bugün

Modern sanat ve müzikte sadelik ve nesnelliği ön plana çıkaran sanat akımdır.
(bkz: minimalite)
less is more.az şey ile büyük işler anlatmaya çalışmak.sanat öğrencileri de masa başında uyuyakalıp projeye dokunmamışsa hocaya bu yalanı sallayabilirler.

-olum hiç bişe yapmamışsın projene
-minimalist bi hava yakaladım hocam
-...
bir felsefi tavır olarak minimalizm; insan için, maddeye minimum bağımlılık önerir.
apple tasarımcılarının artık bokunu çıkardığı akımdır. öyle sanıyorum ki ar-ge'den çıkan ürün bir minimalizm laboratuvarına gidip işlem görüyor.

"hmm stop tuşu...ne gerek var kaldır pause yapıyo ya işte. ileri geri sarma...sadece ileri kalsın nasıl olsa menü çembersel...ses tuşu... hiç lüzumu yok şuranın üzerinde parmağını kıpırdatsın ses açılıp kapansın...ipod...lan ne gerek var canlı izlesinler bi de bunu yanlarında taşıyacaklar ağır olacak, gösterişli olacak hiç sade olmayacak. muzaffer oğlum çağırsana şu ar-ge'deki çocuğu bunu deri altına monte edebiliyor muymuş?
ev eşyası az ve sade olan bir öğrenci evinde gelen arkadaşlara "minimalist bi insanım sevmem kalabağı , bak en güzeli sadelik" derken kullanılan paravandır. yoksa para versinler bende döşerim evi kelebek mobilyadan ,tepe home den.
bokta kalite aramaktır.
uludag sozluk'te minimalizm ise bkz vermektir.
arvo part (paert) hazretlerinin, henüz tazeyken muhabbet duydugu tarz. bendenize sorarsanız, sarah was ninety years old 'a da hasta oluyorum ama spiegel im spiegel baskadır be canım!
yalın bi etkiyle doğal aynı zamanda portatif oluşumu sağlamaktır. sade görünümle çarpıcıyı yakalamaktır.
klasik batı müziğinin dünyaya yayılmasının, artık avrupa müziği olmaktan çıkıp dünyanın ortak hazinesi olmasının ardından uğradığı ve uğramakta olduğu değişimi yöneten, yelkenleri kontrol eden rüzgâr. sadece dünyaya yayılması değildir sebebi tabi, ilerlemekte olan zaman da önemlidir, fakat ikinci planda.

eleni karaindrou'nun
zbigniew preisner'in
ve nice ismin ortaya çıkışı bu yörüngede incelenebilir.
tanım : küçücüğüm, herşeyim. budur.
1960'ların sonunda New York'ta ortaya çıkan, biçimde aşırı sadeliği ve nesnel yaklaşımı savunan sanat akımıdır.
bu akımda birinin yaptıkları, bir aşmışlık derecesinin ardından geliyorsa, mana aranmalıdır. ama daha bir yolun başında ben minimalistim diye takılan bir bünye varsa, iki satıra onlarca duygu sığdırdığını sanıyorsa, iki notadan harika bir şarkı çıkarttığını düşünüyorsa, bayar. Bir de bu bünyenin deneme tahtasıysanız, şiirini okurken kesildi sanırsınız. beklersiniz, orta yere sıçmış kedi gibi suratınıza muhteşem bir yorum yapacağınızı umar bir şekilde bakıyorsa, ''ee geldik mi'' durumuna girersiniz.
müzikte philip glasss,sinemada andrey tarkovski gibi öncülerinin bulunduğu sadelikten duruluktan yana olan işlevselliği ön planda tutan sanat akımıdır.
kısa, öz, ve işlevsel.
Sanatta samimiyettir.
sanatta yarrak gibi duran ama bir hayat tarzı olarak inanılmaz huzur veren nane. mesela benim bütün donlarım düz siyah. çok iyi değil mi?
insanın ulaşabileceği son noktadır. uzakdoğu bilgeliği bu düşünceye ya da hale yüzyıllar önce ulaşmıştır, batılı dostlarımız ise bu yüzyılda oraya varmışlardır. sinemada edebiyatta sikko sonuçları olabilir ama mimaride şahanedir.
(bkz: donna karan)
geleceğin modası. sade, pratik, işlevsel. topuklu ayakkabılar tarih olacak mesela. ve bugün kullandığımız pek çok zottiriklik.
" sade ama basit olmayan, yalın ama yavan olmayan bir güzellik anlayışıdır."
Hegel.
Hegel reyizin dedigi gibi. Asiriliktan uzakliktir. Azla cok yapmaktir minimalizm. Zenginlikten cok fakirlik kamcisidir.
bir yazı okudum hayatım değişti derler ya , işte aynen öyle. Şu yazıyı okuyunca, sanki birileri halime acıdı da bunu yazdı dedim resmen.
Mutlaka okuyun ve düşünün. tüketmenin sonu yok,anlayacaksınız ne demek istediğimi.

http://onedio.com/haber/m...meniz-icin-21-adim-538830

O kadar bunaltıcı, yorucu şey var ki hayatımızda.evlerimizde. Farkında bile olmuyoruz.
Kendi hikayemi anlatayım özetle,
eşya bağımlısıyım ben, (Bağımlısıydım daha doğrusu artık değilim, umarım bi daha da olmam)
hiç bir şeyi atmaya kıyamam, hatıra diye saklarım. Sinema biletleri, konser biletleri, müze broşürleri, sadece kalabalık yapan hiç bir işlevi olmayan magnetler biriktirirdim. gittiğim her şehirden minimum 2 kupa, 4 bardak altılığı, bir anahlarlık, 5 kartpostal, bir bez çanta falan alırdım. Niye? Hatıra olsun diye... O kadar gerizekalıca bir hareketmiş ki, şimdi şimdi aydım. Sadece para tuzağı ve kalabalık.
Bitmiş parfüm şişelerini bile atmaz dolabımın içinde saklardım, koku versin az biraz diye.
Ucuz bulup aldığım, iki kere giyip bir kenara attığım t-shirtler, belki tekrar okurum diye sakladığım dergiler, vermeye kıyamadığım ama giymediğim ayakkabılar, montlar, dönem modası olduğu için alınmış saçma sapan çantalar.

Bunlara ek olarak çok titizimdir de, eşyalarıma çok düşkünümdür. Haftada bir günümü mutlaka eşyalarımın ve evimin temizliği için ayırırım.
Bir gün bir baktım, dolap indidirip yerleştirmekten canım çıkıyor ben farkında değilim.
Öğrencilik yıllarımda yurtta kaldım, isterdim ki her şeyim yanımda olsun. Her yerde evimde gibi hissedeyim, hiç bir şeyim eksik olmasın. Ömrüm boyumdan büyük bavulları 4 kat yukarı süürklemeyle geçti. Şimdi düşünüyorum da ne kadar salakmışım.
Eşya o kadar sinsi bir şey ki, siz hiç farkında olmadan öyle bir dolduruyor ki dolapları, çekmeceleri hatta yetmeyince ortadaki boş alanı... neredeyse bana yer kalmamış zaten küçücük olan 1+1 evimde.
Bir yerin tozunu almak işkence olmuştu, oyuncak arabaları, kar kürelerini kaldır, tozlarını al , sonra geri yerleştir.
Makinalarca çamaşır yıka, as , kurut, ütüle , yerleştir.

Farkettim ki, ben yaşamımın %50sini bunlar için harcıyorum.
Hayır bir de takıntılıyım, mesela çalışmaya başlicam, isterim ki ortalık bal dök yala olsun.
misafir gelecek evime, 2 gün öncesinden başlarım temizlemeye...

eee nolcak böyle, bunun sonu yok ki...

Derken, bu yazı çıktı karşıma bir yerde. ilk okuduğumda bir durdum gerçekten. sonra tekrar tekrar okudum.Daha sonra 1 hafta boyunca her gün okudum, Ki öyle, "okudum ama orada kaldı, uygulayamadım" olmasın.iyice kafama işlesin. idrak edeyim.

Oturdum bir haftasonu, evde gereksiz ne kadar cam,tabak, bardak vs varsa hepsini sokaktaki geri dönüşüme attım.
Dergileri de aynı şekilde.

Kıyafetlerimi ayıkladım, malum önümüz kış, ne kadar mont kazak, bot varsa artık giymediğim ama hala kullanılır durumda olan, hepsini bir çantaya doldurdum, kapının önüne koydum temiz bir şekilde. ihtiyacı olan biri alacaktır muhakkak.
Eski görünen t-shirt,çorap vs onları da H&m'e götürdüm, geri dönüşüm kapsamında alıyorlarlar.

En zoru benim için, bilet kartpostal magnet vs gibi ıvır zıvır sözümona koleksiyonumdam, oyuncaklarımdan kurtulmak oldu. Çünkü çoğu manevi bir şeyler hatırlatan, güzel naları çağrıştıran şeyler.ama gözümü karartıp atıverdim onları da jumbo boy bir çöp torbasıyla.

Dünya varmış gerçekten, ferah ferah...

yani uzun lafın kısası, Eşyaya bağlanmayın. Çok nankör ve sinsi bir şey, sizi ele geçiriyor bir şekilde.
Hem paranızı ,hem zamanınızı hem de zihninizi harcıyor.

Hiç gerek yok, ilerde bakıp "aaaa evet bu filme şu filme gitmiştim" demek için bileti saklamaya lüzum yok,
Gittiğiniz ve çok sevdiğiniz bir şehri size hatırlatsın diye tanesi 3 eurodan 2 tane magnet almanın hele hiç gereği yok. O şehir sizde yer ettiyse zaten hep anılarınızda olacaktır.
Kıyafet konusuna girmiyorum bile. Tüketmenin sonu yok.

Az olsun, Öz olsun.
Sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir.
Ve az aslında çoktur.
hayatı yeterince sade yapma, ağırlıklardan kurtulma , yavaş yavaş yapmaya başladım
önce insanları sildim gerisi zaten kendi geldi
less is more felsefesine dayanan ve oldukça tasarruflu bir akım. az ama öz olmak. günümüzde müzikten tutun da giyim kuşamımıza kadar her yerde karşımıza çıkmaktadır.
kafka'nın bir sözüyle bitirmek istiyorum:

"dışarıya kapanmak esasen içeri açılmaktır. huzur mu istiyorsun? az eşya, az insan."