bugün

iştahla öten duvar saatinin pillerini çıkarıp saat sekizde durdurdum.

Saat geç oldu,
tik tak git yat tik tak git yat… sesleri rahatsız edip kafamı karıştırmayacaktı.
Böylece geçmişte, annemin saat sekizi geçtikten sonra “yatma vakti yaklaşıyor”larından kalan bilinç altı rahatsızlığımı da bertaraf etmiş oldum, oh rahatladım biraz. antikacıdan satın aldığım eski ama iş görür daktiloyu kutusundan çıkarıp masaya yerleştirme vakti geldi sanırım.
Eveeet işte böyle.
sahibi öldükten sonra arkasından miras kavgaları döndürecek cinsten öyle eski, öyle asil ki...

Hııım, bi’ düşünelim bakalım, masanın yerini beğenmedim, arada gökyüzüne bakmalıyım ki hiçbir kelimeyi unutmadan kendi atmosferinde baştan yazabileyim.
O zaman masayı pencerenin altına doğru çekeyim… hah işte oldu.
Loş ışık lazım. Yok yok olmaz nasıl göreceğim o zaman, ışık açık kalsın.
Her şey tamam, etrafta çıt yok- sadece kalbimin ve içimdeki üç aylık miniğin kalp sesi var. Bu anı hiçbir şey bozmamalı.

Ahh, daktiloda biraz toz olsaydı keşke ne titiz adammış öyle! oysa ki her toz parçası önceki günün mirasıdır tam da geçen zamanı kelimelere hapseden bir makineye en yakışan şey!
aman ne diyorum ben vakit geçiyor yarına az kaldı. çabuk çabuk. Of, ne kadar da uzattım. saat kaç?
saat tam sekiz. iyi.

Bu daktilonun mazisi neydi acaba?
Gözlerimi kapatıp düşüneyim biraz.
kimler dokundu sana? Kim bilir hangi şeytani duyguları harfledin?
Yok yok, babası piyano annesi dikiş makinesi olan sende aşk ve huzur veren kelimeler çiftleşmiştir. O kelimeler bir yuvayı kurmuş, bir yuvayı kurtarmıştır. Evet evet sen o daktilosun, seni seçerken içim huzurluydu. Sen en az bir insanın hayatına müdahale etmiş, uzak hayatları birleştirmişsindir…
tamam başla hadi o zaman, ne kadar da titizlendim böyle...
Saat kaç acaba?
Saat tam sekiz. süper.

Tak tak tek tak tak tek zınnkkkkk…
harflerden çıkan seslerle kalp sesleri birbirine karışıyor.
Tak tak tek tak tak tek zınnkkkkk…
bir kalemin sessizliğine tezat şen şakrak oda huzur, heyecan doluyor.
Tak tek tak tak tak tek zınnkkkkk…
ilham perisinin fısıltısı adeta, parmaklar kendiliğinden hareket ediyor.
Tak tek tak tek tak. Zınnkkkkk...
Tak tek tak tek. Zınnkkkkk…
mutlu-son-bahar yapraklarını silkeliyor.
Tak tek tak tek tak. Zınnkkkkk...

işte bu kadar. artık hepsi hazır.
***

şafak vaktine kadar yetişmeliyim. Çok fazla vakit kaybettim.
saat kaç bu arada? Duvardaki saati durdurmuştum- hay aksi! kolumdaki saat de mi durmuş. cep telefonum nerede?
Saat üç olmuş! acele et, acele et…
***

… arka kısımdan dolanmak gerekiyor yolu uzatacağım ama olsun.
bu durumda arabayı park edip hemen yürümeye başlasam iyi olur.

Eyvah ilaçlar!

ilaçlarımı almadım, önce bir şeyler atıştırayım. Torpidoda bisküvi olacak, hah buldum.
Su neredeydi. işte burada…
işlem tamam.
hadi şimdi tam zamanı, çok heyecanlıyım.
Yürüyorum, yürüyorum, biraz yoruldum. çok az kaldı, hadi biraz daha sık dişini, yürüyorum yürüyorum…
ahhh işte ordasın.
Arkan bana dönük orada öylece bekliyorsun. aniden sarılacağım, şaşırtmalıyım seni!
o zaman daha usulca yaklaşmalıyım … evet şimdi sarılma vakti …

Nasıl özlemişim kokunu, mis gibi hayat kokuyorsun!
***

Vakit, alaca esmerini sevinçle kucaklayan güneş turuncusuydu;
bir kadının iki aydır göremediği ve çok özlediği adamın mezarına sarılıp ölümü beklediği zamandı…
zaman iyice ilerlerken, kolundaki saat bir o kadar hareketsizdi. Fark etmez.
Ne de olsa şimdi yaşamı ölüm geçiyordu…
***

bekçinin ihbarıyla mezarlık ambulans ve polislerle dolmuştu. kadın mezara sarılmış kaskatı halde avucunda bir zarfla duruyordu. Görevliler kadınla ilgilenirken, zarfı elinden zorlanarak aldılar.

Üstünde “Cennete giriş belgesi” yazılı bir zarf, intihar vakası ve kadının bir kaçık olduğuna dair ilk ipucuydu, hemen içindeki kağıdı çıkarıp okumaya başladılar;

alacakaranlık: kimin kaybettiğisin
Güneş ışığı: kölesi olmayacağım bir sahip arıyorum
alacakaranlık: o zaman sahip ol bana köle
Güneş ışığı: emrimdesin sahip
***
alacakaranlık: rengim çok siyah
Güneş ışığı: rengin turuncumu saran aşk
alacakaranlık: ruh ikiziyiz
Güneş ışığı: hayır tek ruhuz, arada birbirinin yüzüne bakıp tekrar birleşen
alacakaranlık: aşk dedin yine
***
alacakaranlık: nasıl kokuyorum
Güneş ışığı: tenine benden önce dokunmuş hayat kokusu
Alacakaranlık: kıskandın gibi
Güneş ışığı: affet
alacakaranlık: hiç küsmeden affettim

***
alacakaranlık: hiç susmasak
Güneş ışığı: çünkü
alacakaranlık: kalbime iyi geliyorsun
***
alacakaranlık: gitme vakti
güneş ışığı: çok siyah konuştun
alacakaranlık: gittikçe ruhun ağırlaşıyor
Güneş ışığı: haklısın, istemeden oldu, Yarın aynı vakitte
alacakaranlık: hiçbir salise kaçırmadan
Güneş ışığı: ilk defa karşılaşmış gibi
alacakaranlık: heyecanla tekrar edeceğim
Güneş ışığı: ilk sözlerimizi.
***
alacakaranlık: şimdi sar beni turuncunla
Güneş ışığı: siyahınla sardığın ana kadar
…

+aşk mektubu gibi bir şey.
-komserim diğer kağıt?

- alacakaranlık ben; güneş ışığı kocamdır.
bir sonraki birleşme zamanını bekleyecek kadar sabrım yoktu. Her geçen zaman vicdan azabıydı benim için. Acele etmem gerekiyordu, ayrı kalacağım her dakika günah olarak kaydedilecekti. Kaçık falan değilim sadece çok sabırsızım o kadar.
Bu şiiri kocamla birlikte uydurmuştuk- şimdi aşkımızın yazılı belgesidir. Tanrının böyle şeylere ihtiyacı var mı bilmiyorum ama işimi sağlama almak istedim.
Unutmadan, hamileyim.
Şimdi daha da kızdınız değil mi?
Ben ve bebeğimi “güneş ışığı”na ulaştıracak olan o ilaçları, inanın bana tok karnına aldım. yeterince özenliyim. bebeğimi benden çok düşünemezsiniz. hem size ne benim gittiğim yerden? çocuğumun ve benim yerim kocamın yanıdır. şimdi belgeyi tekrar aldığınız yere koyun, belki ona bir süre daha ihtiyacım vardır. evde bir adet vasiyetname var, teferruatlar orada. bu arada üzülmenize gerek yok size göre acı bize göre sadece
-Mutlu son-

not: tüm hakları "ruya avcisi" adlı yazara aittir. izinsiz kullanılamaz.