bugün

toplumun, insanlar üzerindeki baskılarındandır.
(bkz: gelinlikle çıkılan eve ancak kefenle dönme)
(bkz: anlaşmalı boşalma)
psikopati tiyatrosunun en gözde oyunlarındandır.
cocuklar icindir.
dul damgasıyla bir daha evlenemeyip yalnız bir hayat sürme tehlikesini göze alamama durumudur.
iki tarafın da kendince sebeplerle boşuna çabaladığı durumdur. kadınların dul damgası yememek, erkeklerin alıştığı düzeni değiştirmek istememeleri genelde ağır basar. evliliğin tehlikeli varsayılan aşamalarında, yani 1,3,5,7,10,15. senelerinde * yaşanacak sorunlar, her aşamada mutsuzluğu artırmaya ve başka sorunları da ekleyerek çoğalmaya devam eder. beklenen sonu uzatmaktan başka bir işe yaramaz.. hayattan ve hayallerinden vazgeçmiş insanların yapacağı eylemdir ayrıca. *

--spoiler--
1. sene: ilk sene içinde yaşanacak sorunlar kişisel uyumsuzluktan kaynaklanır. evlilik kararının, iki tarafın birbirini iyice tanımadan almış olduğunun göstergesi ve evliliğin en zor aşamasıdır. sorunlar bu sene sonunda hala çözülememişse boşanma olayı yüksek bir ihtimaldir. *

3. sene: zaten 1. senede ayrılması gereken çiftlerin, zamanla düzelir diye bu seneye kadar geldiği aşamadır. 1. senede yaşanan sorunların devamı yaşanır.

5. sene: aile sorunlarının başladığı senedir. iki tarafın birbirine üstünlük kurma çabası içinde geçer. * *

7. sene: 5. seneden kalma sorunlarla birlikte, aileye yeni üyelerin * katılmasıyla ekonomik sorunların başladığı, hatta duygusal uzaklaşmaların da eklendiği aşamadır.

10. sene: monotonluk alıp başını gider, geçen senelerin getirdiği sorunlar ve duygusal uzaklaşmalar had safhaya varır ve herkes kendisiyle ilgilenmeye başlar. evlilik de çatırdamaya..

15. sene: bütün bu sorunlara rağmen bu seneye kadar gelinmişse, artık bir tek şey bu evliliği yıkabilir! üçüncü bir kişi..bu seneyi de üçüncü kişi olmadan atlatırsanız bundan sonra korkmanın gereği yoktur. * kendinizi salabilirsiniz * kale gibi bir evliliğiniz vardır artık! mutsuz geçirilen 15 senenin ödülüdür bu kale..
tebrikler.

--spoiler--
bazen kader, bazen zorunluluktur. bazen bağlılık, bazen aşktır.

en kötüsü bazen aptallık olmasıdır.
gerizekâlılığın tezâhüründen başka bir şey değildir nazarımda.
(bkz: cocuk icin evlilige katlanan insanlar)
evde kalmamak için evlenip, dul kalmamak için boşanmamanın getirdiği tuhaf durumdur. *
aşk öyle bir şeydir ki herşeye göz yummaya sebep olur. mutsuz da olunsa, kavga kıyametler de kopsa karşındaki insanın yaptıklarını gene sineye çektirir. mutsuz olayım ama yeter ki yanımda o olsun mantığıyla ilerleyen bir insan olabilir bunu yapan. ya da klasik sebepler toplum baskısı, çocuklar vs vs...
inanilamayacak bir seydir. mutsuz bir evliligi - cocuk icin bile olsa - (ki sacma bir sebeptir bu , lakin cocuklar mutsuz evliliklerde psikolojileri bozuk buyur. buyuduklerinde hayata 1-0 yenik baslar.) (bkz: anne ve babanin sık sık kavga etmesi) sirf bu yuzden mutsuz ama evli anne - babayla buyumek yerine , mutlu ama ayrilmis ebeveynleri tercih ederler. cocuk olayini bir kalem gecmek lazim. gecerli sebep degildir.

