bugün

leos carax'ın aşk üzerine yaptığı etkileyici bir film.. zamanında istanbul film festivali'nde vermişlerdi.. paris'deki pont neuf'de ** geçer..bir yerden bir şekilde bulunup izlenmesi ciddiyetle tavsiye edilen film..
juliette binoche'un en iyi filmlerinden biri. binoche filmografisine goz atilacak olursa ne kadar iyi bir film oldugu daha iyi anlasilir. bir kopru alti askini anlatir film, kor olmak uzere olan bir ressami oynar binoche...
türkiye de köprüüstü aşıkları olarak bilinen aşmış fransız filmi.juliette binoche ın oyunculuğuna kelam etmek haddimize değil ama bu filmde esas devleşen nacizane Denis Lavant dır.o nasıl bir kaybediştir,nasıl bir yıkılıştır.aşk böyle bir şey olsa gerek.sinemadan anlıyorum diyenlerin kesinlikle izlemesi gereken bir yapım.ayrıca leos carax ın alex üçlemesinin 3. halkasıdır.diğerler için (bkz: mauvais sang) (bkz: boy meets girl)
tüm zamanları aşıp gelen aşk hikayelerinden. yarı anarşist, yarı varoluşçu. izleyin, izlettirin. sevaba girersiniz.

diğerleri gibi;

(bkz: gegen die wand)
(bkz: betty blue)
(bkz: natural born killers)
(bkz: the dreamers)
vize ve bir şişe şarap alıp hemen paris'e, o köprüye ve o kadını bulmaya gitme isteği uyandıran film. (şşşş uyansana! uyansana olm. aşk olsun!) ama uzun iş be! az ileride boğaz köprüsü var. olmaz mı? gerçi o da hep intiharı hatırlatıyor insana. tatsız olur. iyisi mi paris'e gidelim.

"aşık olmak istiyor musun? etrafına bak, burada aşk yok! aşk yatak odasında olur, rüzgarlı kaldırımlarda değil!" repliğinde tarif edilen rüzgarlı kaldırımlı bir köprü üzerinde,

(-yüzü- fena halde alper canıgüz'e benzeyen) alex ile,

bakışları evrende nerdeyse başka hiç kimseninkine benzemeyen michele'in yaşadığı aşk anlatılıyor filmde.

ve aslında bu bildiğin bencilliğin filmi. michele'in kör olma noktasındayken yeniden gözlerini tedavi ettirmesindense, kendisine muhtaç olmasını isteyen, tedaviyi engellemek için her şeyi yapabilen bir karakterde Alex efendi. şimdi bu mantıklı ve iyi niyetli bir davranış mı? değil. iliklerine kadar bencilce. ama sonuna kadar da gerçek. bencil kelimesi çok sevimsiz bir kelime di mi? ama insanı gayet güzel tanımlıyor işte. ve insanın ortaya koyduğu tüm davranışları. aşkını da nefretini... neyse. yine de iyidir aşk. yakından da. uzaktan da. alex'in mektubuyla bitirelim o zaman:

"birisi sana aşık oldu. eğer 'gökyüzü beyaz' dersen o da: 'fakat bulutlar siyah' der. o zaman birbirimize aşık olduğumuzu anlarız."
filmi ölümsüz yapan replik şudur:

"Rüyasında gördüğü insanları uyanınca aramalı insan. Bu, hayatı kolaylaştırır."
başucuma oturttuğum çok özel, çok özendiğim aşk'ın filmi.
diyalogların her biri not edilmelikti, alıntı yapamayacağım.
özellikle bazı sahneler şiirselliğin dibi. carax'ın üstüne düşeceğim...
"birini seviyorsan yarın ona şöyle de:
"gökyüzü bembeyaz."

eğer o bensem, şöyle cevap veririm:
"ama bulutlar kapkara."

böylece birbirimizi sevdiğimizi anlarız."
Michele belki de gokyuzu kadar beyazdi ve alex ise bulutlar kadar kara. Bulutlar ve gokyuzu ayni gokyuzunde bulusabiliyorsa onlar neden pont neufde bulusamasinlardi. Film rahatsizlik duzeyinin yaninda harika bir gorsel solendi. Pariste son tangodan sonra yeniden parise tasinma istegime engel olamadim. Film tum anlatimiyla ve muhtesem sonuyla beni derinden etkiledi.
bencillik kavramını gözümüze gözümüze sokan film aynı zamanda seni seviyorum un başka bir şekilde söylenilebildiğini göstermiştir bize: (bkz: gökyüzü bembeyaz) .