bugün

bir canlı türü düşünün:
doğanın verdiği bütün imkanları suyunu çıkartırcasına kullanıyor. doğada asla yıkılmayacak ve canlı dokuda toksik olabilen kimyasalları doğaya bırakıyor. nükleer enerji denilen ufak bir yanlışın nelere mal olduğunu çernobil de gördüğümüz enerji türünü kullanmakta ısrarla kararlı bir memeli.
asit yağmurlarının, küresel ısınmanın, ozon tabakasının delinmesinin baş müsebbibi. karbon, azot ve su döngülerindeki bozulmaya katkısı büyük.
şimdi bu canlı türü kanserleşmiş bir hücreden farklı mı acaba? o da kendi kuyusunu kazarak hayat bulduğu şeyi öldürme derdinde, insan da...
bahsi geçen ifadenin gerçek hayatta nasıl işlediğini görmek isteyenler mutlaka home (yuva) adlı belgesli izlemeliler.
insanoğlunun dünyayı nasıl mahvettiğini,ne gibi önlemler alınabileceğini anlatan süper bir belgesel.
10 yıl sonra bir uuser tarafından hatırlanan motto. 99 yılında, matrix'deki ajan smith abimiz, morpheus'a gayet güzel izah etmişti bunu.
sabahlara kadar tartışılası konu.

her iki tarafta da olasım geliyo. olurunu da düşünmediğim zaman olmuyo değil, olmuyor şeklini de. ama kendi söylediğim şeyleri, kendim çürütüyorum kolayca. çünkü her iki kolu da açık konular. bir orada, bir burada olabiliyorsun.

pekâlâ, düşündüm öyle bi canlıyı basite indirgeyerek:

bir adam varmış. yaşadığı ülke de; türkiye imiş. sürekli işine araba ile gidiyormuş. birgün ya ben hep bencil düşündüm, işime arabayla gittim- geldim bir bisiklet alayım demiş. zaman kaybetmeden bir spotçudan, 18 vites bianchi bisiklet almış. ilk heyecanı sebebiyle, etrafa vermediği zarar için kendini seven bir birey olarak ilk bir haftayı cillop gibi geçirmiş. fakat bakmış ki; hergün bir buçuk saat erken kalkmak, bir buçuk saat erken yatmak zorunda kalıyo. işe gittiğinde ayaklarında hafif ağrılar, baldırlarda kesilmeler ve sonucunda da iş gücü kaybı. hiçbir işveren istemez, sen istemessin, ben istemem. karısının, kızının yüzünü az görmeye başlamış. ta ki kızının zerzenişiyle son bulmuş:

- baba, seni haftada birgün görmekten sıkıldım.

adam o günden sonra yemiş, yedirmiş.

hadi bakayım bir ay et yeme, avlanma, arabaya binme, soba yakma... alıştırılmışsın. ama ben alıştırmadım, suçsuzum. en azından böyle tatmin oluyorum.

herşey için geç kalındığının da bir göstergesidir bu.

doğayı yok etme sebebi; var olma isteğidir. bişeyleri kazanmak için bişeyleri kaybetmektir. çıkacağın kapı yine aynı; var ederken yok et. milyarlarca senedir bu böyle bir klasiktir. nasıl değiştirebilceksin ki? adam ateşi bulmuş. umrunda mı hava, su, toprak. düşünmemiş bile ateşin nereye gideceğini. büyük bir düzen bu. bizler kendi hayatımızı değiştiremiyorken milyarlarca yıllık dünyanın, milyarlarca insanın yaşamını değiştirmek mi? işte o imkansız. çabalar boşa gidecektir. bunun adı; karamsar olmak değil, gerçekleri yaşamak. zararını da gören doğadır. ne ediyim? nerelere gidiyim?

hani hep aynı şekilde dönüyo ya şu dünya. haa işte o olay. hangi konuya gitsek, iyiye çevirmeye çalışsak, iyimserlik göstersekte bitiğiz. çünkü olayların bu yönde kötüye ılımlı bir şekilde gelişmesi düzenin en büyük parçası olmuş.

amcamın biri parayı bulmuş. o zamanlar nerden bilecek ki napolyon yavşağının bile para para diye anıracağını.
dünya deri kanserine mi yakalanmış acaba sorusunu akıllara getiriyor.
harika bir söylemdir,dünyayı rezil eden insanlık en vahşi dönemindedir.
Bir canlı düşünün ki diğer tüm canlilardan farklı hareket ediyor, oradaki sisteme ayak uydurmak yerine kendi sistemini kuruyor. Böyle bir canlı için şunu söylemek son derece olağandır, bu dünyadan değil! Hz. Adem li yaradılış hikayesinin ispatı olarak görüyorum bu durumu.