bugün

Babylon'un yani kraliçe Semiramis'in asma bahçeleri ile ünlü Babilin en yakışıklı genci Pyramus, Thisbe ise en güzel kızı. Birbirine komşu evlerde yaşarlarmış.

Birlikte büyümüşler, birlikte genç olmuşlar.

Birbirleri için yaratılmışlar ve çok geçmeden aşık olmuşlar.

Evlenmeyi istemişler.
Aileleri karşı çıkmış, tartışmışlar bir gün.

Karabulutlar dolaşıyormuş üzerlerinde üzgün gençlerin.

Pyramus'un babası;
"Thisbe'yi görmemelisin"

Thisbe'nin babası ve annesi;
"Pyramus'tan uzakta dur" dermiş.

Pyramus ve Thisbe, ayrı kalmayı denemişler, ama sevgileri o denli kuvvetliymiş ki, ayrı kalamamışlar

Ve bir gün tuğladan bir duvar, iki ailenin evlerini ayırmış.

Ama aşıklar, duvarda bir deliği keşfetmişler.

Tek bir taşın düşmesinden oluşan küçücük bir delik.. Onlardan başka hiç kimsenin bilmediği bir delik.

Aşk neye kadir değildir ki! Artık bu delikten hiç değilse seslerini birbirlerine duyurabiliyorlarmış, sevgi dolu sözler fısıldıyorlarmış.

"Acımasız duvar!" diyorlarmış, "bu iki aşığı neden ayırıyorsun? Ama gene de sana nankörlük etmemeliyiz, Hiç değilse birbirimize olan aşkımızı kelimelerle de olsa ifade etmemizi sana borçluyuz." Gece olup ayrılma vakti geldiğinde ise duvarın iki tarafında dudaklarını duvara dayayıp öyle vedalaşıyorlarmış.

Bir sabah, şafak yıldızları ortadan kaldırıp, güneş çimenlerin üzerindeki kırağıyı erittiğinde her zamanki yerlerinde buluştular. Kötü talihlerine lanetler yağdırdıktan sonra ertesi gece, el ayak çekildikten sonra kimselere görünmeden evlerinden çıkıp buluşmaya karar vermişler. Buluşacakları yeri surların dışındaki Ninus'un Türbesi olarak belirlemişler. Erken gelen pınarın yanındaki dut ağacının altında diğerini bekleyecekmiş.

Her konuda anlaşmışlar, ikisi de sabırsızlıkla güneşin sulara gömülmesini ve oradan gecenin yükselmesini beklemeye başlamışlardı. Gece olduğunda önce Thisbe, tanınmamak için başını kocaman bir ipek bir şalla sardıktan sonra, ailesine görünmeden evden uzaklaşmış ve türbenin olduğu yere gelerek kararlaştırdıkları gibi dut ağacının altına oturarak beklemeye başlamış.

O sırada gecenin koyu karanlığında, çenesinden süzülen kanlardan avdan döndüğü anlaşılan dişi bir aslanın, hararetini gidermek için pınara doğru geldiğini görmüş.

Gördüğü manzaranın dehşetiyle kendini hemen yakındaki bir mağaraya atmış. Bu arada aceleden ipek şalını düşürdüğünü fark etmiş ama aslana yem olmak korkusuyla geri dönememiş. Aslan suyunu içtikten sonra ormana dönmek için yola koyulurken yerdeki atkıyı gördü ve kanlı ağzıyla yoklayıp parçaladıktan sonra yoluna devam etmiş.

Pyramus hala ailesinin yatmasını bekliyormuş heyecanla ve endişeli endişeli güzel sevgilisini düşünüyormuş..

Nihayet el ayak çekilince, koşar adımlarla çıkmş evden. Nefes nefese dut ağacının altına atmış kendini. Gecikmiş olmanın telaşıyla hızlı hızlı randevu yerine doğru yürüyen Pyramus kumda aslanın ayak izlerini farkedince bir korku sarmış genç bedenini. Biraz ötede yerde duran kanlı şalı da görünce:
"Ah benim şanssız sevgilim, senin ölümüne ben sebep oldum. Canımdan çok sevdiğim sen, aşkımızın ilk kurbanı sen oldun. Arkandan geleceğim. Bütün kabahat bende,seni böyle tehlikeli bir yere gönderdim ve seni korumak için senden evvel buraya gelmedim. Hey, aslanlar! Kayalıklardan çıkıp gelin ve bu suçlu bedeni dişlerinizle parçalayın!"diye bağırmış. Yerdeki kanlı şalı alarak buluşacakları ağacın altına geldi ve onu gözyaşlarıyla ıslatarak öpmeye başlamış.

Sonra da:
"Deseninde benim kanım da olacak" diyerek kılıcını çekmiş ve kalbine saplamış. Yaradan fışkıran kanlar toprağa yayılmış, ağacın köklerine ulaşarak gövdesinden meyvelerine yükselmiş ve ağaçtaki beyaz dutları baştan aşağı kırmızıya boyamış.

Bu sırada , korkudan hala titreyen Thisbe, sevgilisini hayal kırıklığına uğratmamak için usulca mağaradan dışarı çıkmış. Atlattığı tehlikeyi ona anlatmak için sabırsızlanıyormuş.

Ağacın yanına gelmiş, ağaçtaki kırmızı dutları görünce bir an için yanlış yere geldiğini düşünmüş. Böyle tereddüt içindeyken bir anda yerde can çekişmekte olan birisi olduğunu farketmiş. Onun sevgilisi olduğunu görünce haykırmaya, dövünmeye başlamış. Onun cansız bedenini kucaklıyor, yaralarını gözyaşlarıyla yıkıyormuş.

"Ah Pyramus "diye haykırmış. "Bu nasıl oldu? Bana cevap ver. Ben Thisbe'yim, senin Thisbe'n. Bir tanem, duy beni ve başını kaldır!" Thisbe adını duyan Pyramus birden gözlerini açmış ama sonra tekrar yummuş. Bu sırada yerde kendi kanlı şalını ve onun kılıcının kınında olmadığını gören Thisbe:

Sen kendi canına kıydın ve bunu benim için yaptın. Ben de cesurum ve aşkım da senin aşkın kadar güçlü. Buna ben sebep olduğum için arkandan geleceğim. Bizi ayırabilecek yegane şey olan ölüm arkandan gelmemi de engellemeyecektir. Ve ey bizim kederli ailelerimiz, bu son ortak arzumuza karşı gelmeyin, aşk ve ölüm bizi birleştirdi, mezarımızı da tek yapın. Ve sen ey ağaç, bu gaddarlığın izlerini sakın kaybetme, meyvelerin kanımızın anısını hep taşısın. dedikten sonra kılıcı tüm gücüyle göğsüne saplamış.

Thisbe'nin ailesi onun son dileğini yerine getirmiş, tabi tanrılar da. Bedenleri tek bir mezara konmuş.

Geciken bir birleştirme.

Ve Tanrılar;

Böylesine tutkulu ve yüce bir aşkı, dut ağacının dışını Thispe’nin kara saçlarının rengine, içini Pyramusun sarı saçlarının rengine çevirip, iki aşkı iç içe yerleştirdiler.

Dut ağacının beyaz, küçük, yumuşak meyvelerini Pyramus'un kanının kırmızısına, Thispe'nin gözyaşlarını da yapraklarına dönüştürerek, ölümsüzleştirdiler...

Pyramus ve Thisbe sonsuza kadar o ağacın altında, içinde yaşayacaklardı artık..

Karadutun lekesi çıkmaz ellerden, ama koparıp bir yaprak ağaçtan ovuşturursan elinde, leke temizlenir. Tıpkı, Thispe'nin gözyaşlarının, Pyramus'un kanını temizlediği gibi.
mitolojide bir aşk hikayesinin baş kahramanları...
pyramus ile thisbe öyle bir aşkla bağlanmışlar ki birbirlerine evlenmeden ilişkiye girmişler. hormonlar tabi dayanamamışlar..
sonra hanım kızımız thisbe hamile kalınca mahalle baskısından korktuğu için intihar etmemiş mi,, ah etmiş etmiş..
bunun acısına dayanamayan pyramus da kendini öldürmemiş mii, ah öldürmüş öldürmüş..
işte burda gözüme birşey kaçtı sanki mendili olan? neyse efendim sonra tanrılar bile bu sevgililerin bu haline dayanamamışlar.. nerde eski aşklar tabi ve tanrılar oturup bir karara varıp bu iki sevgiliyi bir akarsuya dönüştürmüşler... birlikte akıp gitmişler sonsuza...
ya bu gözüme kaçan hala çıkmadı yok mu bir mendili olan?
shakespeare' in romeo and juliet' ini yazarken esinlenmiş hatta ufacık kopyalamış olduğunu düşündüğüm mitolojik hikayedir. efsaneye göre dutların morarmasının sebebi de tee bu hikayeye dayanırmış.
Aslanın 2 dakkada koca kariyi yutacagini sanan tez canlı az zekalı bi adamın dramı.

karanlıkta tisbe ses çıkarmamaya özen göstererek kapıyı açtı ve dışarı çıktı. ev halkından kimse onu görmedi. yüzünü bir tülle örterek mezarın yanına geldi ve ağacın altına oturdu. sevgisi onu yüreklendiriyor, korkusunu dağıtıyordu. ama birden bir aslan göründü. herhalde daha yeni bir hayvanı paralamıştı, ağzı kanlıydı. ağacın yanındaki çeşmenin yalağından su içmeye gelmiş. babilli güzel tisbe aslanın geldiğini uzaktan ay ışığında gördü ve korkudan titreyerek kaçıp hemen oracıktaki karanlık bir mağaraya saklandı. ama kaçarken başına bağladığı tül kayıp düşmüş ve arkasında kalmıştı.

vahşi aslan bol bol su içip susuzluğunu giderdikten sonra ormana dönmek için yola koyulunca tisbe'nin ince eşarbını gördü ve onu kanlı ağzıyla parçaladı.

az sonra piramos geldi ve toprağın üstünde bir yaban hayvanına ait olduğunu hemen anladığı ayak izlerini gördü. yüzü bembeyaz kesildi derken kan lekeleriyle kirlenmiş eşarbı da bulunca şöyle bağırdı: "aynı gece iki sevgilinin de ölümünü görecek, ikimizden en uzun yaşaması gereken oydu, suçlu olan benim, zavallı sevgilim! seni yok eden ben oldum. çünkü geceleyin böyle tehlikeli bir yere gelmeni senden ben istedim ve buraya senden önce gelmedim. ey bu kayalıklarda yaşayan aslanlar! bedenimi parça parça edin. etimi korkunç çenelerinizle ısırıp paralayın.. ama yalnız korkaklar ölüm dilenirler."
sonra tisbe'nin eşarbını atarak buluşmayı kararlaştırdıkları ağacın altına gitti. o kadar iyi tanıdığı eşarbı öperek uzun uzun ağladı. ve ona şoyle dedi: "şimdi benim kanımı da içmelisin." böyle diyerek yanında taşıdığı kılıcı hemen böğrüne sapladı ve geri çekti aldığı yarayla o anda öldü.