bugün

kız kardeşine aşık bir ibne söylemidir.

ibne için ; (bkz: friedrich nietzsche)

edit : aynı zamanda eşcinsel bir şizofren
onun senin övgüne değil de senin o'nun övgüsüne ihtiyacın olduğu gerçeği apaçık duran bir yaratıcı ile ilgili kibir dolu önerme.
tanrıya inanmadığından dolayı, evrenin mahiyetini kavramaktan aciz olan bir ateistin sayıklamasıdır.
bir Nietzsche söylemidir. her dakika övülmek isteyen bir tanrı ancak insanın yarattığı bir tanrı olabilir. övülmek isteği insani bir güdü ve ihtiyaçtır, normal olarak da insan kendi yarattığı tanrıyı kendine benzetmeye çalışacaktır. burada Nietzsche ya olaya yüzeysel yaklaşıp söylediği an itibariyle sözlerini anlayanları etkilemek istemiş ya da aklıma bile getirmek istemiyorum ama kafasızca ve düşünceden uzak bir aforizmayla sıkıntılı benliğine dışarı kusmuştur. son olarak bir boka yaramayan ve önemsiz bir cümledir.
allah'ın övülmeye ihtiyacı olmadığı için, bir şey kaybetmediği düşünce sistemi. inanan zaten sevdiği için över, inanmayan da sevmediği veya inanmak istemediği için övmez.
yerinde ve saygı çerçevesinde bir eleştiri cümlesidir. dinler, inananları için yargılanamayan dogmalardan oluşmuş olabilir ancak kişi inanmama sebebini açıklarken özgürdür. ayrıca sürekli en iyi olduğunu ve bunun takdir görmesi gerektiğini dile getiren bir karakteri dünya üzerinde seven biri var mıdır acaba?
Kuran'da yüzlerce ayet bu konu hakkındadır.

bana şükredin
beni tespih edin
namaz kılın
benden af dileyin
bana güvenin
beni sevin
beni sevmeyenleri öldürün

vs tarzında bir sürü ayet mevcuttur. Şimdi kimse kalkıpta demesinki yok kulluk yok bilmemne falan diye. Koskoca allah kuranda demiş zaten insanların kulluğuna ihtiyacım yok diye. ee ozaman nedir bu kendini yalanlayan çelişkiler bütünü ?

hem insanların kulluğuna ibadetine ihtiyacım yok de, ondan sonrada seni övmeyeni şükredip anmayanı cehenneme gönder. Nazi hukuku lan bu resmen ...

öptüm by.
(bkz: allah a inanmak ama güvenmemek)

güven zaten sarsıntıdaydı, ama işin kötüsü inanç da sallanmaya başladı, bu işin sonu kötü...
egosu tavan yapmış insan söylemidir.
Bir kadına kendi zevkleri için saatlerce taparcasına övgüler yağdıran kişilerin iş yaratıcıya gelince içinde bulunduğu düşüncedir.
ibrahim Sûresinin 8 . Ayetinde
Mûsâ şöyle dedi: "Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz de gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye layık olandır."
her dakika övülmek isteyen insana 1 maaş için kul kesilip, cinsel arzularını tatmin için kız arkadaşını taparcasına öven bir varlık olup insan olduğumu sanmaktansa, her dakika övülmek isteyen bir tanrı ya inanırım *.
nietzsche söylemişse vardır bir bildiği. cennete gidip arap halkıyla bir olacağıma, cehenneme gider beraber yanarım, nietzsche ve diğer sevdiğim filozoflarla. sabah akşam felsefe yaparız.
herkes inandığı şekilde konuşabilir. düşünce özgürdür, dile düştüğünde şekil kazanır.
yaratıcıya gelince neden böle böle yapılıyor diyorsunda senin inancına göre yaratıcı o. adam zaten inanmıyor tanrıya. ama farklı düşüncede ya adam ibne oldu nedense.
işte tahammülsüzlük bu, at gözlüğü ile bakma olayı bu.
escinselmişte bilmem ne sana mı hallendi derler adama.
halbuki günde beş saatde bir düşünse de kurtaracakken kaybetmiş insandır. daha önündeki vakti girmiş ilk ibadeti yapmadan ömür boyu yapacağı ibadetleri düşünerek gözü korkan ahmaktan başkası değildir. her dakika nefes almakdan bıkmak usanmak yok ama,len insanoğlu sen varya .
kuran da bir kaç yerde allah ın kadrinin insanlarca bilinmediğinden sitem edilir. insan minnet borçlarıyla beraber doğar. mesela anneye... anneyi övmek, saymak anne için değil daha çok evlat için önem taşır. bu bir erdem sınavıdır. anneyi ve herşeyi yaratan allah için de böyledir. onu övmek/övmemek kişilik kalitemiz ile ilgilidir. kadir kıymet bilmektir. bir bardak çaya teşekkür ederken yoktan yaratana sırtını dönmek çok büyük çirkinlik olsa gerek. yoksa övgü, övülene bir şey katmaz. o zaten olduğu gibidir.

