bugün

vedat türkali'nin kitabıdır
vedat türkali'nin güven romanının devamı niteliği taşıyan muhteşem kitabıdır. hem bir aşk romanıdır hem de gündemimizde yer alan sorunlara parmak basmaktadır.
vedat türkali'nin son romanıdır. roman, güven'le başlayan ve bugüne uzanan geleneğin gelecek projesini bugüne bağlıyor; kürt sorunu ve sol'un konumlanışı. ancak roman türkali'nin diğer romanlarının ardına düşüyor. gerçekliği zedeleyen bir kurguya sahip; 79 yaşındaki nahit kotar'ın 20'li yaşlardaki esme'yle aşkı, zorlama mekanlar vs. koca ustanın ikinci istisnasıdır, diğeri de tek kişilik ölüm adlı romanıdır, o da türkali'nin seyrinde bir kırılma noktasına tekabül ediyor, kötüdür. tabi piyasada 'iş yapan' diğer romanların yanında leziz bir edebiyat sunar.
Vedat Türkali romanıdır. Romanın ana ekseninde neredeyse seksenine gelmiş Noktor Nahit ve genç Esme'nin yaşadığı birliktelik vardır. Doktor geçmişini sorgularken Esme de onun göremediklerinin, bugüne kadar belki de önemsemediklerinin ipuçlarını verir. Esme'deki özgürlük duygusu, kalıplaşmış düşüncelere karşı olma gibi özellikler yazar tarafından kadın karaktere yüklenerek konu çekici kılınmıştır. Doktorun hayatı boyunca karşılaşamadığı kadındır Esme. Bu yüzden idealdir. Ancak böylesine uç bir ilişki romanın inandırıcılığını da zedeler. ilginçlikle inandırıcılık iki ayrı kutup gibidir.
Romanın anlatımında da bazı rahatsız edici şeyler var. Vedat Türkali, basit bir yaşamsal hareketi bile yazmış. Zamanlar arası geçişler yok. Doktor taksiye binecekse taksideki durumu da anlatılıyor ki gerek yok. Bunlar okurda bıkkınlık yaratabiliyor. Bir diğer sorun da iç monolog tekniğinin aşırı derecede kullanılıyor olması. Vedat Türkali'de bu hep vardır gerçi; ancak "Kayıp romanlar"da hat safhaya çıkıyor. Her şeye rağmen okunası bir romandır. Konusu ilginçtir ne de olsa.
Radikal Kitap dergisinin 212. sayısında yer alan bir tanıtma yazısında Zeki Coşkun, üzülerek katıldığım şu tespiti yapmıştı: "Dünya ahvalinden bihaber memleketimizde 'politik tavır' denen şey çoktandır unutuldu. Daha da ötesi, hiçbir yasaya, yasağa gerek olmaksızın iptal edildi. O nedenle hemen tümüyle eğlenceliğe dönüşen edebiyat roman sahasında böyle bir tavır boy verirse, ilk anda pek fark edilmez."
Son derece doğru bulduğum bu tespite istisna oluşturabilecek bir kitap, bu sözlerin yazılmasından aylar önce kitapçılardaki yerini aldı. Bu istisna kitap için seksenini çoktan devirmiş, istanbul aşığı bir komünistin yazdığı aşk romanı diyebileceğimiz gibi, bir politik duruşun/arayışın romanı da diyebiliriz ve bu iki tespiti derinleştirerek yazımıza devam edebiliriz.
Evet, Kayıp Romanlar bir aşkın romanı, yetmiş sekiz yaşında, uzun yılların ardından sevdalısı olduğu Türkiye'ye dönebilen Dr. Nahit ile yirmi yedisini bitiren üniversite öğrencisi Esme'nin aşkının romanı.
Vedat Türkali, romanının belkemiğini oluşturan bu aşkı anlatırken istanbul'u, müziğin her türlüsünü, bir önceki romanı olan Güven'i ve kendisini de kitaba dahil ederek, hem bizi farklı lezzetlerle tanıştırmış hem de romanın gerçekçi atmosferini kat be kat artırmış.
Vedat Türkali'nin istanbul tutkusu, tüm kitaplarında göze çarpan önemli bir unsurdur. Kayıp Romanlar'da istanbul, yıllar sonra kavuşulan bir dost, Dr. Nahit'in Türkiye'ye döndüğünde kavuştuğu dost, olarak anlatılmış. Bu, öyle bir dosttur ki Doktor'un nerede oIduklarını bilmediği eski yoldaşlarının, arkadaşlarının, akrabalarının, sahip olunamayan bir ailenin yerine konulan bir dost... Romanda, istanbul aşığı sanatçılar (Yahya Kemal , Ahmet Hamdi Tanpınar , Abdulhak Şinasi , Orhan Veli, Nazım Hikmet, Sait Faik) Doktor'un istanbul'a olan bağlılığını pekiştiren ortak dostlar olarak yer alıyorlar. Ancak zaman zaman , aradan geçen uzun yılların etkisi, tüm bu dostluğa ve dostlara rağmen, bu ilişkide de kendini hissettiriyor ve bu
durum, artık bambaşka bir kimliğe bürünmüş olan istanbul'un Dr. Nahit'i şaşırtıp, zorlamasına yol açıyor. Bu zorlanmanın ilk örneğini, Doktor'un Karagümrük'te taksiden inip, ne yapacağını bilemeden, adeta şok içinde çevresine bakındığı satırlarda (S: 40) görüyoruz. Sonuçta istanbul, eski dostunu şaşırtsa da, üzse de, zorlasa da asla yalnız bırakmıyor.
Kayıp Romanlar'ı okurken melodilerin beyninizde uçuşmasını engellemenize olanak yok. Tüm roman boyunca, Doktor'un evinde, isviçre'de Vasken'in evinde, sohbetlerde, kısacası müziğin oluşturucu öğe olarak kullanılabileceği her yerde müzik var. Okumaya ara verdiğimiz zamanlarda , Klasik Türk Müziği, Klasik Batı Müziği, türküler, bize göz kırpmaya başlıyor ve kulağımız o eşsiz notaları duyma ihtiyacı hissediyor.
Vedat Türkali'nin başyapıtı olarak değerlendirebileceğimiz Güven de sık sık anılan bir dost olarak karşımıza çıkıyor. Doktor Nahit'in Türkiye'de yapmayı planladığı iki işten birisi Güven'in devamını yazmaktır, Esme de gerçekleştiremeyeceği belli olsa da Güven'i devam ettirmeyi düşünür ve bu ortak düşünce, iki insan arasındaki ilk kıvılcımları doğurur. Bu kıvılcımlar, sert bir tartışmanın getirdiği rüzgarla kısa sürede aşk ateşine dönüşür.
Kayıp Romanlar'ın en önemli başarılarından birisi de okurunu, yetmiş sekiz yaşındaki kahramanıyla özdeşleştirebilmesi. Bu özdeşleşme sayesinde o yaşlardaki bir insanın fiziksel durumunu yalnızca paylaşmıyoruz, adeta yaşıyoruz. Vedat Türkali bu olağanüstü tecrübeyi bize yaşatmak için, teşekkürlerini sunduğu doktorlardan aldığı yardımlarla kendi yaşanmışlığını birleştirmiş olmalı ki Doktor Nahit'in yaşadığı tüm zevkleri, acıları, hastalıkları, yorgunlukları bize bu denli canlı bir şekilde iletebilsin.
Kayıp Romanlar'ın komünist bir kalemin elinden çıktığını daha önce belirtmiştim. Kitap, bu yönüyle bir politik tavrın eseri olarak değerlendirilebiliyor. Türkali'nin bu tercihi romanı farklı mecralara kaydırıyor. Bu, farklı mecralara kayış da bir yanıyla, romanın tartışılır bir metin halini almasına yol açarken, bir yanıyla da romanın bütünlüğünde kimi aksamalara neden oluyor. Burada, Dr. Nahit'in Türkiye'ye dönme amacını yorumlarsak bu aksamaları ve tartışılabilirlikleri görmemiz kolaylaşır.
Dr. Nahit'in Türkiye'ye döndüğünde yapmayı planladığı birinci iş, Avrupa'da yaptıkları etkinliklerde biriken 2.172.000 Avro'yu, aklında olan "BiRARADA" projesini hayata geçirmek için harcamaktır. Bu istek, Almanya'dayken kolayca hayata geçebilirmiş gibi görünmesine rağmen, 2000'li yılların Türkiye'sinde hiç de kolay değildir. Bu zorluk, Kayıp Romanlar'ı politik bir tezin merkezine oturtarak bir siyasi arayışın romanına dönüştürür. Dr. Nahit'e bu açıdan bakarsak, bir anda, Güven'deki Turgut'la karşılaşmış gibi oluruz. Hatırlanacağı üzere Turgut, 1940'ların Türkiyesi'nde TKP'yi aramaktaydı. Bu arayış, ortak olmakla birlikte, bizi, Türkali'nin biraz önce tartışılır bulduğumu söylediğim politik tezine götürüyor. Bu teze göre, Güven'in geçtiği yıllarda tek adres yer altına çekilmiş TKP'dir ve bu açıdan Turgut'un işi çok daha kolaydır. Turgut'un kafası zaman zaman karışsa da iki kutuplu dünya gerekli cevapları barındırmaktadır, 2000'lerin dünyası ve Türkiyesi ise gönlü solda olan birisi için net adresler barındırmıyor ve bu anlamıyla değerlendirilince, Doktor'un işinin ne denli zor olduğu belli oluyor. Vedat Türkali, kahramanını, roman boyunca asla mutlak bir umutsuzluğa sürüklememiş, ancak sahip olunan bu umut, şu anda Türkiye'de var olan tüm siyasi oluşumların yerden yere vurulmasını da engellememiş. Bir yandan Sovyetler'le hesaplaşılırken, bir yandan da Türkiye sol hareketinin günümüzdeki yelpazesi önümüze serilerek adeta hesap sor¬ulmuş. Ayna tutularak sorulan bu hesap, bugün marjinal dar gruplar olmaktan öteye geçemeyen siyasi oluşumlarca gözardı edilmese iyi olur düşüncesindeyim. Bu durum, romana yedirilmeye çalışılan, Kürt ve Ermeni gerçekliğini özetleyen satırlarla birleşince romanı kışkırtıcı bir metne dönüştürüyor ve romanın aşk düzleminden alınan tadının da değişmesine yol açıyor.
Vedat Türkali, romanı için, kalbi kavga ve aşk için atan bir kahraman yaratmış ve Ona yüklüce bir para da vererek bir arayışa sürüklemiş. Böylece, bir sembol kişi olarak değerlendirilebilecek Dr. Nahit, susmuş vicdanlara seslenen ve bir an önce kendi "BiRARADA" projemize katılmamızı öğütleyen bir kahraman olmuş. Bu yönüyle, bayrağı Esme'ye ve Rohat'a devrederek mücadelenin sürekliliğine vurgu yapılmış. Bu arada Esme'nin hamile kalmış olma ihtimali de vardır ki bu ihtimal gelecek nesillere umutla bakan Türkali'den bize yapılan bir gönderme olarak kabul edilebilir.
Roman boyunca, Türkiye sol hareketinde önemli yeri olan kişilere her fırsatta selam gönderilmiş. Vedat Türkali'nin önceki romanlarında da özel sempatisini saklamadığı Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın yanı sıra, Dr. şefik Hüsnü, Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Ruhi Su, yeri geldikçe anılmış. Kalan Müzik'e de bu yozlaşmışlık içinde ödün vermeyerek yaptığı saygın çalışmalardan ötürü bir selem gönderilmiş.
Romanda, Kürtlerin dünü ve bugünüyle ilgili dile getirilenler, Vedat Türkali'nin, Kayıp Romanlar'dan sonra çıkan ve Kürtler üzerine yazılarının yer aldığı kitabıyla paralellikler taşıyor ve okuru bu kitaba yönlendiriyor.
Evet, Kayıp Romanlar, 631 sayfa boyunca bizi, zaman zaman aşkın ılıklığıyla buluşturuyor, zaman zaman da her tezli roman gibi düşüncelerimizle çatışıyor; ama kırıp dökmeden, düşündürerek, kendisini ve Vedat Türkali'yi geleceğe taşıyor.
Kayıp romanlar vedat türkali'nin cok sevdım yapıtılarından bir tanesi. En carpıcı nokta türkıyede yasananları herhangi bir kimlikle romana aksetirmesi.Orda gördügüm devrimci istanbul üniversitesi hukukta okuyan zeynel'in aynen istanbul hukukta arkasından hayince vurulan devrimci önder babat'a benzemesi .... kayıp romanlar türkiyedeki halkların sorunlarını dile gatirmiş devrimci bi dille.Vedat Türkali'ye yürekten teşekürlerimi sunuyorum...