bugün
- cumaya gidenlerin çok azalması16
- aleyna tilki'nin en seksi fotoğrafı8
- alınan en güzel iltifat11
- bir kadının yemek ısmarlaması14
- ideal duş alma sıklığı14
- 170 boyunda olduğum için hep reddedildim11
- türkiyede çok abartılan arabalar15
- futbolcu ismiyle nick almak10
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri16
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi15
- vatandaşlık farkı alan otel15
- arkadaşlar sizden bir şey rica edebilir miyim8
- icardi190524
- artificialintelligence15
- icardi1905 silik olsun kampanyası28
- bik bik'in balona binmesi26
- kız mı erkek mi belli olmayan yazarlar8
- adanada polisin saldırganın ayağına sıkması14
- icardiyi tokat manyağı yapmak12
- yol bitimindeki kuytu mekan8
- anın görüntüsü18
- kanınıza rengini verir misiniz11
- 1 m dolara bu bebeğe sertçe tokat atar mısınız8
- abır nerede sorunsalı8
- suriyeliler suriye'ye dönsün9
- erkeğe ne hediye alınır31
- sırtınızı bir sözlük kızına dayar mısınız17
- uzağı göremeyen insan15
- millet açsa neden kafeler tıklım tıklım28
- 27 nisan 2024 fenerbahçe beşiktaş maçı24
- integralin müfredettan kaldırılması15
- 26 nisan 2024 adana demirspor galatasaray maçı45
- kültürlü entelektüel alçak gönüllü güzel kadın13
- kekeme olan biri doktor olurmu11
- arkadaşlar cumaya neden gelmediniz14
- nickini google da aratınca çıkan ilk görsel16
- seni seviyoruz insan olmaya çeyrek kala8
- bik bik moderatör olunca bana kız ayarlar mı10
- antalya'ya abartılmış şehir diyen göt11
- istanbul suriyenin başkentidir12
- nervio'nun ellerinde cenneti koklamak9
- pahalılıktan dolayı suriyeye dönen kadın8
- azerileri çok seviyorum ne yapmalıyım13
- genç kızlıktan teyzeliğe geçiş10
- aristoteles'in orta yolu10
jest ve mimiklerle sergilenen sözsüz oyun.
Samipaşazade Sezai nin yazmış olduğu ilk öykülerimizden birisidir.
sami paşazade sezai 'nin pandomimci pascal 'ın dramını anlattığı hikâyesidir. bu hikayede hafif bir notre dame 'ın kamburu etkisi vardır.
türkçede var olmayan sözcüktür.
(bkz: pandomim)
(bkz: pandomim)
sami paşazade sezai'nin bir hikayesidir. sakat bir pandomimacı olan paskal'ın içine düştüğü aşkı ve hazin sonunu anlatır. hikayenin sonunda paskal'ın ölümünde bile herkesi güldürdüğünden bahsedilir. hikayede fransız izleri çok belirgindir.
sami paşazade sezai'nin yazdığı bir öyküdür. hüzün doludur. hikaye şöyledir;
Samipaşazade Sezai - PANDOMiMA
Haseki taraflarında bir çıkmaz sokağın içinde yalnız tavan üç odalı bir ev, bir mezar gibi, sükunet-i ebediyye ile muhat idi. Bir hal-i nisyan ve metrukiyette bulunuyordu. Atışından kopan bir tahta, damdan uçan bir kiremit, duvarlarından yuvarlanan bir taş senelerce düştüğü yerde kalır.
Arasıra çirkin, ihtiyar bir Rum karısı cadılara mahsus dehşet ve sükunetle- dışarı çıkarak malzeme-i beytiyyesini iştira ve tedarikle alelacele eve girip kaybolurdu. Evin küçük bahçesinde duvara yakın bir büyük ağaç, temmuzun o ateşli güneşi istanbulun bu cihetlerini takatsiz bir hararet içinde bıraktığı zaman yapraklarının arasına gizlenmiş serin bir rüzgar neşretmeğe başlayarak o evin, o mahallenin bir büyük yeşil yelpazesi gibi havayı tecdid ve tehziz ederdi...
