bugün

yok olmaya giden hızlı tramvay gibidir.
bazende dışarda ki bunca şamata,kalabalık,keşmekeşe karşı insanın huzuru bulduğu limandır.
(bkz: içimdeki fırtına)
(bkz: kendi ic alemine cekilmek)
yengeç burcu insanların her daim bulundukları haliyeti ruhiye.
avaz avaz susmak aslında bir nevi.
Batık bir geminin dipte zamanla yeşil yosunlara bürünerek saklanması, suların kamaralara dolması ve unutkan balıkların sığınağı olması misali. Gömüldüğü karanlıkta solunum değişir, demir kararır, tahta çürür. Bozulma hüküm sürer, yüzyılların dalgaları unutuşu aşındırır, sessizliği derinleştirir. Kendi sessizliğine gömülmek sudaki kırılmayı arttırır.
dolmuş insandır, gırtlağına kadar dolu ve dertlidir.. susmak ona güzel gelir, zira konuştuğunda bir şeyleri yıkacağından, birilerini kıracağından korkar.. ya da kendini ifade edememekten, kim bilir belki de binlerce kez konuştuğu bir konuyu tekrar anlatmaktan çekinir.. bıkmıştır cünkü.. artık gücü kalmamıştır..konuştuğunda hiçbir şeyin değişmediğini görmüştür..

işte bu yüzden konuşmaz, susmak gülistan gelir ona..uygun ortam, uygun zaman ve mekan gözetler belki de kimbilir? o başkaları gibi her işe hemen atlamaz biriktirir bünyesinde..

belki bir çok şeyin kendi söyleyince bir anlam ifade etmediğini, ancak karşı taraf fark ederse bir anlamı olduğunu düşünür.. kıymetsizleştirmek istememiştir, küçümsemek ve gözünde alçaltmak.. kim bilir?

belki de karşı taraftan alacağı cevap olumsuzluğu ürkütür onu en çok.. kavga ve tartışmayı sevmez.. huzur ister, huzuru sever.. fakat susmakla huzur sağlanmayacağını bilmesi gereken insan.. susmuştur, taşmak üzeredir artık, bütün harfler gırtlağına hücum etmiştir artık bir araya getirip kelime ve cümleler oluşturamıyordur.. kim bilir?

bir acı gelir oturur gırtlağına, yüreğindeki acı ancak oraya kadar ulaşmıştır.. çıkarsa rahatlayacaktır, bilmez.. korkuları büyür gözünde, kelimeler düğümlenir ve acı içeri akan bir gözyaşı şeklinde ve daha da derinde bir yere oturur yüreğine...

tanım; susmak..
bazen zorla itilen durumdur. an gelir ki çevrenizde ki gürültüler birden sessizleşir sevdiğiniz özlediğiniz insanların sesi duyulmaz olur ve onun dışında ki sesler gürültü olamaya başlarve o andan itibaren kendi ıkabuğuna çekilir sessizleşirsin.
çaresizliktir. alkol ve sigara kombinasyonuyla geçer günler.
dışarıdan bakınca sessiz görünen bu durumdaki bünyeler aslında içlerindeki kargaşadan doğan gürültüyü bastırmaya çalışmaktadır. bazen gürültü o denli yoğun olur, bünye o denli dolup taşar ki, başka seslere duyarlılık sıfıra iner.
sessizliğe gömülmek ile 'kendi' sessizliğine gömülmek arasında bir fark olduğunu düşünerekten kendimi birşey yakalamış gibi hissediyorum. *

bu bence birşeyden kaçmak ya da içimize atmak değildir aksine kendi sessizliğimize kulak vermektir. dışarda kıyamet kopsa bile hiçbirşey duymamak kendi sessizliğimizde bir arayışa geçmektir. *
kendi sessizlik dağlarının eteklerinde amansızca çıkılmış bir gezintidir, yolu kaybetmekte geri dönmekte kişinin elindedir.
ailenizle oturduğunuzda iki lafın belini kıramıyorsanız bir şekilde bir şeylerden şikayetler açılıyorsa odanıza kapanıp içerisine düştüğünüz ruh halidir.her seferinde aynı sorunlar konuşulur fakat çözüm için kimse bir adım atmaz siz de bundan sıkılmışsınızdır.bir süre sonra gülünenlere gülmez kızılması gerekenlere kızmaz tepkisiz bir hale gelirsiniz. kendi kendinize ''bir aile olamadık'', ''bir aile nasıl olmalıdır ki?'', ''acaba herkes mi böyle?'', ''ne zaman kendi hayatımı kuracağım?'' gibi sorularla yakınmalarla mutsuzlukta bulursunuz.
gürültülü bişeydir. kakafoni gibi.
çevreye karşı aşırı duyarlılıktan öte gelip çevreye karşı duyarsızlaşma ile vücut bulan durumdur ki bu durumdaki bünyeler olan bitenden asla habersiz değildir aksine her şeyi görür ve yorumlar.ancak ve ancak ses etmezler tüm kavgaları kendi içindedir ve bu kutsaldır.
konuşmanın kifayetsiz kaldığı durumlarda, anlatacak çok şey varken bazen yapılması en doğru aktivitedir.
anlattıklarını hakedecek kimseyi bulamamak.
tüm umutların yok olduğunda ortaya çıkan bir durumdur.her yaşta farklı yaşanır.
her şeyi bitirmişiz, konuşacak hiç bir şey kalmamış. tek bir söz bile bırakmadan söylemişiz meğer. çok hızlı gitmişiz, ruhlarımız geride kalmış.

--spoiler--
meksika’da inka tapınaklarına çıkmak isteyen avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. tabii avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar.
saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyor ve sonunda tepenin üstündeki görkemli inka tapınaklarına geliyorlar.

arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor; "hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik?"

yaşlı rehber ise son derece güzel şu cevabı veriyor;

"çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik."
--spoiler--

ruhumuzu o kadar geride bırakmışız ki, akan gözyaşlarıma tek bir cevap bile bulamıyorum içimde. bunca sessizliğin içinde mahkum olmak, bunca gözyaşıyla tek başına mücadele etmeye çalışmak çok yorucu.

alışmak kötü bir şeydi öyle değil mi? alışmak kötü bir şeydi, evet. sonrasında alıştığı ufacık bir şey olmayınca insan yolunu bulamıyor. neye, neden alışır ki insan? mutluluk olmayacak mıydı rehberim, bu gözyaşları niye? düştüğüm yerden kalkmak çok kolay, ama kalkmayı istemeli insan. oysa ben, iki omuzu ve kolları iki yanına düşmüş bir insan gibi yorgunum, hissizim.
çok konuşmuşuz, söylenecek hiç bir söz kalmamış. konuşacak hiç bir şey kalmamış. öylesine söylememiştim oysa hiç bir cümlemi, hiç bir kelimem öylesine değildi. boşa harcamak istememiştim, o yüzden hepsini en doğru yerde kullanayım demiştim.
seçebilir mi insan, gülmeyi konuşmayı, sevmeyi? sevgi seçilebilir mi? seçilemiyor.
seçilemediğini görünce de anlıyor insan. birinin elinden tutup, sessizliğini bozmayı beklemek nafile.

"Belki de boşa geçti onca zaman
Bu da bir tür geçip gitme duygusudur
Ne güzel olurdu yeniden başlasak
Ne yapsan en başa dönülemiyor
Ne yapıp yapıp dalı unutmalı
Rüzgârla yere düşen sarı yaprak" *
gözle görünen kanayan yaralara merhem bulmak çok kolay. peki içte kanayan sessizliğin merhemi ne? niye susuyorsun ruhum, sen bari susma.
tek bir sözü bile, söylemiş olmak için söylememişken; "ağızdan çıkan her sözün hükmü var" derken tüm bunların kocaman bir yalan olduğunu fark etmek, susturdu belkide ruhumu.
neydi yalan sahi, göreceli ve geçici bir şey değil miydi? evet öyleydi, bu gün çok gerçek olan sevgi bile, yarın olmadığında kocaman bir yalan olabilirdi. o halde kimi suçlayabiliriz ki, kendimizden başka. dün her şeyden daha gerçek bir sevginin bu gün olmadığını gördüğümüzde, bu neden yalan oldu diye kime hesap sorabiliriz, ruhumuzdan başka?

deli ediyor beni bu sessizlik, içimde susmayan o ses nerede şimdi? "bu sözü söyle, bunu söyleme" diyen o iç ses, nereye kayboldu. bu sessizliğe neden gömüldük?

şimdi oturup, konuşacak ve yol gösterecek ruhumu bekleme zamanı. rüzgarların içine karışmış kokum ve sözlerim. getirir mi rüzgarlar kokumu burnuna, tanır mısın? ya da duyar mısın sesimi, ruhsuz sesimi, bilmem? ruhum gelsin, ben giderim.
artık umudun bittiği andır. konuştuğunda, sorular sorduğunda duyacağın cevaplar canını acıtacaktır şu saatten sonra. o yüzden susarsın. çünkü konuşmaya, sebepler anlatmaya aslında gerek yoktur. karşıdaki kişinin bugüne dek zaten seni tanımış olması gerektiğini ve konuşmanın gereksiz olduğunu düşünürsün. çünkü gücünde kalmamıştır. aslında. uğraşmak istersin ama kırgınlıklar vardır. artık konuşmak sadece kendine eziyet, tekrar ediliştir. bir an önce o sesler bitsin ve gözlerin kapansın istersin. o yüzden öyle bir susarsın ki, gün geldiğinde yeni insanlara bile konuşcak gücü artık bulamazsın.
bazen insanlar, düşünceler, sesler yorar. o zaman baş ağrır, moral bozulur, insan yorulur ve köşesine çekilip dinlenmekten başka şey yapmaz.
koşmaya ara verip, nefes aldıktan sonra, yeniden koşmaya başlamaya benzeyendir.
iki ihtimal var ya rahatlatır yada daha depresif ve huzursuz eder insanı.
yapılması gerekendir. insan içine karışıp çamurun dibine batmaktansa en iyi yol kendini dinlemektir.
yaşar kemal'in sözünü akla getiren durum. en azından bana öyle geliyor. "konuşan insan, öyle kolay kolay dertten ölmez, bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü sonu felakettir".