ekonomik ozgurluk olayina kadin acisindan yaklasilmalidir , tore (gelinlik-kefen baglantisi) acisindan yaklasilabilinir. keza "hayatimi veriyim ama mutsuz yasamiyim. geberene kadar calisayim , gece ac uyuyim gerekirse , ama sirf para icin bu adama katlanmiyim" diyen pek cok bayan arkadasim da yolunu buna gore cizmistir.

bence tek sebebi var mutsuz evliligi surdurmenin.. bunu hem kadin hem erkek acisindan degerlendirince ortaya cikan sebep mazoşistliktir. aci cekmekten zevk alan ve bunu bir hayat tarzina donusturenler sadece mutsuz evliliklerini surdurebilir. didisme olmayan , kavgasiz bir hayati reddederler. artik onlarin yasam tarzi budur. ve maalesef sayilari coktur. mazosistliktir sebep. yoksa omrunun sonuna kadar mutsuz evliligi kim nasil goze alabilir? nasil tercih edebilir?
Gidilecek yerin olmamasından dolayı mecburi evlilik.
sistematik işkenceye maruz kalmak gibi bir şeydir. mutlu olmak için basit şeyler aranmalı, ilişki bir an önce toparlanmalıdır...
boşa kürek sallamaktır. hayatın kısa olduğunu unutmaktır.
batan bir gemiyi yeniden su yüzüne çıkarabilirsiniz. ancak o gemi bi daha yüzmez. mutsuz bir evliliği sürdürmekte buna benzer. olmadığnı, olmayacağını bile bile devam ettirirsiniz. bu büyük sorumluluğu birde çocuk varsa üstlenmek zorunda kalırsınız. karı koca ne sevgiliye benzer, nede ilk aşka. hepsini unutmak zordur. ama diğerleri inceldiği yerden kopar. mutlu olmak için her gün ayrı bi umut beslr duruma gelirsiniz. ama hayatınızın sonuna kadar bu işkenceye katlanmak zorunda kalabilirsiniz.
'' belki...eskisi gibi olabiliriz. '' düşüncesinden hareketle gerçekleştirilen, sadece evli çiftleri değil etrafındakileri de mutsuz eden durumdur.
sürdürmeye çalışmak yerine, çözmeye çalışsalar ortada bir sorunun kalmayacağı durumlardır. inatla tüm fedakarlık karşıdan beklenir, arkaya yaslanılır ve tipik chp mantalitesi tavrıyla birlikte her yapılan şey diğeri tarafından eleştiriye uğrar. yuh olsun!
-----
önceki gün üniversitede öğrenci arkadaşlarla “anne baba eğitimi” dersinde, “mutsuz bir evliliği her şeye rağmen devam ettirmek mi, yoksa ayrılıp çocuğu daha huzurlu bir ortamda yetiştirmeye çalışmak mı daha doğru karardır?” konusunu işledik.

bu, öyle kolay cevap verilecek bir soru olmasa da, enine boyuna konuşmayı denedik.

eşler, ayrılık kararını sadece kendini düşünerek verecek olsa, bir kerecik yaşanacak ömrü, mutsuzca tamamlamaktansa, ayrılıp mutlu olmaya çalışmak daha cazip gibi görünür.

ancak, işin içine çocuk da girince, bu, öylesi kolay verilecek bir karar olmaktan çıkar.

eğrisi doğrusu ile geceler boyu düşünmek… iç içe geçmiş onlarca soru ile aylarca boğuşmak… bir taraftan kendi mutsuz yanlarına bakıp için için acı duymak… diğer taraftan çocuğa bakıp anne-babasız bırakmaya kıyamamak…

ayrılık öncesi depresyon, kişinin kendi ile çocuğunun arasında kalma çaresizliğinden başka bir şey değildir aslında.

derste tartışma konusunu daha da açabilmek için, yaşanmış bir örneği paylaştım öğrenci arkadaşlarla.

35 yaşlarında bir beyefendi, 9 yaşındaki kız çocuğunda dikkat dağınıklığı olduğu için yardım almaya gelmişti bir gün.

gözlemledim… çocukta bir sorun görünmüyordu. ancak mutsuz bir çocuktu. bitkindi sanki. yüzünde, “çocuksu tebessüm” görünmüyordu.

görüşmemiz bittikten sonra, babası ile yeniden durum değerlendirmesi yaptık.

çocuktaki mutsuzluk hali, babasında da vardı.

konuştuk… mutsuz olmadığını, aksine her şeyin çok yolunda olduğunu söyledi. güzel bir evliliği olduğunu, eşinin çok iyi bir insan olduğunu söyledi. maddi imkânları da yerindeydi. ancak çocukluk yıllarını konuştuğumuzda, derinlerde yatan bir huzursuzluğun varlığı gözler önüne serildi.

bu baba, 7 yaşında iken anne babası ayrılmış…

başlangıçta ne olduğunu çok da anlayamamış. ancak yıllar geçtikçe sanki bir suçlu gibi içinde gizlediği ayrılık acısını daha çok duyar olmuş.

üniversite yıllarında bir kız ile tanışmış, evlenmeyi düşünmüş. ancak kızı ailesinden kim isteyecek sorusu geceler boyu düşünceye sevk etmiş genç delikanlıyı. babası gitse kızı istemeye, annesi bunu kabullenemez. annesi gitse, babasının zoruna gider. ikisi birlikte zaten gidemezler, ikisi de ikinci evliliğini yapmış. durumu kızın ailesi ile paylaşsa, ayrılmış bir anne babanın çocuğu olmak, kendi hakkında olumsuz düşünceye sebep olur zannı ile haftalarca depresyondan çıkamamış. bu kararsızlık kızın dikkatini çekmiş. konu açılmış… kız, bunu hiç de sorun etmeden, kendi ailesi ile konuşmuş. ailesi, “madem öyle, önce babası gelsin istemeye, sonra da annesi” diye anlayış göstermişler.

evlenmişler, ama anne babasının ayrılık sorunu hep gölgelemiş evliliği. düğünün, annesinin yaşadığı yerde mi, babasının yaşadığı yerde mi olacağından, çocukları dünyaya geldiğinde koyacakları isme dek... bayramlarda büyükleri ziyarete gittiklerinde, çocukların “bu hangi dedem” diye çocukça sorularına kadar sorun olmuş.

bu genç baba, hüznünün nedenini anlatırken “içimde, derinlerde bir yerlerde bitmeyen bir acı var sanki” diye tarif etti. anne babasının 28 yıl önceki ayrılık kararı, kendisinden, çocuğuna aktarılan mutsuz bir surata dönüşmüş.

bu örneği derste anlattığımda, bir öğrencimin gözleri doldu. “bu duyguyu tanıyorum ben” deyiverdi…

“nereden tanıyorsun?” diye sorduğumda, “ben de ayrılmış bir anne babanın çocuğuyum. ben de evlendim. bunların hepsini gizli gizli ben de yaşadım. hala da yaşamaya devam ediyorum. şu an oğlum sünnet olacak, sünnet düğününe anne babamı birlikte çağırıp çağırmayacağımın sorusu beni boğuyor.” dedi.

her şeye rağmen evliliği sürdürmeye çalışmak doğru bir karar olsa da ayrılık bazen kaçınılmaz olabiliyor.

ayrılık kararı alan eşlerin, “yaşanmış güzel günlerin hatrına” birbirlerinden dostça ayrılmaları, “çocuklarının geleceği için” birbirleri ile düşmanlık etmemeleri, sadece medeni bir insan tavrı değil, aynı zamanda çocuklarının içine dinmek bilmez bir hüzün bırakmamak için insanlık görevidir.
---------
adem güneş'in 31 mart 2015 tarihli aksiyon dergisindeki yazısıdır.
eğer çiftin çocukları varsa anne ve babanın sırf çocukları için katlandıkları eyleme dönüşür.
ama halbuki anlamazlar ki çocuk bu durumun farkındadır. en iyisi çocuk yapmadan önce çiftin birbirini iyiden iyiye tanıması gerekir diye düşündüğüm durumdur.
tarafların ''düzenim bozulur, ama ben çok emek verdim, elalem ne der vs.'' korkusuyla boşanmaya yanaşmayıp varsa çocuklar için evliliği sürdürüyoruz bahanesiyle hayatlarını cehenneme çevirmeleridir.
patlak lastikle otobanda 180 le gitmeye çalışmakla eş değer durum.
önemli olan huzurdur mutsuzluğun huzursuzluk getireceğini düşünürsek ortada çocuk da yoksa hiçbir anlamı yoktur.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar