Kayberen, Kırgızlar'ın iyiliksever ruhlar arasına dahil ettikleri ve "kayıp eren" adıyla andıkları ruhlardır, dağlarda yaşarlar ve geviş getiren hayvanları korur. Kırgızlar'ın inancına göre bu ruhlar, hayvanların artıp çoğalmasını sağlar. Ancak kızdıkları zaman da hayvanları telef edebilir. Bunun için de ava çıkmadan önce, uğurlu geçmesi için "kayberen"den yardım istenir.

Dağlarda, taşlarda yaşayan ve hayvanları koruyan bu ruhlar aynı zamanda yaşadıkları yerin iyesidirler. Onun için, dağdayken bir tehlike ile karşılaşanlar "kayberen"den yardım isterler, "Başına dolanayım kayberen, kırk çiltan, yardım et'" derlerdi. "Kayberen"in mal, hayvan iyesi ve koruyucu olduğuna ilişkin görüşler, zaman zaman "Dağ Ruhu" inancı ve Çiltan motifiyle kaynayıp karışmıştır. Çiltanlar da Kayberenler gibi dağda yaşayıp hayvanları korurlardı. Onların sayısı 40 olduğu için kırk çiltan denilirdi. Kazak halk kültüründe göze görünmeyen varlıklar ya da şeytanlar olarak bilinen "kayip iren" adı, "Bab tükti şaştı-Kayıp iren kırk şilten" ifadesinde karşımıza çıkmaktadır.

Işık yüzlü eren olarak bilinen, sayıları kırk olup, insanların gözüne görünmeden onların arasında yaşayan ve doğaüstü güçlere sahip "çiltan" motifleri Orta Asya'nın diğer halklarında da vardır. Kayberen inancı ata kültüyle bağlıdır. Onun adına, Türk halklarının birçoğunda rastlanır. Anadolu Türkleri'nde "kayb erenleri" şeklinde rastlanır ve eski inanışların bir izi gibi, evliyalar hakkında görüşlerden kaynaklanan bir anlayışı ifade eder. Bu inanışa göre "kayberenler", evliyaların insan kılığına girmiş ruhlarıdır. Göze görünmeyen bu evliyaların yaşadıklarına, daha çok dağ başlarında olduklarına ve yaşadıkları yerin çevresindeki insanları koruduklarına inanılır. insanlar onlara saygısızlık etmekten korkarlar. Yerli halk tarafından her yılın yazı ve sonbaharında "kayberenler" için kurbanlar kesilir.

Bir karı kocanın hiç çocukları yoktu. Ömürleri boyunca çocuk sahibi olmak için Tanrı'ya yalvardılar. Tanrı onlara, yaşlanıp güçten düştüklerinde, kırk çocuk verir. Yaşlı çift, bu çocuklara bakamaz ve onları götürüp dağa bırakırlar. Kayberenler gelip onları yedirir, içirir ve büyütür. Bu kırk çocuk büyüdükten sonra, insanların gözüne görünmeyen koruyuculara dönüşürler.

"Kayberen" adı; göze görünmez anlamındaki "kayıp" ile kutsal, nur yüzlü anlamındaki "eren"den gelmektedir.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Kayberen
bozkırda avcılık insanların en önemli geçim kaynağıydı.
geyikler ise en kıymetli av olarak bilinirdi.
yazılı olmayan bir kuralsa yavru geyiklerin ve yavrulu ana geyiklerin avlanmamasıydı. bu kuralı çiğneyenler karşılarında kayberen'i bulurlardı...

kayberen; geyiklerin koruyucusu, "ulu ruh"tu...
görsel

efsaneye göre yaşlı bir çift hiç çocuk sahibi olamamış, çocuk sahibi olmak için tengri'ye yalvarmışlardı.

ulu tengri bu yalvarışları duydu ve yaşlı çifte 40 çocuk verdi.
fakat yaşlı çift bu çocuklara bakamadılar ve çocukları dağa bıraktılar.

tengri çocuklara kıyamadı, kayberen ana'yı gönderdi, kayberen çocukları doyurdu, büyüttü, baktı...
o 40 çocuğun her biri ulu ruh oldu, her biri bir kayberen oldu...
görsel

gel zaman git zaman, bozkırda yaşayanlar (kırgızlar) uzun zaman sonra dünya işlerine daldılar, ulu ruhu, töreyi unuttular...

oysa ki verdiği nimetlerle bozkıra hayat veren ulu ruh'tu...
görsel

günlerden birgün bir kırgız avcı günlerce sürdürdüğü avdan eli boş dönmek üzereyken yavrulu bir geyiğe rast geldi.
o kadar zaman harcayıp bir şey avlayamamış olmak onu iyice hırslandırmış, gözünü adeta kan bürümüştü.

yavrusu olan bir geyik olduğunu bildiği hâlde son okunu da ona fırlatmıştı. yavrulu geyik yaralanmış ama yere düşmemişti.
inatçı avcı peşinde düştü, ne yapıp edip onun canını alacaktı. avcıdan kaçan geyik nihayet bir mağara buldu ve korunmak için derinliklerine doğru ilerledi.

avcı karanlık mağarada usul adımlarla ilerledi ve mağaranın nihayetinde korkuyla kendisine bakan bir çift gözü fark etti.
avcı belindeki keskin hançeri çıkardı ve geyiğe doğru yaklaştı. o an gaipten bir ses işitti "ona ilişirsen kendi yavrunu öldürürsün" diyordu sesin sahibi.

avcı kırgız o an sanki bir kabustan uyanır gibi irkildi. "ben ne yapıyorum? yavrulu bir geyiği öldürecek kadar kendimi nasıl kaybettim? ömür boyu lanetlenmek mi istiyorum?" diye kendine kızdı ve hançeri yerine soktu.
oradan uzaklaşmak için arkasını döndü.

karşısında yaşlı bir kadın duruyordu. "al yavrum susamışsındır" diyerek ona bir tas kımız verdi.
kırgız teşekkür edip tası aldı ve kafasına dikti.
tası indirdiğinde tastaki kımızın tek damla eksilmemişçesine durduğunu fark etti. o an karşısındakinin kim olduğunu anlamıştı.

ulu ana kırgız avcıya "bundan sonra sen sen ol yavrulu geyiğe dokunma, yazıktır, vebali büyüktür. başına öyle işler gelir ki altından kalkamazsın. var dön yurduna şimdi, bağışladığın geyiğin mükafatını alacaksın." dedi.

adam yurduna döndü ve kayberen'in dediği gibi mükafatını fazlasıyla aldı.
hayvanları da ürünleri de iki katına çıktı.
birçok çocuğu oldu. onlar büyüdü, hepsi birer yurt edindi, bey oldu. bu bolluğun sebebini soranlara ise "merhamet" cevabını verdi.

başından geçeni anlattı "kim kayberen ana'nın elinden bir şey yer içerse bay olur, bayındır olur!" sözü dilden dile dolaştı. yavrulu geyikler de güven içinde yaşadılar...
görsel

#mitoloji
-------------------------------
------------------------------
ben bu yazıyı neden yazdım???

bizim öz kültürümüz, tarihimiz, inançlarımız doğaya saygı, doğa ile bütünleşmeye dayanır.
doğa ana türk milletine her zaman bonkör davranmış, pek çok zenginlik bahşetmiştir.
ama doğa ana'nın bir şartı vardır.
saygı bekler.
bizim kültürümüz, doğa ana ile inatlaşan, doğa'nın kanunlarını yok sayanların başına neler geldiğine dair mitlerle doludur.

işte yukarıda aktardığım kırgız avcı ve kayberen ana hikayesi de bunlardan biridir.

doğa anayı unuttuğun, yok saydığında ve o küçücük beynin ve yarım aklınla doğa'nın dengesini bozmaya kalkıştığında başına neler geleceğine dair ibretlik hikayelerimiz var.

tabi her şey türk kültüründen uzaklaşıp yabancı kültürlerin, özellikle ortadoğunun insanlık dışı kültürlerinin etkisi altında kalmakla ilgili.

bugün başımıza ne geliyorsa da bundandır işte.

kendi öz kültürümüzü unutup, doğaya saygı duymaz, onu yok etmeye kalkarsan bunun kötü sonuçları olacaktır.

sen doğanın sana bahşettiği nimetleri tek tek yok ediyorsun.

kaz dağlarını, kuzey ormanlarını, denizlerini, göllerini, akarsularını yok ettin.
tarım arazilerini kirletip, ekin vermez hale getirdin.
her sıkıştığında, her paraya ihtiyaç duyduğunda doğayı biraz daha katlettin.

şimdi ise doğa ananın öz evlatlarını para için av turizmi adı altında peşkeş çekmeye çalışıyorsun.
(bkz: türkiye de yaban hayatını bitirecek kanun teklifi)

şüphesiz ki doğa ana'nın gözü kulağı kayberen'lerin senden soracak hesapları olacak elbet...