Yazın bir Cuma günü, öğle üzeri, bu evden, koltuğunda bohçasıyla çıkan bir adam, kapısını itina ve dikkatle kapadıktan sonra yoluna devam etmeye başladı. Arkadan bakılınca omuzlarıyla belinin genişliği bir derecede bulunacak kadar şişman olan otuz üç yaşındaki bu adamın enli, fakat pek kısa bacakları üzerindeki yükü istediği tarafa götürmekte pek müştülat çektiği görülüyordu... Bu uzak mahallelerin tenha sokaklarında mütefekkir, mahzun bir surette yoluna devam eden bu adam, halkı güldürmek için gidiyordu... ince tahtalarla inşa edilmiş ve yıkılmamak için etrafına destekler vurulmuş bir binanın önüne geldi. Bu binanın kapısının üzerinde beyaz kağıda büyük siyah yazıyla şu levha talik edilmişti:
Meşhur Paskalın pandomiması. Burada her Cuma ve Pazar günleri meşhur Paskal enva-ı türlü hünerler ve gülünçlü icra-yı biyyat eder. Rağbetli müşterilerinin teşvikatlarını kazanan Paskal her hafta yeni oyunlar sahne-i temaşaya vazedecektir! Paskal, kendisiydi. Tiyatrosunun kapısından girip bohçasını açarak, hiç değişmeyen, beyaz külahını giydikten ve tekmil yüzünü unlara, kurbağa bakışlı siyah gözlerinin alt kısımlarını kırmızıya boyadıktan bir saat sonra idi ki ;boş zihinlerle gailesi gönüllerden çıkıp yükselen- kahkaha sedaları ve alkış avazeleri arasında icra-yı lu-biyyat ediyordu.
Oyunda bir kadına aşıklık vazifesini icra eden Paskalın, ilan-ı muhabbet için dilini çıkarması ve şükrane-i iltifat olmak üzere taklak kılması oradaki halkı çok güldürüyordu. Tiyatronun bezden tavanını başının üstünde tutan ortadaki müteharrik direğe arkasını dayayarak ağzındaki sigara ile oyunu temaşa eden bir seyirci:
Paskalın dilini çıkarması yok mu? insan buna gülmekten bayılır! diyordu.
Zaten bunu orada küçük iskemlelerin üzerine oturanların ekserisi tasdik etmişti.
Oyuncuların yanındaki locada, o masum, o tıflane gülüşleri alam-ı hayata teselliler veren genç kızlardan biri kemal-i neşe ile kanatlarını sallayarak uçuşan kuşlar gibi, o küçücük pembe dudaklarının üzerinde nurani bir tebessüm olduğu halde, ellerini birbirine çırparak Paskalı alkışlıyordu. Eftalya ismindeki, yirmi yaşında, bu genç kız, ihtiyar validesiyle hemen her hafta bu locaya geliyordu.
Validesi:
Kızım burada çok mu eğleniyorsun?
Diye sorduğu vakit, kerimesi: Paskalı bundan evvel ölen sevgili köpeğine benzettiğini ve bazen de hal ü tavrı, bir kere görüp de pek hoşuna giden bir maymunu andırdığını söylerdi! ...
O gün ise beyaz ketenler, sihri tebessümler içinde bulunan bu genç kız, o gürültüler arasında, takdir-i istihza-amizine bir delil olmak üzere, locadan çiçek atıyordu. Attığı bu çiçekler, Paskalın yüzüne göğsüne dokundukça eliyle kalbini tutarak en can alınacak yerinden vurulmuş bir yırtıcı hayvan gibi acı acı feryat ediyordu.
Bir iki dakika sonra tiyatrosunun iç tarafındaki toprağın üzerine oturarak, hala güldürdüğü adamların kahkahaları devam ederken içini çeke çeke ağlıyordu. Bu zavallı Paskal o güzel Eftalyayı seviyordu, bu nakıs vücut, o kemal-i hilkate aşık olmuştu!
Fakat gönlünün en gizli bir köşesinde hıfzettiği bu muhabbetini kimseye söylemeye, küçükten beri mahrem-i hem-hali olan evdeki ihtiyar hizmetçisiyle hasbıhal etmeye bile cesaret edemiyordu... Ömründe bir kadının nazar-ı nevazişkaranesine, hiç kimsenin muamele-i mültefitanesine nail olamamıştı. Kendisinden beklenen yalnız güldürmek! .. Bak, bu hal-i inkisarında, gözyaşları içinde bulunduğu şu zaman-ı yes ve iğbirarında herkes kahkahalarla gülüyor.
Oyun bittiği cihetle akşamdan sonra yine bohçasını koltuğuna alarak geldiği yoldan muhterizane evine avdet ediyordu... Odasının kapısını açarak, içinde kimse olmayan evinde, birisinin dolaşıp dolaşmadığını, penceresini kaldırıp, sokaktan kimsenin geçip geçmediğini anladıktan sonra güzel Eftelyasını düşünmeye başladı.
Bugün oyunda kendisine niçin o kadar gülmüştü acaba? ... Koynundaki çiçekleri çıkarıp bir hürmet-i dindarane ile öptükten sonra hücrenin en yüksek cihetine koydu. ;Bu çiçekler, ah bu çiçekler beni öldürecek diyordu.
