bugün

senden kaçan aslında senden değil kendinden kaçan sevgilidir. tırsar tırsaktır.
kendimden birkaç satırla cila çekeyim ;

ne kaptan cousteau bilirdi karşılaşacağı harikayı, ne de ümit burnu kaptanı beklemekteydi...
deniz'e sevdalıydı cousteau ağabeyimiz ve suların üstünde huzurluydu belkide...

pazar sabahları seni öperek uyandırmak, televizyon programları ya da hangi filmi seyredelim gibi abuk tartışmalar yaşamak, tepemin tasının en attığı anlarda ceketimi alıp siktiriolup giderek sabaha karşı eve gelip sen uyurken sana sarhoş sarılmak ve beceremesem de birkaç çeşit yemek yapmaya çalışmak gibi gayr-i meşru ve bir o kadar da zor heveslerim var...
anlamaya çalışmak aptallık bilirim, gömüldüğün enkazdan cesedini çıkartıp aşk diye sarılmak, hala buğulu bakan gözlerden içeriye daha çok bulanarak bakmak. hep aşka esir şarkılarda geçer ya ''benmi sana geç kaldım, senmi bana çok erken'' diye işte aynı minvale döner hikayemiz ve kalem anamı beller her elime aldığımda...
hisardan gördüğüm boğaz ışıkları kadar sarı ve hızlı akar istanbul sokakları gözümden, seni sürükler kaldırım taşları bir puştun havasında...
belkisine, öylesine, hunharcasına ve severcesine geçer günler, sabahları sana kilitli anahtarı olmayan matem karanlıklarında. inceden yanar canım hani böyle sivrisineğin yavaştan kan emercesine, damarlarım genişler, kan nil nehri gibi akar içimde, seni sakladığım yürek çıldırmışcasına çarpar, ben onu tutmaya çalıştıkça o çarpar, ben tutmaya çalışırım ki sen içinden fırlayıp çıkma diye yoksa terleten nabız sadece hikaye...
siagara dumanı, alkol falan seni hatırlatmaz hepsi maval, eğer sen gerçeksen her an gölgen yanımdadır zaten ve eğer ben sadece kafam/kafan güzel anlarda senleysem, içimdeysen ve içindeysem... siktiret kes at o güzel kafayı yerinden.
i̇liklerine kadar sevdalanırım ben aslanım, kimsenin girmeye cesaret edemeyeceği coğrafyana yeni haritalar çizerim, ezbere bildiklerini tersten bir daha okursun, okursun da, anlarmısın bilmem.... anlarsan eğer, o cesaret kalkanını eline alırsan eğer ''devlerin aşkı'' dedikleri şey ortaya çıkar ya zaten...
ben aşkı sana boktan bi elbiseymiş gibi üzerine tutup yakıştımı diye bakmam, direk kafandan geçirir, parmaklarına kadar ona bularım. bayram çocuklarının başucundaki yeni ayakkabı hevesi olursun içimde ve ben seni her sabah, yine bir bayram sabahıymışcasına kucaklar parlatırım, giymek için binbir tereddüt yaşarım...
hayat bize mutlu olma şansı vermedi diye kırıp kıçımızı oturacakmıyız? an be an bizden aldıklarıyla karşımıza geçip pişmiş kelle gibi sırıtan bi hayata ''eyvallah kaptan'' diyecek kadar riyakar mı dönecek devranımız? yoksa bir anda silkinip yırtabilecekmiyiz o aydınlıkla zifir arasında seyreden ve ne bok olduğu belli olmayan alacakaranlığı... beyaz güzel durur her surette, siyah ayıpları kapatır, kapatırda bir de ikisinin piçi gri vardır, o neyi beller, belli eder? adı bile samimiyetsiz, flu, renksiz ve netsiz baksana...

bir de sonuna iki satır cila çekeyim boş gitmesin;
ettiğin tüm yeminleri bozarcasına,
geride kalanların üzerine bir avuç toprak atarcasına,
yüreğini sıkıştıran zebanileri, zemzemle kovalarcasına,
seni yerle gök arasında mahpus eden insancıklara sövercesine,
dibe çeken akıntıya direnircesine,
karda mahkum kardelen misali güneşi umut edercesine,
kendini kendin gibi severcesine,
ve gülercesine hayatın tüm orospu cilvesine,
alev denizini mumdan gemiyle geçermişcesine...
kır dümeni bendeki dünyaya,
ben pupa yelken açtım yarısı yeşil, yarısı mavi ve tadıyla tuzu birbirine karışmayan sulara
korkak olduğunu bile bile onunla olmaya devam eden kişinin sevgilisidir.
perisma'dan geliyor:

(#9233816).
sevmekten korkan sevgilidir. hoş sevgili de olamamıştır. tek taraflı sevilir de iş sevmeye gelince;

kimi zaman cesaret edemez, kimi zaman direnemez.
bazen kaçmayı amaç edinir kendine bazen de susmayı.
elinden gelen tüm cesaretlendirme çabalarına da aldırış etmez.
sen konuşursun o susar.

sevmeyi bilmiyordur yüreği yetmez aşka,
tutmaya gücü yok sen elini uzatsan da,
dünyaları versen değişmez asla,
aşkın adı var belki aslı ne arar onda...