bugün

hisleri tanımlamaktaki becereksizliğim vardır, bir başka hissi ötekiyle iç içe geçirip kendime sunduğum zamanlar çok oldu. bunu pek de araştırmak gelmedi açıkça içimden. aşık olduğumu sandığım kadının beni ne kadar çok sıktığını da düşündüm çoğu zaman. basit şeyler bir araya gelip zirve etkisi yaparak görmezden geldiğim ve ya çokça "ulan, buna takılınır mı?" tarzında önemsemediğim detaylar bir kovan arının kraliçe intikamına maruz bıraktığı anlar yaşadım.

basit duyguların, basit insanlar tarafından yaşanılması gerektiği de bir histi keza. insan ne yapar diye sordum kendime, cevap ortadaydı; hayatta kalır. sı-kı-cııı, bööööö.... bırakalım da insanlar doğsundu, büyüsündü, ölsündü. that's all what people do daha ileriye gitmek gerektiğini düşünüp bunu ruhuma katıyordum ki bunu düşünmediğimde bile aptal erezyonun uzağında kalabileyim. ardından paklayıcı bir edepsiz gurur hallerini paçalarımdan sıvazlayıp yerde sürünenlere sıçratmalar, afralar ve tafralar yani.

then everything changed when the fire nation attacked

su içmek kadar basit bir eylemin bile unutulduğu, daha doğrusu görmezden gelindiği bedende sinir alevleri yükselmeye başladı. nefes almak bile bazen zor geliyordu, kendimi sıkışmış hissediyordum. üstümdeki tüm her şeyi çıkarıp koşmak, ham toprağın üzerinde bu krizi yaşatan elektriği boşaltmak istiyordum. kalbim bazen kanımı hızlıca dolandırıp bedenimi cezalandırıyordu, dolunay çıktığında nefes bile almadığımı hissettiğim zamanlar oldu. ardından sakince gözlerimi kapayarak göz kapaklarımın yanında alev alan bir odaklanmayla tüm evreni düşündüm, ona ulaşmaya çalıştım ve ne yaptığımı bilmiyordum.

bir şekilde biraz rahatladıktan sonra aklıma ilk gelen sigarayla bastırdığım susuzluğum ve açlığım, düşüncelerle bastırmaya çalıştığım hayvani doğam ve bütün gün dışarıda yaramazlık yapan çocukluğum geldi aklıma. her sigara içişimde aslında su içmek istiyorum gibi düşünmeme rağmen ruhumdan silip atamadım ve sigara yaktım. görmezden geldiğim cinselliği her düşündüğümde bir nota yazdım ve sonra onları dinledikçe onca kadının öpemediğim dudağı geldi aklıma. intizamdan nefret ettim ve nezaketin altında büyüyen hayvanlığı gördükçe tiksindim.

ve tanrı'yı yarattım.

herkesin peşinde koştuğunu söylediği ve aslında bir gerçekten kaçtığını daha ergenlik yıllarımda gördüğüm ve her ne kadar ince reklamcı beyniyle kimseye kabul ettiremeyeceğim ya da bundan dolayı suçlanacağım bildiğim bir hali, içimdeki boşluğu bir şeyle doldurmaya çalıştım; kendimle.. bu güldürücü de olabilirdi ya da suçlayıcı da ama bendeki etkisi farklı oldu; içi boş bir şey, içi boş bir şeyle doldurulamazdı. bu ancak bir paradoks yaratırdı ki sonsuza uzanan bir zaman kaybı. her dolan iç, içinden daha küçük olsa da içi boş bir şey bırakıyordu. bunu yaratmak bir yere, bunun üzerinde çalıştıktan sonra yanılgıyı görüp de bunu yıkmak daha riskliydi. kendini yok etmeye kadar gidebilirdi ama keskin zekamı kullanarak o, en son içi boş kalan kendimi bir aksiyoma atadım; beni harekete geçiren heyecan merkezi, bilinmezlik ve üzerine düşülmesi gereken bir sorun. kısaca hayatta ne yapabileceğimin bir ortaya çıkış mekanizması ve buna tanrı dedim, onu aramaya başladım ve buna "ben" dedim.

la vita e bella

gayet zekice hazırlanmış bir yolculuğun başında, sabah kahvaltısı mutluluğunda her şeyin yolunda gittiği hissiyle ve artık daha az zaman kaybederek her ince detayı bile anlamlandırabiliyor, aktarma sorunu yaşıyor olsam bile algılayabiliyordum. ne zaman zarar verdiğini düşündüğüm hallerin içerisine düşsem, bunu dayanak noktası olarak kullanabiliyordum.

düşünen hayvan

o düştüğüm zarar verici haller çoğalmaya başladı. bir yerde ya hata yapmıştım ya da bu, aslolanın ta kendisiydi. kaçmaktan vazgeçtiğimi biliyordum ya da artık geldiğim yerde kaçmak diye bir seçenek yoktu. bu yüzden, beni sarmalayan her türlü bunaltıcı etkinin altında nefes alma çabası vermem gerekti. biraz daha az dayansam bilincimi bile kaybedebileceğimi hissettiğim anlar yaşadım.

the final cut

tüm bunlara rağmen kesinliğin azlığında ve görmezden geldiğim basitliklerin içinde de bir şey icat etmem gerekti ve bunu, ufak çocuklar sayesinde görebildim. çocuk kalarak mücadele ettiğim belki de büyük sorunlarım oldu, kardeşimin iyi ki doğmuş olması bana nefes alabileceğim bir alan yaratmış farkında bile değilken. haliyle büyümeyi hiç düşünmedim ama olgunlaşmanın gerektiği yerler elbette oldu.

http://www.youtube.com/watch?v=7Ge36EHJyRE

hayatta ne iyi geliyorsa
annenin odaya paldır küldür girip perdeyi açması ile son bulacak histir.

sonra yine aynı tas aynı hamam devam hayata. herşey bok. bok arayan biri vardı al sana bok.
her an bir şeyler zortlayacakmış hissi.
genelde tum faturali ayin son gunune birakip o son hepsini odedikten sonra olusan his.
Kocaman bir "nah" işaretini çağrıştıran his.
Yüzde aptal bir tebessüm oluşturur. Hafif polyanna tipleri falan.
yukarıda denilenler gibi , öyle bir his ki artık, insanlar, ister istemez; aha da şimdi bozulacak, iyi gitti ya diye; bırakın, eşe dosta, arkadaşına, sağa sola , birine , ailene vs bile söylemeyi, kendi iç düşüncesinde düşünmeye dahi korktuğu histir.
Sakin olun, maksimum 5 dakika sürüyor. Sonra normal hayatınıza dönüyorsunuz.
Sevgilinin içine spermi bıraktıktan sonra gelen his.
o his hic gelmiyor.
görsel
Ne zaman böyle hissetsem kısa bir süre sonra bir musibet geliyor. Kaderin cilvesinin mesai saatlerine denk geliyorum hep.
O Nasıl bir ola acaba??
Bugün hissettim bunu. her şey güzel, mutluyum, keyfim yerinde ama içimden her şeyin bu kadar iyi olması normal değil kesin bir bokluk olacak günün sonunda diyorum. Ve tam da güzelce yatıp uyuyacakken oldu. Uyku falan kalmadı. Keşke her şey aynı kötülükte kalsaydı da şu hisse kapılıp sonradan hayal kırıklığına uğramasaydım.
şimdiden geçmiş olsun.
Aslında gittiği falan yok, dümbük yine hayal kırıklığı yaşatacak.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar