bugün

sezen. yol arkadaşım, yol arkadaşımız. boğaza bir hıçkırık düğümlenir. bir veda anıdır yaşanan yada kalbin kırıldığı kırılıpta sesini çıkaramadığı bir andır. kalp atar. bir kalp kırılsada atmaya devam eder sonuçta. hayat bir yoldur uzunluğunu bilmediğin çıkmışsındır bi kere. sezen yol arkadaşıdır. çığlığındır, sitemindir, bu çileli yolun azığıdır. dayan der kulağına usulca. senin için, seni sana ve kimeyse sitemin, nazın, kırgınlığın O anlatır. sen dinlersin..güç bulursun her şarkısında. kendinin ve bu hayat yolunun kılavuzluğunu yapar sana. öyle yücedir Onun gönlü işte. tanımadan seni yetişir imdadına. O bir orkestra şefidir. O bir dert ortağıdır. O bir SEZEN dir işte..O Allah ın mucizelerinden biridir. ve ben O nu çok seviyorum...
nihayet, nihayet, nihayet, sonunda Viyana da 29.11.2008 tarihinde konser verecek olan kralice.
(bkz: deniz yıldızı)
yıllarca kendimi zorlamama rağmen bir türlü şarkılarını sevemediğim ve artık pes ettiğim şarkıcı. her bir şarkısı ayrı bir zulüm gibi. kayahan ile birlikte türk müziğinin baş işkencecilerinden.
aslında yıllar yılı arabesk şarkı sözleri yazmış onno tunç sayesinde popun divası diye yutturulmuş..
radyoda çalan (bkz: beni unutma)şarkısı, gümbür gümbür, yeri göğü inleten bir ses.özlenen ses..
güzel kadın, sesi güzel kendi güzel sözleri güzel.
her daim dinlemekten zevk aldığım,tüm yanlızlıklarımda şarkılarına sığındığım, dibe vurduğumu anlayıp tekrar onunla dipten çıktığım, göz yaşlarıma ve kahkahalarıma şahit olan tek sanatçı..
ata demirer'in yeni filminde konuk oyuncu olarak yer alacak kraliçem.
şarkıları ve sesi kadar konserleri de muhteşem olan minik serçe lakaplı sanatçıdır. konserlerinde müziği ile etkilemesi dışında espiri ve hikayeleri ile gülmekten kırıp geçiriyor. fahir atakoğlu (ünlü bir türk piyanisttir.) ile hint taklidi yapmasını görmelisiniz. şimdiler de kilo vermiş ve kendisine çok yakışmış. hayatta bir kere olsun konserine gidilmelidir.
Time out dergisinde çok samimi bir söyleşisi yayınlanan değerli insan..
Türkiye’nin en sevilen kadını olmakla nasıl başa çıkıyorsunuz? Bazen anonim olmayı özlüyor musunuz?

Aslında kendimi ya da yarattığım söylenen etkiyi ciddiye almıyorum. “Teksin”, “yegânesin”, “kraliçesin” gibi sözlere kapılırsa insan, arızalanabilir. Yakın çevremde ve özellikle ailemde bana haddimi bildirebilecek insanlar olduğu için kendimi şanslı hissediyorum. Onlar sayesinde gerçekle bağlantımı koparmadan, bunlara fazla kafa yormadan üretime odaklamış durumdayım kendimi.Anonim olmayı istiyorum dersem, haksızlık etmiş olurum. Bizim işimizi yapan insanlar, önlenemez bir fark edilme dürtüsü ile yola çıkıyor zaten. Sonradan bunun olası ağır bedellerini ödemek paketin bir parçası. “Hediyesini alayım, kutusunu atayım” demek adil gelmiyor.

Herkes sizinle çalışmak için ölüp bitiyor, kapınıza kamp falan kuruyorlar. Siz birlikte çalıştıklarınızı, destek verdiklerinizi nasıl seçiyorsunuz. Yetenek mi, ışık mı, sebat mı, sevilesi olmak mı?