edit: ve allah da övgüyü kulun geleceğine yarayacağı, temize çıkmasına neden olacağı için istemektedir bi yerde...
pastafaryan olması muhtemel birinin sözüdür. çünkü uçan spagetti canavarı kendini beğenmiş değildir ve pahalı ibadethaneler istemez.
"eğer yapmazsanız çok memnun olurum" kurallarından biri olan; "eğer benim makarnavi varlığımdan bahsederken sofuluk taslamazsan, "ben senden daha kutsalım." gibi ahmakça davranışlarda bulunmazsan çok memnun olurum. eğer bazı insanlar bana inanmazsa, sorun değil. gerçekten de o kadar kendini beğenmiş değilim. ayrıca meselemiz onlar değil, o yüzden konuyu değiştirme." şeklinde ki kuraldan da bunu rahatlıkla anlayabiliriz.
beni en çok etkilemiş nietzsche sözlerinden biridir.
çünkü bu sözü okuduktan sonra gerçekten tanrı denen olgunun sürekli övülmeyi istediğini fark ettim.
sorduğum din bilginlerinin hiçbiri bunun doğru dürüst bir açıklamasını yapamadı. tanrı denen olgu neden sürekli yüce olduğunu tekrarlamamızı ister? tanrı egoist midir?

tanrıyı yaratırken insan oğlunun en büyük kısır döngülerinden biri bu olmuş. hem " tanrı insanî özellikler taşımaz " denip hem de insanî bir özellik olan "sürekli yüce olduğunu duyma ve sürekli övülme" egosunu ona atfetmişler.

işte bu söz dinlerin ve tanrının insan icadı olduğunun binlerce kanıtından yalnızca biridir.
Doğru bir söz ama bu evrenin tesadüfen oluşması ile karşılaştırınca ben yine tanrıya inanmayı daha mantıklı buluyorum.
tanrının egosundan kibrinden dem vurup, insan egosuna tapanların şiarıdır.
tanrısız insanın neyi var dayanacağı, egosundan başka?
tanrının sürekli övülmek istemesinin nedeni tanrısal değildir toplumsaldır. insan sürekli aciz olduğunu hatırlamalıdır. dinler insanın aciz yönlerini kullanmayı ve bunları gösterip bir tür sömürü sağlamayı severler.

ayrıca dinin bireysel tatmini dışında toplumsal gerekliliği vardır. bu gereklilik ise birilerinin çıkarları üzerine kurulmuştur.

bunları aciz bırakmak bir nevi daha rahat kullanmak ve istediği şekle yönlendirmektir.

sonuçta bir dine inanmak bir düşünceyi benimsemektir ve düşünceler kullanılabilir. kullanmak içinde insanları aciz bırakmakta her zaman fayda vardır.

yoksa ihtiyaç bir şeyin eksikliğinden duyulur tanrı her şeye sahipse övülmeye ihtiyaç duyması saçma oluyor.
dindarların, bir araba saçmalamakla birlikte, bir türlü akla yatkın bir karşı tez üretemedikleri mantıklı tezdir.

yok mu öyle sağa sola saldırmak yerine şu konuya göbeğinden girecek ilim sahibi bir dindar şu sözlükte?
dinleri bir cümleyle açıklayacağını* zannedenlerin pek bir bayılarak katıldığı önermedir.
Allah sadece övgü istemez ki; itaat ister, sevgi ister ve elbette korku da ister ama ayrıca aklını kullanmanı da ister.
bunları her dinde görürsünüz, islam dininin her yorumunda bunlar vardır.
bari bir konuyu da bilerek konuşalım.
Öveceksin tabi övmede gör gününü.
Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her şey Ona muhtaç olan Yüce Allah’ın, bizim gibi âciz kulların ibadetine hiç mi hiç ihtiyacı yoktur. O, bizim hiçbir şeyimize muhtaç değildir. Çünkü kâinat ve içindekiler, ne varsa her şey Onundur, Onun mülküdür.

Son derece âciz ve zayıf bir kul olarak bizler muhtaç ve fakiriz. ihtiyaçlarımız ebede kadar uzanmış; bir çiçeği istediğimiz gibi, bir baharı da istiyoruz. Hatta ebedî Cenneti de istemekten kendimizi alamıyoruz. Dünya bizim olsa bile, istek ve arzularımızı tatmin edemiyoruz. Hâl böyle iken, ihtiyaçlarımızın sadece çok az bir kısmını elde edebiliyoruz. Sonsuzluğa uzanan ihtiyaçlarımızın temin edildiği mekân, ebedî saadet menzili olan Cennettir.

Yüce Allah’ın ibadetimize ihtiyacının olmadığını ve hakikî muhtaç olanın asıl bizler olduğumuzu şöyle bir misâlle açıklamamız mümkündür.

Hasta olduğumuzda doktora gideriz. Doktor, hastalığımızı teşhis ettikten sonra, bir reçete yazar. Sonra da ilâçları belirtilen saatte kullanmamızı ısrarla ister. Doktorun niyeti, bir an önce hastasının şifa bulup rahata kavuşmasıdır. Doktorun bu iyi niyetine karşı kalkıp, “Doktor Bey, bu ilâçları kullanmamın sana bir faydası var mı? Bir ihtiyacın mı var ki, bu acı ve tatsız ilâçları tavsiye ediyorsun?” dememiz hem yersiz bir hareket olur, hem de kendimizi gülünç bir duruma düşürmüş oluruz.

