bugün

cemil meriç'in jurnal 2'de yayınladığı gelmiş geçmiş en şahane aşk mektuplarının tamamıdır. Meriç'in kızı bir röportajda babası ile lamia hanım'ın ilişkisini şöyle anlatıyor:

"Jurnal 2'de yer alan ikinci kadın Lamia Hanım babamın hayatına şöyle girdi. Babam 1957 yılında gözlerini kaybettikten sonra hep gözlerinin açılacağı ümidiyle yaşadı. 1965 yılında talebesi olan Fuat Andıç, 'Hoca, param olsa gözlerim açılacak diyorsunuz, gel doktora gidelim eğer mümkünse masraflarını ben ödeyeceğim' dedi. Taksim'de bir göz doktoruna götürdük, doktor baktıktan sonra, 'Cemil bey gözlerinizin açılması tıbbın şu anki imkanlarına göre mümkün değil, siz kör olmaya mahkûmsunuz' dedi. Bu halet-i ruhiye içinde eve gelince annem 'Cemil eşin olarak izin veriyorum, nereye gidersen git naparsan yap, yeterki yaşa' dedi. Bunun üzerine halamlara ziyaret etmek için trenle Hatay'a gittik. Antakya'ya indik, Antakya'da Ata Otelinde kaldık ve otelin lokantasında Lamia Hanım'la tanıştık. Jurnal'de yer alan mektupların başlangıcı o geceye kadar gidiyor. Lamia Hanım o günden sonra babamın hayatından çıkmadı.

Annem öldükten sonra babama Lamia Hanım'la evlenin dedim, evlenme teklif etti. Ancak babam, hayattayken hiçbir şekilde annemden ayrılmayı düşünmemişti. Lamia Hanım da 'ben seninle evlenirim ancak eşinden kalan mirası reddetmen lazım, çünkü çevre seninle bunun için evlendiğimi zannedebilir' dedi. Babam da redd-i mirası kabul etmeyince evlilik olmadı. Zaten kısa süre sonra da felç oldu. Aslında babam annemin ölümünü kaldıramadı. Lamia Hanım'a çok büyük saygısı ve sevgisi olmasına rağmen annemin ölümünden sonra bir daha gülmedi. Annem, ikimizin de yaşantısını ve babamın çalışmalarını en mükemmel seviyeye çıkarmak için hayatını tamamiyle evine adamış olan bir kadındı. Annemin babamın dışında hiçbir hayatı yoktu. Cemil Meriç, çalışıp kitapları çıkması için kendi hayatını vakfetmişti. Kısacası babam kadın açısından da çok şanslı insandı.

- Anneniz hayattayken de Lamia Hanım'la duygusal bir ilişki vardı herhalde?

- Gayet tabi var. Babam zaten mizaç itibariyle çok coşkun bir insandı, kadınlara zaafı olan bir insandı. Aslında bu sadece kadınlara yönelik bir duygu seli değildi. Görmediği insana aşık olabilecek kadar insan sevgisi taşıyordu. Ancak bu durumu kadın düşkünlüğü olarak değerlendirmemek gerekir. "

ve mektuplardan tadımlık:

Dün gece yine seni düşündüm. ikinci ayrılışta gözyaşlarıyla işlenen bir mektubunu almıştım. Benimle beraber gelmişti mektup. Bu defa başkalarıyla sohbeti benimle olmağa tercih ettin demek. Ankara'da on iki saat, iskenderun'da yirmi bir.

Bir buçuk gün, bu sükut bir ihanet değil mi? Akşam yine seni düşündüm. Düşünmek veya düşünmemek. Bu bir parça elimde. Ama unutmak ölmek değil mi? Önce öldürmek. Heyecanımızı, gençliğimizi, yani hayata mana veren her şeyi.

Sonra yeniden başlamak. Unutmak, unutmağa çalışmak, kurumaktır. Yara kabuk bağlayacak. Bunun için oyalanmak, oyuncaklar aramak, çirkin şey.

Çivi çiviyi söker ama ruh çopurlaşır. Boyuna hatırana eğilmek, boyuna seninle yaşamak ve senden uzakta olmak öldürüyor beni. Facia şurada: ya acıdan kurtulmak, ki bu kurtuluş ikimizin ölümü bir parça, yahut acıya katlanmak.

Ne zamana kadar?

Sanki hiç buluşmamışız gibiyiz. Hasret, maddi bir acı gibi içime işliyor. Islak, öldürücü, yakıcı, üşütücü bir yalnızlık. Ayrılalı kaç saat oldlu? Asırlardan beri ayrı gibiyim. Aman yarabbi. Her geçen saat, yaşamak sevincinden bir parçasını alıp götürüyor. Hayatımın eridiğini, azaldığını, hisseder gibiyim. Seni unutmak.

Niçin?

