bugün

borcu hayatı boyunca ingilizce derslerinde hep mp3 dinledi, hazırlıkta (6. SINIF) sınıfta kalan borcu, lise 2 ye kadar hiç 3ten yukarı not alamadı ingilizceden. mevzubahis dialog ise yine öyle bir mp3 anında yaşandı;

Dersin 20nci dakikası, hoca bir konu işlemekte ve herkese örnek çözdürmektedir. borcuya dokunur ve ;

- Hadi oğlum bi örnek de sen ver,
+ Konu ne hocam, ( kakara kikiri sınıf yarılır, bok var sanki konuyu bilmek zorunda değildir o saf anadolu delikanlısı)
Fırsattan istifade hoca kaleme, not defterine yapışır;
- "Use to" evladım...(sırıtarak)
borcu önce gözlerini ovuşturur, sonra tahtayı seçmeye çalışır, zihninin ücra köşelerinde hala bard song çınlamaktadır. bir an öksürür ve ;
+ Ain't used to using used to sir!

sınıf kopar, hocanın suratında iki lop, borcu sırıtarak mp3ünün kulaklıklarını yerleştirir, ve kaldığı yerden devam eder, "noooow youuuu areeee knoooow....."
15 sene önce yaşanmasına rağmen hafızalardan silinmeyen konuşmalardır.

conversation #1

- hi dick.
+ hello tina how are you?
- fine thanks and you?
+ im fine. bye.
- bye.

conversation #2

- wheres the bookstore?
+ thats in the building on the corner.
- but thats drugstore.
+ the drugstore is downstairs, the bookstore is upstairs.
- oh thanks.

(bkz: english for a changing world)
*this is the worst exam ı've ever had.**
#konu: amerkian ingilizcesi VS ingiliz ingilizcesi.
#ders: speaking
#sınıf: lise 2

hoca kasedi takar, kısa bir açıklama yapar, ve mr. brown ile mrs.brown konuşmaya başlarlar.

mrs: have you take the pussy to the petstore honey?
mr: yes honey, I got the cat to the petshop.

öğrenci: kakara kikiri.
kopya çekmenin imkansız olduğu 4 sayfalık kabus gibi sınavlar.
ilköğretim ingilizce öğretmenlerinin cinsiyet anlamındaki sex kelimesini söylerken, öğrencilerin yüzündeki hınzır gülüş.
bir ingilizce hocamız vardı. fena kadın değildi. kocası da basketçiymiş. her daim diyette olduğu söylerdi bize. 45 kilodan fazla da değil hani, boy desen kazulet gibi. türkçe konuştuğumuzda bizi cezalandırırdı. elinde bi kumbara "what" çıkıçıkçıkçıkçık diye sallardı. bilmiyorum nerden hatırladıysam. pek sevdiğim söylenemez. dersi de sevmem ya. ama ingilizce gereklidir.
bir de zırt pırt quiz yapardı.
(bkz: mr&mrs Brown)
(bkz: never say never)**
yes
no
ingilizce dersinden benim aklımda, bu gavur milletinin ne kadar gamsız bir hayat yaşadığı kaldı şahsen.. mr. and mrs. brown'u ne zaman sordursak ya plaja inmişler ya sinemaya gitmişler ya da tiyatroda oyalanıyorlar.. bir kere de 'mrs. brown, evde çocuğu hasta.', ya da 'mr. brown'un yazıhanede işi çıktı, oraya kaçtı..' yok.. heriflerin nasıl rüya gibi bir hayatı varsa artık.. sinemadan plaja, ordan jakuziye, ordan lunaparka.. gez babam gez.. biz de raporlayalım..
- gud mornink student!
+ gud morning tiçır!!
- hav ar yu?
+ fayn tenks end yu
- sit davn.
-good morning childeren
+ goooddd moorniiinnggg teaaacheeeerrr..
tarih hocamizin evet ingilizce hocamizin degil, söyledigi su sözler aklimdan hic cikmaz nedense. what is this? it is a patatis. gercekten yarmisti bizi.
* ............ ? (teacher)
+ bilmiyorum. (student)
* ............ ?
+ bilmiyorum.
* ........... ?
+ bilmiyorum.
"Baby if you give it to me
I'll give it to you
I know what you want
You know I got it" *
sinirden gözünden ateşler fışkıran bir hoca ve sizin soluğu müdür yardımcısının yanında almanız.
akilda kalan replikler;

-alninizdaki yara sizi cok seksi gosteriyor.
-neden bana sevgiliniz olmadigini soylemediniz? *
büyük kahvaltı sofralarında toplanan, aile bütünlüğü sağlam brown ailesinin bireyleri. dün ne yaptı küçük brown en -di'li geçmi$ zaman haliyle, ilerde ne olmak ister, ne halt yiyecek büyüyünce "küçük brown" gelecek zamanda, her sabah ne yapar geni$ geni$ zamanlarda hepsini bilirim, ezberledim artık. brown ailesinin evine giren hırsızla da samimile$tik. her gün bulu$up hırsızlık deneyimlerini payla$ıyor benimle.
mr and mrs brown'un yatak odası sırları da aklımda kalacağa benziyor.
bakalım, belki..
bazı cümlelerde old kelimesinin yaşlı veya eski anlama geldiği. şahsım yaşlı kadın cümlesinin tercümesini, eski kadın olarak yapmıştır.
i love you
what is your name?
my name is...
(bkz: insanın ebeveynlerinin ingilizce konuşmaya çalışması)
can not ın kısaltması olan can t ın okunusuyla ilgili tartışmalar.

hoca 'kant' dıye telaffuz eder ( oxford ingilizcesi bunu gerektirir netekim), cok fılm ızleyen öğrenci güruhu, kant ı hocanın gotunden uydurdugunu doğrusunun 'keent' oldugunu iddia eder. *
belki yes belki no.
"this is my best friend ceyda. she is 18 years old. she loves swimming, dancing and reading..."
Hans Papel

Lisedeki ingilizce ogretmenımızdi.190 sarışın ve zayıftı yuz ıfadesı aynı bir almana benzediği için (adı serhat ) gerızekalının biri hans papel diye bi laf ettı.Onca yıl adamın lkakabı hans papel kaldı..ingilizce dersınden aklımda kalan budur.