bugün

Vladimir Mayakovski şiiridir.

Pelteleşmiş beyninizde
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi

hayal kuran düşüncenizi,
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli.

Tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı,
yirmi iki yaşında.

Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar, onu trampete yükler.
Fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi,
Öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar!

Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı,
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı.

Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla,
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...

ister misiniz
ten kudurtsun beni,

- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!

inanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler,
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...

(bkz: Vladimir Mayakovski)
mayakovski şiiri.. (bir şeyler olur biter di bir zaman dünyada.. o zaman tekrar.. son olarak büyük bir alkış hayattan keyif alanlara..)

Pantolonlu Bulut

Düşünceniz
Sünepe beyninizde yatar ya miskin miskin
Yağ bağlamış bir uşak yatar gibi pis bir yatakta
Çileden çıkararak kanlı paçavralarıyla yüreğimin
Alaya alacağım onu, hınzır ve hayta

Ne gönlüme tek bir ak düştü,
Ne ihtiyar bir sevecenlik başımda!
Tuttu bütün dünyayı sesim, o korkunç gümbürtü;
Yakışıklı yürürüm şimdi
Yirmi iki yaşımda.

Siz çıtkırıldımlar!
Kemanlara geçirenler sevdayı.
Siz geçiren hamhalatlar dümbeleklere.
Derinizi kolaysa tersyüz edin benim gibi,
Ortada baştan aşağı dudaklar kalsın bir kere!

Gelin de görün
Melekler takımında görevli bir hanım var salonda,
Keten gibi düzgün.
Ahçı nasıl çevirirse yemek kitabını
Dudaklar çeviriyor yollu yordamlı o da.

isterseniz
Ben çılgına dönerim tenden,
-ya da renk değiştiren bir gök gibi ufukta-
isterseniz öyle çıtkırıldım olurum öyle incelirim ki
çıkarım insanlıktan, dönerim pantolonlu bir buluta!

inanıyorum çiçekler içindeki bir Nis e!
Yine herkes benim yüzümde tafra sahibi,
Bir hastane gibi köhne erkekler de,
Yıpranmış kadınlar da bir atasözü gibi.


Vladimir Vladimiroviç Mayakovski
(bkz: atasözü gibi yıpranmak)
vladimir mayakovski'nin 1914-1945 yıllarında yazdığı liro-epik şaheseri. kendi yaşantısındaki heyecanlar şiire başlangıç olmuş, kişisel tema devrimci bir temaya yükselmişti.
mayakovski, başlangıçta şiire ''onüçüncü havari'' adını vermişti. bu ad, hristiyanlıkta isa'nın öğrencisi 12 havari düşüncesinin karşısına devrim habercisi yeni bir havariyi çıkarıyordu. sansür, şairi böyle bir ''küfürden'' vazgeçmeye zorlamıştır. mayakovski 1930 yılında yaptığı bir konuşmada bu konuya şöyle değiniyordu: ''bu kitapla sansüre geldiğim zaman, bana, 'ne, siz küreğe mi mahkum olmak istiyorsunuz'' diye sordular. ben de 'asla' dedim. o zaman kitaptan adının da bağlantılı olduğu altı sayfayı çıkardılar. bana, lirik bir şiirle böyle büyük bir kabalığı nasıl bağdaştırdığımı sordular. o zaman ben de 'peki, isterseniz kudurmuş olacağım, isterseniz alabildiğine kibar, erkek değil, pantolonlu bulut olacağım' dedim.''*
mayakovski bu şiiri sansürün karışması olmaksızın tümüyle ancak 1918 yılında yayımlayabildi. önsözde yapıtın düşsel esasını saptarken, ''pantolonlu bulut''u kendi kendisinin o günkü sanat anlayışının bir ilkeler toplamı sayar.
''kahrolsun sizin aşkınız, kahrolsun sizin sanatınız, kahrolsun sizin düzeniniz , kahrolsun sizin dininiz... bunlar dört bölümde dört haykırıştır. yapıtın altbaşlığı olan tetraptih, yani dört bölümden oluşan bir bütün tanımı, buradan geliyor.***
bu tarifi imkansız ruh haykırışını yaşayan için artık şiir de aşk da şair de hayat da bambaşka bir şey olur...

--spoiler--
dünyayı sarsa sarsa sesimin kudretiyle,
yürüyorum--yakışıklı
yirmi iki yaşımda
--spoiler--
aşağıda, dört bölümden oluşan bu nehir şiirin ilk haykırışını bulacaksınız. daha önce mayakovski okumamış biri için bu, şiir ve şair anlayışı adına milat oluşturacak emsalsiz bir deneyimdir. aşağıdaki ilk bölümü okuyan, ruhu kanatlanan bünye için ise eserin devamını okumak elzemdir. ve sonrasında nazım hikmet ran'ın jokond ile si ya u harikasını da okuyunca bambaşka bir şiir evrenine ayak basmışsınız demektir...

1**
bu, bir sıtma nöbeti mi sizce güya?

bu başımdan geçti,
odesa'da gerçekten.

''saat dörtte geleceğim,''-- demişti mariya *
sekiz
dokuz
on.

ve işte korkunç
gecenin derinine
uzaklaştı camlardan
somurtkan
aralık akşamı.

dermansız omuzları ardından kahkaha atıyor ve kişniyor şamdanlar.

şimdi beni artık tanıyamazsınız:
damarlı bir kütle devasa inliyor,
kıvranıyor.
ne dileyebilir böyle bir yığın?
bu yığın ama çok şey diliyor!

zaten kendim için önemli değil
ne benim bronzdan olduğum,
ne de olduğu kalbimin soğuk demir parçası.
geceleyin çınıltımı istiyorum
gizlemek yumuşacık
kadınca bir şeye.

ve işte,
muazzam,
kamburlanıyorum pencerede,
alnımda eritiyorum pencere camını.
bir aşk olacak mı olmayacak mı yoksa?
nasıl--
büyük bir aşk mı yoksa ufacık mı?
ne gezer büyük aşk böyle vücutta:
olsa da, ufacıktır,
uysal bir tanesidir küçük aşkların.
o ürker otomobil klaksonlarından.
sever çıngıraklarını küçük atların.

sizin,
kirden muşambalaşmış sedirde bir uşak gibi semiren
pelte beyniniz üstünde dalmış düşlere düşüncenizi,
taciz edeceğim yüreğimin kanlı limeleriyle;
doyuncaya dek gülünçleyeceğim sizi küstah ve yakıcı.

ruhumda benim yok tek ağarmış tel,
ve ihtiyarca bir sevecenlik yok ruhumda!
dünyayı sarsa sarsa sesimin kudretiyle,
yürüyorum - - yakışıklı
yirmi iki yaşımda.

kibarlar!
siz aşkı kemanlara yatırırsınız.
bir kaba yatırır aşkı timballere.
ama kendinizi benim gibi tersyüz edemezsiniz,
tüm dudaklardan ibaret kalıncaya dek!

gelin ders alın--
çıkın konuk salonundan,
patiskadan memur karısı melekler topluluğundan.

dingince çeviren dudaklarının sayfalarını,
yemek kitabını devreden bir aşçı kadın gibi.

ister misiniz --
besiden kudurmuş olacağım
--ve, gökyüzü gibi yeni bir renge bürünüşümü
ister misiniz--
kusursuz kibar olacağım,
erkek değil -- pantolonlu bir bulut!

inanmıyorum nice diye bir kentin varlığına çiçekler içre!
benimle yine övünmeye başlar öz övgüleri gibi
sayrılarevi gibi bayatlamış erkekler,
ve kadınlar, hırpalanmış
atasözleri gibi.

aşağı katta bir sıva düştü.
sinirler --
irili,
ufaklı,
anlatmaz sayı! --
atıyorlar kudurmuş,
sinirlerin çözülüyor dizlerinin bağı!

batak gece odanın yüzeyinde yosunlanıyor yosunlanıyor,
yosundan doğrulamıyor ağırlaşan göz.

birdenbire kapılar çarpmaya başladı,
sanılır otelin
takırdıyor dişleri.

içeriye girdin sen,
''alın!'' der gibi, amansız,
eldivenin güderisini işkenceyle burup,
dedin:
''biliyor musunuz --
ben evleniyorum.''

ne yapalım, evlenirsiniz.
dayanırım
buna. peki.
dinginim nasıl, görün!
nabzı gibi
bir ölünün.
anımsıyor musunuz?
siz
''jack london,
para,
aşk,
tutku,'' -- diyordunuz *
bense yalnızca tek şeyi görüyordum:
siz -- çalınması gereken bir
mona lisa tablosuydunuz!

ve çaldılar sizi.

yeniden ve yeniden
yüzümle bürünerek yağmura,
bürünerek yağmurun çilli yüzüne,
bekliyorum burada,
uğultusu kentsel bir dalganın sıçramış üstüme.

yarıgece bir bıçakla koştu,
yakaladı,
boğazladı, --
susturdu uğultuyu tümden!

saatin düştü onikinci vuruşu,
idam edilenin başı gibi cellat kütüğünden.

camlar yağmur damlacıkları gri
inlediler,
yüzde acının büyüttüler çizgisini,
sanılır ulumakta kimerleri
paris notre-dame külliyesinin. *

lanet!
yani bu da mı yetmedi?
şimdi haykırmaktan yırtılacak ağzım.

duyuyorum:
usulca,
bir sayrı gibi karyoladan
atladı aşağıya bir sinir.
ve işte, --
önce biraz gezindi
zar zor,
sonra koşarak fırladı,
heyecana gelmiş,
daha belirgin.
şimdi hem o ve yeni ikisi
koşuyorlar bir dansta deliler gibi.

alo!
kimsiniz?
anne?
anne!
oğlunuz harikulade hasta!
anne!
oğlunuzda yürek yangını var.

söyleyin kız kardeşlerim lyuda'ya ve olga'ya
artık kardeşleri hiçbir şeyle onmaz.
her sözcük,
bir şaka bile,
savrulan onun tutuşan ağzından,
atıyor dışarı kendini çıplak bir orospu gibi
yanmakta olan bir genelev binasından.

insanlar kokluyor --
kızarmış et kokusu yayıldı!
birilerine koştular.
parıltılı!
donanmışlar miğferlerle!
çizmeyle basılmaz!
itfaiyecilere deyin:
okşayışlarla tırmanılır yanan bir yüreğe.
kendi başımayım.
yaşla dolu gözlerimi fıçılarla boşaltacağım.
yeter ki dayanayım kaburgalarıma.
sıçrayacağım! sıçrayacağım! sıçrayacağım! sıçrayacağım!
kaburgalarım çöktü.
yüreğinizden sıçrayamazsınız dışarıya!

yanmakta olan yüzümde
yarığından iki dudağın
kömürleşmiş bir öpücük atılmaya durmuş.

yeniden aşık olmuş gireceğim oyuna,
kaşlarımın eğrisini aydınlatırken alazım.
olsun!
yanıp kül olmuş bir yapıda da
evsiz serseriler yaşar bazı!

beni öfkelendiriyor musunuz?
''bir dilencideki bozukluklardan
bile daha az sizin çılgınlık zümrütünüz.''
unutmayın!
yok olmuştu pompey
vezüv'ü öfkelendirdikleri gün!

hey!
baylar!
kutsala
küfür atanlar,
öldürüme tapanlar,
kırıma tapanlar, --
peki gördünüz mü
en korkunç olanı --
çehremi benim
ben
mutlak
dingin olduğum zaman?

duyumsuyorum --
''ben''
bana az geliyorum.
benden birisi fışkırıyor ısrarla.

anne!
şarkı söyleyemiyorum.
yüreğimin küçük kilisesindeki sahne tutuşmuş!

yanmış küçük biçimleri sözcüklerin ve sayıların
dökülüyor kafatasımdan dışarıya,
çocuklar gibi dışarıya yanan bir yapıdan.
korku tıpkı böyle
gökyüzüne tutunmak için
yalımlanan
ellerini yükseltmişti ''luzitanya''nın.*
sarsılan insanlara
evlerin sessizliğinde
yüz gözlü gök kızıltısı atılıyor iskeleden.
sonuncu çığlık, --
bari sen
yandığımı benim yüzyıllara inle!

özel not: her ne kadar ardında bir mektup bıraksa da, mayakovski'nin intiharı üstündeki şüpheler devam etmektedir...