Vahadan sonra çöl. Gül bahçesinden sonra bozkır. Sana susuzum. Eskisinden çok fazla susuzum. Sesine, saçlarına, eline. Belki fizik değil bu susuzluk, belki fizik. Senin dünyan var, mevsimlerin var, herşey sizin. ilk Ankara ayrılışı yine böyleydim, huzur daha önceye, senin olmadığım bir tarih-öncesine dönüş. istemiyorum böyle huzuru. Şuur ırmağı bulanık akıyor. Durulur elbet.

Biz rüzgârların meçhul bir ülkeye, saadete sürüklediği birer gemiydik. Hakketmemiştik bu saadeti. Bir mucizeyi yaşıyorduk. Ve yaşıyoruz. Aşk, dehadan çok daha nadir. Bunun için binbir ihtimal bir araya gelecek. Arzda hayatın başlaması gibi bir şey.

insanın maymundan üremesi gibi bir şey. Ben görmeyeceğim, sen yaşamamış olacaksın. Ve bütün muhitimiz bakar kör olacak. Ne seni farkedecekler, ne beni. Ben kimseye benzemeyeceğim. Sen kimseye benzeyemezsin. Kaderin çok iltimaslı kullarına bahşettiği bu ilahi ziyafete, bu ruh ve ten cümbüşüne layık olmaya çalışalım. istikbal öyle sisli, o kadar dikenli ki. Seninkiler daha görünmedi. Ne düşünüyorlar? B’nin mektubu hayli canımı sıktı. Gelince fikirlerimi yazarım. Coşkunluğumu hoş gör. Istıraptan sarhoşum. Istıraptan yani hasretten. Yarım saat seninle başbaşa kalmak ve sonra ölmek. Şu anda istediğim bu. Perestişle.
Ben Ezeli Bir Mağlubum

"Mektuplarını üzülerek okudum. Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin. Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun. Acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm. Istıraplarım çok mu çirkin, çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim? Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim. Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum.

Acılarımın kaynağı sensin, evet ama hayatımın kaynağı da sensin. Senin için ve seninle yaşıyorum. Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümidleştiği kadın. iki yıl önce bu akşam bir rüyaydınız, bilinmeyendiniz. Sen bütün kitaplardan daha derinsin. Sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku. Muhammed'e nasıl iman ettiklerini anlıyorum. Tek mucize kelam. Kelam, yani sen."

Biliyorum ki Benimsin

Ve gece bir deniz kızı gibiydi. Şarkılarla başladı yıldız yıldız; köpük köpük. Kah bir çöl rüzgarı gibi yakıcı kah bir çöl gecesi kadar serin. Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir. Kelime kanattır, kelime buse. Ve gece bir deniz kızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin. Ve saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün zilletlerin hatırasını silen bir iksir. Salzburg tuzlalarına atılan kuru dallar, bir zaman sonra bir kristal hevengi olarak çıkartılırmış; artık dal kaybolurmuş, gözleri kamaşırmış insanın. Kainatta farkına vardığımız her yeni güzellik, bizi hayrete düşüren bir keşif olup çıkar. Aa, deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun kahkahası. Kristalizasyon yüzünden günün birinde kendi yarattığımız bir hayale aşık olduğumuzu, hayretler içinde görürüz. Tecrübe güvensizlik yaratır. Gittikçe kristalizasyon kabiliyetimiz azalır. ikinci aşk, yozlaşmış bir aşktır. Aşkın hazları, ilham ettiği korkular ölçüsünde büyüktür. Yalnız seninim. Ve yalnız beni düşündüğün müddetçe aşkımızın ömrü ebedidir. Büyüyü ancak ihanetin bozar. Manevi ihanetin. Bir an için gözbebeklerinde raksedecek herhangi bir yabancı hayal, o zaman bu rüya bir kabusa döner ve bir uçurumun kıyısında uyanırsın.

Mektupların Büyülü Bir ayna

Kendimi bir mektupta seyrettim. Büyülü bir ayna idi bu. Bu aynada bütün paslarından arınmış ve tanrılaşmış bir Cemil Meriç vardı. Senin Cemil'in. Bu aynada ikimiz vardık. Eriyen, dağılan, kaynaşan ikimiz. Abélard ile Héloise'i hatırladım. Geçen devirlerde yaşamak, yani derinleşmek ve ömrü alabildiğine uzatmak. Başka ülkelerde yaşamak, başka insanlarla acı çekmek, başka insanlarla gülmek. Damlayken denizleşmek. Ve an'a edebiyeti sığdırmak. Kalbini bütün heyecanlara açmak. Yani sınır taşlarını devirmek, çağların ve politikaların sınır taşlarını. Bütün insanlığı aynı büyük aşk içinde birleştirmek. Sanat, en yüce sanat, bir "communion" değil midir? Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek. iki insanı veya iki milyar insanı. Sanat bir heyecan seyyalesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür. Karanlıklardayım. Ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor; bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı... Karanlıklardayım. Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim. Ve uzaklardasınız. Çöldeki kumlar gibi susuzum, canım benim, çatlayan topraklar gibi susuzum. Ve mektupların nisan yağmuru. Hind'in turnaları gökkubbeden dökülen damlaları toprağa düşmeden içerlermiş. Kelimeler alnımı, ruhumu serinleten birer buse. Onları senin ellerin yazmış, güzel ellerin. Bir afyonkeş gibi akşamı bekliyorum. Postacı geç uğruyor.. Bu acılar saadetin gölgesi, bu acılar vuslatın dikenli yolu. Bu acılar araf. Sen yıldızlarla dostsun, kumsalda böceklerin vardı. insanlar yabancıydı senin için, benim için düşman. ikimiz de gurbetteydik. Karşılaşsak tanıyamazdık birbirimizi, bana gülümsemezdin, ben çekinirdim yanına yaklaşmağa, hisarım, gururdu.

Sizde ideali bulamadığım Zaman

Bir uçurum gibi büyüyen sükut, hayattan, ışıktan, ümitten kopuş. Nihayet gönlüme baharı getiren sesiniz. Kırık bir tekne, karanlık bir deniz. Ufukta siz olmasanız hayat denen bu yolculuk, bu rezil, bu pespaye, bu komik sürükleniş dayanılmaz bir çile olurdu. Yeniden kendimi buldum mektubunuzda, ömrümün en kederli anları sizi kaybettiğimi sandığım anlardı: Şubat'in ilk günleri, Ankara. Gökkubbenin bütün yıldızları başımda parçalandı ve güneş kahkahalar atarak uzaklaştı ufkumdan ve gece, ıslak, yağlı, isli bir gece bütün benliğimi bir ahtapot gibi kucakladı. Kimsiniz? Otuz yıldır gördüğüm rüya. Arzın bütün mevsimleri vardı mektuplarında, göğün bütün ışıkları vardı. Şimdi yıldız yıldızdı kelimeler, simdi şimşek şimşek. Arada gök kararıyordu. Sonra vuslat gibi güzel bir fecir. Mektupların fırtınayla doluydu, meltemle doluydu, lema ile doluydu, yani Lamiamla doluydu. Kuşlar tarlada mı şakıyorlardı, içimde mi?

Cemil Meriç...
''Bir uçurum gibi büyüyen sükut, hayattan, ışıktan, ümitten kopuş.. Nihayet gönlüme baharı getiren sesiniz.
Kırık bir tekne, karanlık bir deniz. Ufukta siz olmasanız hayat denen bu yolculuk, bu rezil, bu pespaye, bu komik sürükleniş dayanılmaz bir çile olurdu.
Yeniden kendimi buldum mektubunuzda, ömrümün en kederli anları sizi kaybettiğimi sandığım anlardı: Şubat'ın ilk günleri, Ankara. Gökkubbenin bütün yıldızları başımda parçalandı ve güneş kahkahalar atarak uzaklaştı ufkumdan ve gece, ıslak, yağlı, isli bir gece bütün benliğimi bir ahtapot gibi kucakladı.
Kimsiniz?
Otuz yıldır gördüğüm rüya''
kesinlikle kafka'nın milena'ya yazdığı mektuplara rakiptir.
''boğazıma kadar gömüldüm bir bataklıktın. bir hastalıktın. bir ayna bile değildin. ne göğü aksettiriyordun nede gönlümü.
seni ben yarattım, acılarımdan, hayallerimden. balçık mermerleşmiyor. bu masal böyle bitmemeliydi. acımayan sevemeyen, anlamayan zavallı darling, saddet kapını çaldı. kırarcasına çaldı. kırdı da. ama sen içeride yoktun. tiyatroya gitmiştin galiba. beni bu ıstıraplı rüyadan uyandırdığın için teşekkür ederim.
her ameliyat yaralar. bilmem seni de yaraladım mı ? hiç olmazsa kırılan gururun birlikte yaşadığımızı hatırlatır sana. birlikte yaşadığımız saatler mi ?

biz birlikte yaşadık mı ? ne zaman yanımdaydın? bu bir roman olabilirdi my darling. beceremedik. başlangıcı da mesut bir istikbal müjdelemiyordu. sana kızmıyorum. sen bu kadarsın. bilmeliydin. kalbim kırılmadan ayrıldığım tek gece olmadı..
belki anlamadım seni.

kim kimi anlamış my darling. her roman güzel bitmez ki.
bu da bir nevi '' happy end.'' wstmister sarayında kanlı bir yazı varmış: baltaya dokunmayınız!.. sen baltayla tırnaklarını kesmeye kalktın. bu da bir nevi '' happy end.'' seni öldürmedim. intihar etmek niyetinde de değilim. bakı sen sağ kalasın sevdiceğim, ben de selamet.''