Kendisini bir kere kabul edecek olursa... Bu hücreleri saksılarla donatacak, o güzel Eftalyasını şu köşeye ikad edecek, ne kadar garip hikayeler söyleyecek, bütün gece güldürecek... Gayet güzel rüyalı bir uykudan uyanır gibi hal ile başını kaldırdı. Ah, pek de çirkin, alemin maskarası! Ağlamaya başladı...
Son gününde bir haber-i matem getiren o ay ne kadar süratle cereyan edip gitmişti. iki haftadan beri tiyatrosuna gelemeyen Eftalya evleniyordu. Zavallı Paskal bir Cuma günü kocasıyla beraber gelen Eftalyayı güldürerek ve teessürat-ı can-hıraşından renk vermemek için başını önüne eğerek kemal-i süratle evine gidip içine kapandığı odasının kapısını sürmeledi.
Ertesi sabah öğleden sonra kapısını kıracak gibi vuran ihtiyar Rum karısı hiçbir cevap alamayınca kemal-i havf ve telaş ile, mahalleden topladığı adamlarla, kapısını kırıp odaya girdiler. Odaya girer girmez herkes gülüşmeğe başladı: Zira Paskal asılmış bir adam taklidi yaparak o meşhur maharetiyle dilini çıkarmıştı!
Hayatında herkesi güldürdüğü halde, mematında kimseyi ağlatamayan zavallı Paskalın bu seferki hali taklit değil, ölüm gibi hakikattı.
Samipaşazade Sezai - PANDOMiMA
Haseki taraflarında bir çıkmaz sokağın içinde yalnız tavan üç odalı bir ev, bir mezar gibi, sükunet-i ebediyye ile muhat idi. Bir hal-i nisyan ve metrukiyette bulunuyordu. Atışından kopan bir tahta, damdan uçan bir kiremit, duvarlarından yuvarlanan bir taş senelerce düştüğü yerde kalır.
Arasıra çirkin, ihtiyar bir Rum karısı cadılara mahsus dehşet ve sükunetle- dışarı çıkarak malzeme-i beytiyyesini iştira ve tedarikle alelacele eve girip kaybolurdu. Evin küçük bahçesinde duvara yakın bir büyük ağaç, temmuzun o ateşli güneşi istanbulun bu cihetlerini takatsiz bir hararet içinde bıraktığı zaman yapraklarının arasına gizlenmiş serin bir rüzgar neşretmeğe başlayarak o evin, o mahallenin bir büyük yeşil yelpazesi gibi havayı tecdid ve tehziz ederdi...
Yazın bir Cuma günü, öğle üzeri, bu evden, koltuğunda bohçasıyla çıkan bir adam, kapısını itina ve dikkatle kapadıktan sonra yoluna devam etmeye başladı. Arkadan bakılınca omuzlarıyla belinin genişliği bir derecede bulunacak kadar şişman olan otuz üç yaşındaki bu adamın enli, fakat pek kısa bacakları üzerindeki yükü istediği tarafa götürmekte pek müştülat çektiği görülüyordu... Bu uzak mahallelerin tenha sokaklarında mütefekkir, mahzun bir surette yoluna devam eden bu adam, halkı güldürmek için gidiyordu... ince tahtalarla inşa edilmiş ve yıkılmamak için etrafına destekler vurulmuş bir binanın önüne geldi. Bu binanın kapısının üzerinde beyaz kağıda büyük siyah yazıyla şu levha talik edilmişti:
Meşhur Paskalın pandomiması. Burada her Cuma ve Pazar günleri meşhur Paskal enva-ı türlü hünerler ve gülünçlü icra-yı biyyat eder. Rağbetli müşterilerinin teşvikatlarını kazanan Paskal her hafta yeni oyunlar sahne-i temaşaya vazedecektir! Paskal, kendisiydi. Tiyatrosunun kapısından girip bohçasını açarak, hiç değişmeyen, beyaz külahını giydikten ve tekmil yüzünü unlara, kurbağa bakışlı siyah gözlerinin alt kısımlarını kırmızıya boyadıktan bir saat sonra idi ki ;boş zihinlerle gailesi gönüllerden çıkıp yükselen- kahkaha sedaları ve alkış avazeleri arasında icra-yı lu-biyyat ediyordu.
Oyunda bir kadına aşıklık vazifesini icra eden Paskalın, ilan-ı muhabbet için dilini çıkarması ve şükrane-i iltifat olmak üzere taklak kılması oradaki halkı çok güldürüyordu. Tiyatronun bezden tavanını başının üstünde tutan ortadaki müteharrik direğe arkasını dayayarak ağzındaki sigara ile oyunu temaşa eden bir seyirci:
Paskalın dilini çıkarması yok mu? insan buna gülmekten bayılır! diyordu.