Kapısında kamp kurma sözü gerçekten dışarıdan bakan gözlerin yarattığı bir fantezi benim nazarımda, çünkü ben henüz kapımda yatan birileri ile hiç karşılaşmadım. Hatta ben bu konuda fazlasıyla kolay ilişki kurulan biriyim. Ki bunu doğrulayan eleştirilerle de çok karşılaşıyorum, daha seçici olmam konusunda... Esas fikrim şudur, şarkı söylemek, yazmak bir araç sadece benim için. Aslolan hayatı daha anlamlı ve daha katlanılabilir kılabilmek. Ama bu karşılaşmaların içinde kendi öz gücü ile derin etkiler yaratanlar, Tanrı’nın yetenek hediyesi ile dünyaya gönderdikleri zaten. Onların farklılaşması, daha çok parlaması bu öz kaynaktan kendiliğinden gelişiyor. Ben herkesin şarkı söylemesini isterim, herkese şarkı verebilirim. Değerlerini tayin edemem , tayin etmek de istemem. Bunlar suyun akışına bırakılması gereken tarafı işin...

Yaratıcılığınızı neler besliyor?

Birincisi, ‘bilmediğimiz bilgi’ ile alakalı... Dolayısı ile adres göstermem mümkün değil. Ama benim bildiğim kadarı ile, yüzde 7’sini kullanabildiğimiz ve dolayısı ile pek de güvenilir bulmadığım beyin denilen mekanizma ile vardığım sonuç, en hakiki beslenme alanı hayatın bir bütün olarak kendisi.

Ruh halinize göre şarkı yazıp daha sonra dinlemeye bile tahammül edemediğiniz oluyor mu?

Genellikle bir şarkıyı bitirdikten sonra onunla ilişkim de kendiliğinden bitiyor. Albüm aşaması profesyonel sürecin devreye girdiği daha teknik bir çalışma sistematiği gerektiriyor. Bir tür, ‘sorumlulukla bezenmiş zorunluluk hali’ de diyebiliriz. Mümkün olmadığını biliyorum ama bir şarkıyı yaptığım anda bir kere söyleyip boşluğa salmayı ve hemen yeni bir şarkıya başlamayı isterdim doğrusu. Zaten şarkı yazmak da tuhaf bir iş... Çoğu kez şarkıyı yazarken, bir dış göz olarak kendimi izlerken yakalıyorum. Biraz önce sözünü ettiğim ‘bilmediğimiz bilgi’ ile ilgili olsa gerek. Ama şarkıyı söylerken gerçekten samimi olabildiğimde –ki bu her zaman mümkün değil doğası gereği – eliniz ateşe değdiğinde nasıl ki canınız yanar, çığlık atarsınız, o kadar gerçek ve ortak bir sesi çıkarıyormuşum duygusu taşırım.

Şarkılarınızın sözleri alışılmışın çok dışında. Meselâ “Sen o alacası içinde fesatla, hangi günü gün edicen? Ah o kaditin üstüne, bir de atlas yorgan sericen” satırını yazarken nereden ilham aldığınızı çok merak ediyorum!

Ben bir Egeliyim; Anadolu’nun her yerine hakim çok kültürlülükten en çok nasibi alan coğrafya yani... Muhtemelen yaşamsal gözlem kayıtlarımdan günü, anı geldiğinde, belki de bir küçük çağrışımla, ama gerçek yaşamda tamamen karşılığı olan bir insanlık halinin kendiliğinden dökülüvermesidir... Yaratım anı gerçek ise, bir plan program söz konusu olamaz. Planlı programlı yaptığınız şarkıların, ki öyle şarkılarım da var, birer kurgu olduğunu hissetmeyecek hiçbir kalp yoktur. Kısa bir süre sevip eğlenebilirsiniz, ama içinize almazsınız.

Yeni şarkılarınız da çok seviliyor ama ‘Geri Dön’, ‘Sen Ağlama’gibi klasikleri siz söylemeseniz bile seyirci mutlaka istiyor. Yıllardır aynı şarkıları söylemekten sıkıldığınız oluyor mu?

Bazen olur... Çok da normaldir bu. Ama genelde birlikte şarkı söylemek, o şarkıları paylaşmak, birbirini hiç tanımayan insanların hiç bir dayatma olmadan o şarkılarla ‘bir’lik içinde duygudan duyguya savrulması bıkılacak birşey olamaz. Çünkü bu, bu zor dünyada her defasında ümidin yeniden tazelenmesi demek benim için. Çünkü ben hayata katlanabilmek için ümit etmekten başka bir çare olmadığına inanıyorum.

Eskiden daha duygusal ve kişisel şarkılar yazarken, bugünküler daha neşeli ve daha toplumsal konulara değiniyorsunuz. Bu değişim nasıl oldu?

“Değişmeyen tekşey değişimdir”. Burada bu bilindik sözün tam yeri sanırım. Bir de tabii, benim durmadan kendimle haşır neşir olacak ne hevesim ne de vaktim var. Hayatı olduğu gibi olgunluk ile karşılamaya ve yolun beni getirdiği noktada birikenleri dökmeye ancak yetişebiliyorum. Hayata değer katabildiğimde, anlam üretebildiğimde mutluyum, iyiyim.

insanlar aşık olduklarında, acı çektiklerinde genelde ‘Sezen Aksu’88’ dinliyor, siz ne yapıyorsunuz?

Ben ne yaptığımı bilmiyorum!

Geçmişin tortularını nasıl temizlersiniz?

Temizleyemiyorum ! Temizleyeni de anlından öperim!

Ünlüler tanınmamak için siyah gözlüklerle dolaşır, sizin ise alamet-i farikanız dudaklarınız. Nasıl gizleniyorsunuz?

Dudaklarımı büzüp incelterek! Fakat bir süre sonra adalelerim yorulduğundan, fena halde yakalanıyorum. Böyle bir küçük anım var. Hasankeyf’in tepesine bu yöntemle tek başıma çıkıp, inerken yorulup dudaklarımı salınca, 3 bin kişi ile indim... Bunların yarısından fazlası ile öpüşerek ve cep telefonu ile resim çektirerek... Ki bilirsiniz cep telefonları, masa çakmakları gibi hiçbir zaman anında çalışmaz, dolayısı ile o meşhur köftelerle gülümseme pozisyonunda minimum 30 saniye bekleyerek... Sonunda gülümsemeye benzemese de, en azından iyi niyet olduğunu anlayarak bağışladıklarını umuyorum.

Sahneye çıktığınızda muazzam bir kalabalık gözünüzün içine bakıyor ve isminizi haykırıyor. Her şey bitip de evde yalnız kaldığınızda nasıl hissediyorsunuz?

Aklı başında hiçbir insanın böyle bir şey yapmayacağını düşünüyorum. Hâlâ bana kendimi onca kalabalığın önüne attıran önüne geçilemez duygunun, ne çıkışlı olduğunu anlamaya çalışıyorum. Daha önce binlerce kere yorumlanmış, üzerine araştırmalar yapılmış kayıtlı bilgiler ve benim kendi yakaladığım bulgular var elbet. Ama nihai bir tanı koymak için hiçbiri yeterli değil. Yetişkinlikten itibaren akıl devreye girdiğinden, binlerce gerekçelendirme yapabilirsiniz. Ama bu, sizi dokuz aylıkken masanın üzerine çıkıp oynatan duyguyu açıklayamadığından, açıklayabilir yeterlilikteki uzmanların dediği ile yetinmek lazım.

Acıyı, kederi, özlemi en iyi ifade eden müzisyenlerden birisiniz. Acıyla, kayıpla ilişkiniz nasıl? Artık eskisi kadar acımıyor mu, güçlendiniz mi? insanlara hala eskisi kadar güvenebiliyor musunuz?

Bu ‘hayatı çakma’ ile ilgili bir şey. Ne kadar kalın kafalı olursanız olun, hayat kendini öğretir size. Duygular değil, katlanma biçimi değişime uğruyor; iyi kötü olgunlaşıyorsunuz. Yegâne olmadığınızı farkettikçe, yükünüzü hem kendiniz hem başkaları için hafifletmeyi öğreniyorsunuz. Benim çözümüm açık ve net:

Hayat zorlaşınca, çıkmaz sokaklarda soluksuz kalınca
Azalınca mânâdan, seyyar sevdalarda parçalanınca
Dert bitmeyince, bildiğin çektiğine yetmeyince
Düşmanında kendini yakalayınca, bi daha kin gütmeyince
O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz...

Güven konusuna gelince, eskiden pembe balonumun patlamaması için görmezden, duymazdan gelirdim. Şimdi patlamasına katlanabiliyorum...

devamını dergide okuyabilirsiniz..
kendisini sevmem etmem. şarkılarının büyük bir kısmının esinlenme olduğu bilinse de, bu konuda uluslarası davaları olsa da, sesi iki geri bir ileri şeklinde seyretse de, ite ite bir yerlere anca gelmiş olsa da, öncüsü ajda pekkan veya dönemdaşları nilüfer, zerrin özer ve nükhet duru'nun onda biri kadar sese, soluğa sahip olamasa da şimdinin pek çok isminden yine iyidir dediğim kişi. ama gözünü seviyim artık şarkı söyleme(me)ye çalışma, gitmiş bitmiş işte, boydan boya detonesin demekten kendimi alamadığım geçmiş dönemde şarkıcıydı diyebileceğim kişi.
(bkz: hala haber bekliyorum senden) şarkısını takdir ettiğim sanatçı, canım.
askin tarifi
her aşkın arkaplanında çalan şarkıların sahibi.

bir de ben dahil bir çok türk erkeğinin ilk aşık olduğu kadındır.
yıllar geçtikçe şarkıları dahada güzelleşen sanatçı.
her dinlediğimde 'allah uzun ömür versin sana sezen' dediğim yegane ses,yorumcu,kadın..
günce'nin söylediği nezaket adlı güzel şarkının söz ve bestecisi.

mülkiyetsizim sevgilim
yüksüzüm, hükümsüzüm
küçük şeyler sevindirir beni
mesela biraz nezaket
deniz yıldızı' nın hikayesi olan hayatı ayalı çok zaman olsa da bana tekrar hatırlatan, ülkemin güzide seslerinden, sanatçılarından biri. sesine kurban..
kendisini mayo ile fotoğraflayan gazeteciye dava açan sanatçı. 3 yıl hapis cezası almış arkadaş. isabet olmuş. insanların özel hayatına tecavüz eden bu gazeteciler "işimiz bu" safsatasının altına sığınarak her türlü terbiyesizliği yapabiliyor. sezen aksu'nun o tür programlarda yer almak istemediğini bile bile, gizli gizli takip edip fotoğrafını çekmek hangi gazetecilik ahlakına sığıyor, bunu da sorgulamak gerekir zaten. tangasını giyip poposunun resmini çektirmek isteyen onlarca ünlü varken bari şu kadına dokunmayın. şarkılarını dinlemek istiyoruz sadece, onun magazin programlarıyla işi olmaz. işine bu kadar değer ve emek veren gerçek bir sanatçıya yapmayın bunu.
özel hayatın gizliliğinin korunmasına yıllardır ne kadar önem verdiğini söyleyen sanatçı, bu konudaki hassaslığını mahkemeye bizzat giderek ve ifade vererek kanıtlamıştır. sonunda da muhabirimiz tekneye zoom yaparak çektiği fotoğraf sonucunda 1 yıl ceza almıştır.bütün magazin basınına ibret olacak bir davranış sergilemiştir ve sadece işiyle gündeme gelmeye çalışmak istediğini vurgulamıştır.
1 bardak su.
gerçekliğine inanmadığım kişi; rüya.
rengarenk loş ışıkların dans ettiği hayal sokakta, bana beni fısıldayan, aşıkolasılığı yüksek, hoş kadın.
ufacık tefecik içi dolu bestecik.
Goran bregoviç ile de bir albüm yapmis olan sanatçidir. iyidir, hostur seveni çoktur ama tabiri caizse, bregoviç'in eserlerinden kullanmis oldugu bir çok müzigin içine siçmayi basarabilmis tek sanatçidir. *
daha güzel bir örnek için (bkz: kayah).