Uykudan uyanıp gözümü açtığımda (ikisi arasındaki zaman dilimini elimden geldiğince uzun tutmaya çalışırım hep) öğleden sonra saat 4’ü 10 geçiyordu. Yine 5’e kadar uyuma hedefimde muvaffak olamamıştım. ‘Kahretsin’ , ‘lanet olsun’ şeklinde saydırmaya başladım. Ağız dolusu küfür edemezdim. Çünkü oruçluydum.

annem gelip bana seslendiği sırada ise elimi yüzümü yıkayıp yıkamama arasında gidip geliyordum.

- hadi oğlum, uyan artık. Saat 5 oldu.

Keşke olsaydı anne. kalkıp ona yine, bir rakamın bir üst rakama yuvarlanabilmesi için gereken şartları anlatmaya gücüm yoktu. Halsiz hissediyordum kendimi. çünkü oruçlu muydum? Yok be ne alakası vardı. Düpedüz zihnim yorgundu. Belli ki kız arkadaşımla sabaha kadar süren telefon kavgası ağzıma sıçmıştı. Neyse ki şu anda oruçlu değilim ve geçmiş zamandaki oruçlu haletiruhiyeme rahatlıkla küfür edebiliyorum.

Ciddi bir konu üzerinde tartıştığımızı kabul etmemem, kavganın en ciddi boyutlarından biriydi. Ben nasıl olur da, facebook sayfamda paylaştığı bir fotoğraftan şahsıma ait olan etiketi kaldırırmışım? Ne olacakmış yani? Şu ana kadar sayfasında hiç ciddiyetsiz bir şey paylaşmamış olan ben wade’in karizması sarsılırmış değil mi sarmaş dolaş iki koyunun fotoğrafında etiketlenince? Onun için bunu da mı yapamazmışım? En azından etiketi kaldırmadan önce haber veremez miymişim?

- güzelim, bari biri koç olsaydı. ikisi de koyun onların.

Aramazdı herhalde bir süre beni. Hatta ben arasam da açmazdı. Huyunu bilirdim. ona göre benim bu yaptığım asla affedilemezdi. ‘aman be’ dedim kendi kendime. Aramazsa aramasın, ne olacak?

Bekarlığın keyfini sürmeye karar vermiştim. Orhan pamuk aldım elime. oruçlu oruçlu Orhan pamuk okumak çok mantıklı gelmedi bana birden. Kitaplığıma baktım. Nazım hikmet’in hemen sağındaki komşusu; necip fazıl’da karar kıldım. Sonra da ne kadar çağdaş ve demokrat biri olduğumu düşündüm. Kitaplığımda resmen farklı renklerin dostça mücadelesini andıran bir harmoni vardı. Çoğunu henüz okumadıysam da, görüntü olarak herkese ‘ne olursan ol, gel’ kafasındaydım.

Tam bu esnada telefonumun melodisiyle irkildim. Arayan o’ydu.

- Alo. Canım nasılsın, dedi tam 25 yaş gençleştirdiği o sevimli ses tonuyla.

Vay anasını. Vay anasını avradını. Sevdiğim kadına, 'arada sırada insanları alttan alabilirsin' şeklinde bir vahiy mi inmişti yoksa? Yoksa rüyasında maazallah ölmüştü de, boktan mevzulardan, lafı bile edilmeyecek siktiri boktan şeylerden, kısacası malayaniden vazgeçmesi gerektiğini mi anlamıştı? Birkaç dakika sonra olayın aslı anlaşıldı.

- sövgülüm, moodöm araba sendeee, bönü karşıya annanemlere bırakır musuuun?

Ona usturuplu ve draması yoğun bir şekilde; annemi iftarda yalnız bırakmak istemediğimi, şehir dışına çıkan babamın sinir hastası olan amcama yemek götürmemi emrettiğini, yine babamın aynı telefon görüşmesinde kumarbaz olan bir diğer amcamın da dükkandan kaçıp kumar oynamaya gidip gitmediğini kontrol etmemi tembihlediğini, bunların hepsini bir kenara bırakmasını, iftar saatinde istanbul trafiğinde amıma koyulacağını anlattım. En nihayetinde metrobüsün de harika bir ulaşım aracı olduğundan dem vurunca da bana kızamadan (savunmam çok dramatik ve etkileyiciydi) ama tirip ataraktan telefonu kapattı.

Bir dakika kadar düşünüp, onu kalabalık metrobüslere bindiremeyeceğimi anladım. Galiba ondan çok kendimle alakalıydı. Ya fortçular onu fortlarlarsa ve benim namusuma halel gelirse minvalinde bilinçaltımın vesveselerine maruz kalmıştım. Kahrolası fesat bilinçaltım.