Zaten bunu orada küçük iskemlelerin üzerine oturanların ekserisi tasdik etmişti.
Oyuncuların yanındaki locada, o masum, o tıflane gülüşleri alam-ı hayata teselliler veren genç kızlardan biri kemal-i neşe ile kanatlarını sallayarak uçuşan kuşlar gibi, o küçücük pembe dudaklarının üzerinde nurani bir tebessüm olduğu halde, ellerini birbirine çırparak Paskalı alkışlıyordu. Eftalya ismindeki, yirmi yaşında, bu genç kız, ihtiyar validesiyle hemen her hafta bu locaya geliyordu.
Validesi:
Kızım burada çok mu eğleniyorsun?
Diye sorduğu vakit, kerimesi: Paskalı bundan evvel ölen sevgili köpeğine benzettiğini ve bazen de hal ü tavrı, bir kere görüp de pek hoşuna giden bir maymunu andırdığını söylerdi! ...
O gün ise beyaz ketenler, sihri tebessümler içinde bulunan bu genç kız, o gürültüler arasında, takdir-i istihza-amizine bir delil olmak üzere, locadan çiçek atıyordu. Attığı bu çiçekler, Paskalın yüzüne göğsüne dokundukça eliyle kalbini tutarak en can alınacak yerinden vurulmuş bir yırtıcı hayvan gibi acı acı feryat ediyordu.
Bir iki dakika sonra tiyatrosunun iç tarafındaki toprağın üzerine oturarak, hala güldürdüğü adamların kahkahaları devam ederken içini çeke çeke ağlıyordu. Bu zavallı Paskal o güzel Eftalyayı seviyordu, bu nakıs vücut, o kemal-i hilkate aşık olmuştu!
Fakat gönlünün en gizli bir köşesinde hıfzettiği bu muhabbetini kimseye söylemeye, küçükten beri mahrem-i hem-hali olan evdeki ihtiyar hizmetçisiyle hasbıhal etmeye bile cesaret edemiyordu... Ömründe bir kadının nazar-ı nevazişkaranesine, hiç kimsenin muamele-i mültefitanesine nail olamamıştı. Kendisinden beklenen yalnız güldürmek! .. Bak, bu hal-i inkisarında, gözyaşları içinde bulunduğu şu zaman-ı yes ve iğbirarında herkes kahkahalarla gülüyor.
Oyun bittiği cihetle akşamdan sonra yine bohçasını koltuğuna alarak geldiği yoldan muhterizane evine avdet ediyordu... Odasının kapısını açarak, içinde kimse olmayan evinde, birisinin dolaşıp dolaşmadığını, penceresini kaldırıp, sokaktan kimsenin geçip geçmediğini anladıktan sonra güzel Eftelyasını düşünmeye başladı.
Bugün oyunda kendisine niçin o kadar gülmüştü acaba? ... Koynundaki çiçekleri çıkarıp bir hürmet-i dindarane ile öptükten sonra hücrenin en yüksek cihetine koydu. ;Bu çiçekler, ah bu çiçekler beni öldürecek diyordu.
Kendisini bir kere kabul edecek olursa... Bu hücreleri saksılarla donatacak, o güzel Eftalyasını şu köşeye ikad edecek, ne kadar garip hikayeler söyleyecek, bütün gece güldürecek... Gayet güzel rüyalı bir uykudan uyanır gibi hal ile başını kaldırdı. Ah, pek de çirkin, alemin maskarası! Ağlamaya başladı...
Son gününde bir haber-i matem getiren o ay ne kadar süratle cereyan edip gitmişti. iki haftadan beri tiyatrosuna gelemeyen Eftalya evleniyordu. Zavallı Paskal bir Cuma günü kocasıyla beraber gelen Eftalyayı güldürerek ve teessürat-ı can-hıraşından renk vermemek için başını önüne eğerek kemal-i süratle evine gidip içine kapandığı odasının kapısını sürmeledi.
Ertesi sabah öğleden sonra kapısını kıracak gibi vuran ihtiyar Rum karısı hiçbir cevap alamayınca kemal-i havf ve telaş ile, mahalleden topladığı adamlarla, kapısını kırıp odaya girdiler. Odaya girer girmez herkes gülüşmeğe başladı: Zira Paskal asılmış bir adam taklidi yaparak o meşhur maharetiyle dilini çıkarmıştı!
Hayatında herkesi güldürdüğü halde, mematında kimseyi ağlatamayan zavallı Paskalın bu seferki hali taklit değil, ölüm gibi hakikattı.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar