bugün

12 Eylül öncesi izmir Gümüşpala'da bekçi Süleyman Tosun'un öldürülmesi olayıyla ilgili olarak 28 Aralık 1980'de gözaltına alındı. Bir yıl sonra 18.1.1982'de askeri mahkeme idam kararına vardı. idam kararı 7 Ekim 1984'de izmir Buca Kapalı Cezaevi'nde infaz edildi.

"Sevgili anacığım ve babacığım,

Şu an sizlere en son mesajımı iletiyorum. Ben sizlerin yüzüne kara çalacak hiçbir şey yapmadım. Bu günlerde size ağır gelen bu itham gelecekte sizlere bir şeref payesi olarak görülecektir. Bundan emin olun. Belki de çok şey vardır sizlere iletebileceğim ama şu an aklıma bir şey gelmiyor ki... Bu da doğal olsa gerek. Kendinizi üzmemenizi istiyorum.

Canım ablacığım,

Gördüğün yazıyı yaşamımın en son anında bir mesaj olarak iletebiliyorum. Sen örnek ve fedakar davranışlar göstererek kardeşlik bağlarının ne kadar kuvvetli ve de sıcak olduğunu vurguladın. Bunu görmemek mümkün değil.

Sizlere veda ediyorum hepinizi şok sevdim. Anama babama candan selam iletir, her iki ellerinden öperim. Can kardeşlerim imran, irfan ve ilhan'ın, Ramazan'ın gözlerinden öperim.

Ayrıca seni hasret ve özlemle kucaklarım. Şahsi eşyalarımın tümünü size gönderiyorum, arkada listesi var."

Oğlunuz ilyas Has
"Bir incecik filiz bulmuştuk ilyas'la bahçede. Saatlerce seyrettikten sonra küçücük bir salça kutusuna koymuştuk onu. Küçücüktü ama başı dikti, hücreye meydan okur gibiydi. Hücre demirlerinin önünde bir tarla dolusu çişek duruyormuş gibi görünüyordu gözümüze. Geceyi onunla geçirdik, hücrenin içine çiçek kokuları dolmuş gibiydi. Sabah uyanır uyanmaz ilk işimiz ona bakmak oldu. Gördüğümüz şey bir çiçek değildi. Hırsımızdan ağlayacak gibiydik. Bükülmüştü boynu. Yorgun ve soluksuz duruyordu. Ölmüştü.
'Keşke yerinden hiç sökmeyeseydik' dedik. 'Neden öldürdük onu, neden bencillik ettik'. Kızdık kendimize. Bütün günü bozuk bir moralle geçirdik, Hıdır ve ilyas ile bir dönemi izmir Buca Cezaevi hücrelerinde birlikte geçirdik. Sonra bu yaşam ilyas açısından Eski Bölüm 3. Tecrit Koğuşu'nda sonlandı. . ilyas'la aynı hücreleri paylaştığımız günlerde, canımız sıkılınca teybe Kandıralı'nın kasetini koyar, kıvrak oyun havalarına uymaya çalışarak tepinmeye başlardık. Biraz da bilinçli olarak teybin sesini sonuna kadar açar, ayaklarımızı hızla vururduk hücrenin tabanına. Ve beklediğimiz ses gelmekte gecikmezdi. Hıdır tüm nefesini kullanarak 'Hey çatlaklar, altınızda insan var' diye bağırırdı. ilyas 'ilo' diye çağrılıyordu. Çizdiği karikatürlere ilo imzası atıyordu o da. (...) Hücrelere gittiğimin haftasında çıkarmaya başladığımız 'Durduk Yerde" dergisini hep birlikte tam 26 sayı yayınladık. Bütün bir hafta çalışıyor, yazıyor, çiziyorduk. Hıdır şiirlerini yazıyordu, ilyas şiirlerinin yanı sıra karikatürler çiziyordu. (...) ilyas kibrit çöpünden yaptığım kemana tel bulamayınca perde takıp onu mandolin haline getirdi. Onunla saz öğrenmeye başladı. Bu garip müzik aletinin adını 'gıdı gıdı' koymuştu. Önce 'Tren gelir, hoş gelir'i çaldı. Ardından 'Gelin ayşem suya gitmiş'i seslendirdi. Ve asılmadan bir süre önce de sazda birkaç türküyü seslendirecek kadar saz çalar oldu. (...) ilyas asılacağı günü birgün önceden biliyordu. O gün havalandırmada gezinmişler, türkü söylemişler. Gece de eğlenceleri devam etmiş. Geceyarısı ilyas, Raşit'le birlikte kaldığı hücrede 'Ben biraz uzanayım' demiş. Sanki o gece asılacak olan kendisi değilmiş gibi rahat girmiş yatağına.
Gece yarısını biraz geçtikten sonra gelmiş dizilmişler hücre önüne. Kasklıymış bütün askerler. Yüzleri bembeyazmış. ilyas'ı uyandırmış gardiyanlar. Giyinmesine izin vermemişler, Kollarından tutup sürüklemişler. Bölümden dışart çıkarken ilyas ayaklarını eşiğe dayamış ve 'Bunların hesabı sorulacak' diye bağırmış. Sonra Kapıaltı'nda içmiş çayını. Mektubunu yazmış kendine, devrimcilere yakışır biçimde gitmiş darağacına.
ilyas asıldığı zaman ben yeni bölüm hücrelerdeydim. Gece yarısıydı. Acıkmıştık. Gardiyanı çağırdık. Geldi. Yüzü kül gibiydi. 'Hasta mısın' diye sordum. 'Sabah paşa yemiştim. ishal olmuşum' dedi. Titriyordu. Koğuştan birşeyler getirmesini, aç olduğumuzu, çorba pişireceğimizi söyledim. Gitti getirdi. Az sonra gel çorbaları hücrelere dağıt' dedim. Hayret hiç itiraz etmedi. Başka zaman olsa bin dereden bin su getirirdi gelmemek işin. Sinir ederdi bizi.
Çorba pişince bağırdık geldi. Çorbaları dağıttı. Aceleciydi, bir an önce gitmek ister gibi bir hali vardı. Titriyordu hep. 'izin alıp gitsene' dedim. 'Bırakmazlar' dedi. Gözlerime bakamıyordu. Suçlu suçlu duruyordu karşımda. işi bitince aceleyle çıktı.
Daha çorbaları yeni içmiştik. Bitişiğimizdeki kadın koğuşundan siyasi kadın tutsaklar sinyal vernıeye başladılar. infaz var!
Bu ilyas'tı kesin. Sloganlar başlamıştı. Bütün hıncımızla bağırıyorduk. Onun son sözlerini duyabildik.
Sonradan gardiyanlardan öğrendik onun nasıl gittiğini. Mektubunu yazdıktan sonra, 'Eh artık gidelim' demiş. Gülünısüyormuş. Havalandırmaya çıkarıldığı zaman slogana başlamış. Bir binbaşı koşup yumruklamış onu. Ağzını kapamaya çalışmış. Ama yine de susturamamış. Darağacının altındaki sandalyeye çıkmış. Kendi tekmelemiş sandalyesini. Dikmiş başı. Yiğitmiş.

Tarih 7 Ekim 1984'tü. Artık ilyas hücrelerde o çok sevdiği 'Gün ışımış güller kızıl tomurcuk açmış' türküsünü söyleyemeyecekti.." *