Arayıp hazırlanmasını, yaklaşık 15 dakika sonra her zamanki buluşma yerimizden (babasına yakalanmayacağımıza inandığımız yer olan evlerinin sağ çaprazı) onu alacağımı söyledim. Havalara uçtu. Canımdı ya. Ben de bir koşu hazırlıklara başladım. önce kıyafetlerimi giydim, daha sonra da dişlerimi fırçaladım. (babama inat hep bu sırayla yapardım) annem can havliyle olay yerine intikal edip, oruçlu oruçlu dişlerin fırçalanmayacağını savundu yine.

- anne, önemli olan niyettir. Su kaçırtmıyorum aşağıya.

Sözünü verdiğim gibi 15 dakika sonra buluşma yerimizdeydim. Sevdiceğim de sağ olsun, bu kez fazla bekletmemişti beni. Yanıma oturduğunda yüzünde güller açıyordu. Başladık sohbet etmeye. Mizacım gereği çok yoğun trafikte aşırı derecede daralırım ben. Fakat yanımda o varken hissetmiyordum bile etrafımdaki keşmekeşi. Tek hissettiğim; sürekli debriyaja basmak zorunda olan sol ayağımın ağrısıydı.

Kaynanası seviyormuş demek ki yarimi ki, ayaklarına masaj yapıp yapamayacağımı sordu. Minik ayakları çok ağrıyormuş ve geçen günlerde trafikte kaldığımızda yaptığım ayak masajından istiyormuş yine.

- tamam, yapmasına yaparım da. Oruçluyum kızım ben. Biliyosun, onu yaptığımda pipim kalkıyor.

Kendisinde şeker olduğu için oruç tutamazdı. Ne yapsak, ne yapsak? Düşündük, taşındık ve bir kez daha önemli olanın niyet olduğuna karar verdik. Ardından da bana doğru yan döndü, ayaklarını dizlerimin üzerine koydu. Adrenalin tutkunu bebeğim, Normal zamanlarda pek fazla talep etmediği ayak masajını, ben direksiyon başındayken yaptırmayı çok severdi. hemen seansa başladım. parmaklarım onun parmak aralarına girdikçe pipim kalkıyor, pipim kalktıkça vicdan azabı çekiyordum. Özür dileyerek seansa son verdim.

Yaklaşık bir buçuk saat sonra anneannesine vardık. Bana sonsuz teşekkürlerini iletip yanımdan ayrıldı. Gidişini izledim. Hiç kimse benim yarim kadar güzel gidemezdi sanırım.

Dönüş yolunda eve yetişemeyeceğimi anlayınca, Avrupa yakasında kalıp arkadaşlarımla iftar yapma planı yaptım. Birkaç arkadaş buluşup güzel bir yemek yedik. Tam keyfini içilen sigaralar eşliğinde sürdürmeye devam ederken telefonum çaldı.

- nerdesin sen?
- trafik çoktu, ben de karşıya geçmeyip arkadaşlarımla iftar yaptım.
- sen bi eve geç, görüşeceğiz seninle!

Vay dedim amına koyim. Ağız dolusu küfür ettim hazır orucum da açılmışken. Bu sefer ne bok yemiştim acaba? Onun için her şeyden feragat ettiğim bu gündeki suçum ne olabilirdi ki? Sırf meraktan arkadaşlarımla vedalaşıp hemen eve geçtim ve biriciğimi arayıp merakımı gidermesini rica ettim.

- hayırdır bitanem. Bu sefer ne yaptım?
- bilmiyor musun ne yaptığını? Sen nasıl olur da bana karşıya dönmeyeceğini haber vermezsin de, ben de burada senin için trafikte kalacak da iftara yetişemeyecek diye üzülürüm? Heh? Bu nasıl sorumsuzluk?

Bu nasıl bir kabahatti böyle? Yıllardır karşımdaki insanları hayal kırıklığına uğratırım, ama hiç böylesini duymamıştım. Şok içerisinde sesimi çıkarmadan onun bağırışlarını dinliyordum.

- bu senin beni düşünüp de sonrasında üzülmüş halin mi?
- evet. Beğenemedin mi?
- Allah belanı versin.

Telefonu suratına kapattım. Aradı, meşgule verdim. Tekrar tekrar aradı, ben de tekrar tekrar meşgule verdim. En sonunda da tümden telefonumu kapattım. Kitaplığıma baktım. Galiba varoluşumu daha iyi sorgulayabilmek için Dostoyevski’ye ihtiyacım vardı.
dostoyevski' ye ihtiyacı olan yazarın, oruçluyken kız arkadaşla buluşmayı bahene etmesidir. aslında ihtiyacı olan sadece ama sadece dostayevski dir.
entr nin özeti burda beyler.
(bkz: özet)
edit: şaka şaka *