürdü. Kimse saatlerce kuyrukta beklemezdi. insana saygı vardı. Tabi bunlar çok eskidendi.
Şimdi bu işler şov işi oldu. Artık yardım ettiğiniz kişileri televizyona çıkarıp, ağlatmak. ne yüce bir iş yaptığınızı anlatmak moda. Ramazan da kapıya topladığımız fakire el öptürüp, fitre vermek moda. Çok güzel düşünülmüş, yapanın aklına, yüreğine sağlık dediğim iki kampanyadan sonra (düşünce olmayablir. kend algımı söylüyorum) "aaa ne güzel ben de yaparım" demek moda. işin suyunu çıkarıp "her hafta ziyaret edelim turistik gezi yapalım" demek moda.
Sağ elin verdiğini, sol elin duymaması gerektiğini bildiren bir dine mensup olmamıza rağmen durum bu. halbuki iş bilgisayarı tamir edip, "bak ben böyle yaptım ne güzel oldu" demek, "çok da üzüldük, kolumuza resim çizen o kız..." cümleleri kurmak, eve gidince size bu hayatınızı veren anne babaya bir kere dahi olsun sarılıp "seni seviyorum" demeyi akıl edememek durumuna geldi.
bunlara üzülüyorum ben...
"her zaman içelim sıçalım yapmayalım" diyen çok sevdiğim arkadaşlarımız mevcut. çok doğru düşünüyorlar... ama bir kuş beyinli olarak ben, bu ziyaretler esnasında yapılanın ne olduğunu merak ediyorum. gelen güzel kızların sözlüğe kazandırılması çalışmaları da aynı yardım kampanyasına dahil oluyor mu mesela?
tabi ki, işin içerisinde bir de kalite var. marjinal fayda sözlükteki çok tatlı yazar arkadaşımızdan hariç içerisinde bir gizem barındıran tamlama. anlamı şudur. bir şeyin belli sayıda tekrarlanması mesela susamışken su içilmesi, abazayken sevişilmesi vs. bir yere kadar insanın kendisini çok mutlu hissetmesini sağlar. bir yerden sonra ise çok hızlı bir şekilde tam ters etki yapacaktır. en güzel yerinde o an için bırakılması gerekmektedir. peki budurumda bünyeyi zorlamanın (insan vücudunu örnek verdiğim için aynı yerden devam. zaten iktisat ilmi direk insanla ilgilidir) manası nedir.

kanımca olması gereken, bu işlerin tadında yapılmasıdır. sene başlarken yapılan bir kitap kampanyası çok faydalıdır. her sene tekrarlanması da faydalı olabilir. ama, her sene "hem onu yapalım, hem gidelim şunu da yapalım, ohoo bu bizi kesmez gidelim bir de şunları şunları yapalım" hali; artık bu işi içimizden geldğinden değil, "işte biz bu grup olarak bu işleri misyon edindik" havasına girmektendir.
bu sözlüğün misyonu bu değil kanımca.
eğer çok içinizden gelerek yardım etmek istiyorsanız bu tarz misyonu olan bir harekete katılmanız ve insanları katılmaya davet etmeniz, bizzat yardımda bulunmanız gibi şeyler sizin vicdanınızı gerçekten rahatlatacaktır. mahsuscuktan değil.

son olarak bu söylediklerimden yardım kampanyalarına karşı olduğum anlaşılmasın lütfen. benim karşı olduğum, bu işin şova dönüştürülmesi, sözlüğün misyonunu kaybetmesi endişelerimin gerçeğe dönüşmesi ihtimalidir.
(bkz: deniz feneri)
(bkz: benim kitap yolladigimi o cocuk nerden bilecek)
(bkz: ha deniz feneri ha uludag sozluk)
(bkz: ikiside bisiler yapmaya calisan bir topluluk)
(bkz: ayni tas ayni hamam)
öncelikle kampanya kelimesinden yola çıkmak gerekir. bakmayın öyle, anahtar kelimedir. kampanya demek reklam demektir. kampanyalar reklam yoluyla geniş kitlelere ulaşır, büyür. daha işin başından zıtlık hemen göze çarpıyor. yardım ve reklam kelimeleri aynı cümlenin içinde ne ayak?

dedik ya, bizler "bir elin verdiğinden öbürünün haberi olmasın" düsturuyla yetiştik. üstelik atalarımız yardımlaşma hususunda misali görülmemiş bir sistematik benimsemişlerdir. işte kaynağını hatırlayamadığım bir örnek; osmanlı devletinde yardım etmek isteyenler parayı belirlenmiş yerlere bırakırlar. ihtiyacı olanlar ise kimin bıraktığı belli olmayan bu paralardan ihtiyacı kadarını bu yerlerden alırlar.

değişen ve gelişen toplum diyoruz. bu kavramı denklemde yerine koyarsak, yardımlaşma denklemini sağlamadığını görüyoruz. yani artık şova dönüşen yardımlaşma kampanyaları yadsınamaz bir gerçek ve malesef kara leke. peki kampanya şeklindeki yardımlaşmanın amacı, getirisi, götürüsü nedir?

bu şekilde reklamlarla büyüyen yardımlaşma kampanyaları, bir dayanışma örneği olarak yardımlaşmanın neredeyse sadece kurban bayramı ve benzeri günlerle sınırlı kalmasından ileri gelmektedir. demek istediğim, eğer yardım eden çok olsaydı, reklama, dolayısıyla şova dönüşen kampanyalara ihtiyaç kalmazdı. işte bu nedenle de yardımlaşma, serbest piyasa yardımlaşmasından, tekel piyasa yardımlaşmasına * geçmiştir.

sıkmadan bitirmek gerekirse, şova dönüşen yardım kampanyaları, sadece yardıma muhtaçların acınacak halde değil, toplumumuzun da kaybolan değerlerinin aynası olması sebebiyle hepimizin acınacak duruma geldiğini göstermektedir. madem örneği deniz fenerinden verdik öyle bitirelim. bu ve bunun gibi oluşumlar ihtiyaçtan doğmuş olmakla beraber, yardıma muhtaç insanları hatırlamamız için malesef gerekli hale gelmişlerdir.