Bu misalde olduğu gibi, insan olarak mânen hastayız. Günah ve şüphelerin kalb ve ruhumuzda açtığı yaralarla mânen dertliyiz. işte Yüce Rabbimiz, duygu ve lâtifelerimizi günah paslarından temizlememiz, parlatıp nurlandırmamız ve bu mânevî dertlerden şifaya kavuşmamız için yaramıza bir merhem, dertlerimize bir ilâç olarak ibadeti emretmiştir. Mesele bu kadar açık ve berrak iken, yine kalkıp da, “Yâ Rabbî, bizim ibadetimize ne ihtiyacın var, niçin ibadet etmemizi bizden ısrarla istiyorsun?” dememiz, hastanın doktora çıkışmasından bin defa daha yersiz ve gülünçtür.

Bunun yanında kulluk vazifesini yapmayın ibadeti terk eden kişiyi Cenab-ı Hakk'ın dünyada mânevî sıkıntıya, âhirette şiddetli azaba çarptıracağını beyan buyurmasının hikmet tarafını şöyle bir misalle izah edebiliriz.

Milletin canına, malına ve namusuna zarar veren bir kişi yakalanıp, hâkim karşısına çıkarıldığı zaman, hâkim suçluyu cürmüne göre cezaya çarptırır, mahkûm eder. Bu adam cezayı hak ettiği için kimse kendisine acımaz ve “Yazık oldu” demez.

Mutlak adalet ve kudret sahibi olan Cenab-ı Hak da, ibadeti terk etmekle bütün varlıkların hukukuna tecavüz eden insanı, dünyada ruhî sıkıntılara, âhirette de Cehennem azabına çarptırır. Bu da aynı hak ve adalet olur.

Gerçekten de, canlı cansız her varlık kendilerine mahsus dillerle Yaratıcısını tesbih eder, verilen vazifeyi eksiksiz olarak yerine getirir. Meselâ toprak, içine atılan her bir tohuma saksılık eder, filizlinmesine yardımcı olur. Su, dünyaya hayatı bahşederek vazifesini mükemmel bir şekilde görür. Ateş, insanların yiyeceğini pişirmek, onları ısıtmak ve daha pekçok vazife görmek suretiyle kendine düşeni eksiksiz yapar.

işte, insan kâinata iman gözüyle bakmamak ve kulluk vazifelerini, ibadeti terk etmekle mahlûkatın da ibadetini göremiyor, onları başıboşlukla itham ediyor ve sonunda inkâra kalkışıyor. Onların Allah tarafından vazifelendirilmiş birer unsur olduklarını da inkâr ettiği için, mânen hukuklarına tecavüz etmiş, zulmetmiş oluyor. Bunun için de, cezası bir iken, mahlûkat adedince artış gösteriyor.

Ayrıca, ibadetsiz insan kendi nefsine de zulmediyor. Her şeyden önce, insanın ruhu, bedeni ve bütün âzaları kendisine bir emanettir. insan, sahip olduğu bütün nimetler için ne bir fiyat ödemiştir, ne de ödemeye gücü yeter. Meselâ gözümüze hangi kuvvetimizle sahip olduk veya eğer satın alacak olsaydık, değerini takdir edip, ödeyebilir miydik? Bu nimetlerin gerçek sahibi Allah olduğuna göre, onları vazifesiz de bırakmamıştır. Bilhassa namaz kılarken, bütün lâtife ve hislerimiz de hisselerini almaktadır.

işte insan ibadeti terk etmekle, bütün âza, duygu ve lâtifelerini âtıl bir vaziyete sokmuş sayılıyor. Böylece kendi nefsine de zulmederek cezaya müstahak hâle gelmesine sebep oluyor.

insan bilerek veya bilmeyerek yaptığı bütün bu zulüm ve haksızlıkların cezasını dünyada ve âhirette çekeceği için, kendi kendini azabın içine atmış oluyor!..

- Her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister. Bu bir acizlik ya da ihtiyaç anlamına gelmez mi?

Aynı cinsten olanlar mukayeseye gelebilir ve muvazene edilebilirler. Mesela, elma ile elma, armut ile armut mukayese edilebilir. Amma karpuz ile nar, üzüm ile kayısı muvazene ve mukayeseye gelmez. Ancak her biri kendi şartında ve özelliklerinde değerlendirilebilirler. Aksi halde karpuz hakkında her mesele ve değerlendirme üzüm için şirktir. Bu kaide kâinatta her şey için geçerlidir. Bitkiler en basit tabakayı hayatta iken iki farklı tür birbiriyle mukayese edilmezse, iki farklı cins ve iki farklı mahiyet yani bir bitkiyle hayvan, hayvan ile insan hiç ölçülebilir mi, mukayeseye gelebilir mi? Hatta mahlukat kemalata doğru (yaratılış cihetiyle) gittikçe, yükseldikçe bu muvazene ve mukayese iki farklı fert arasında bile cereyan etmez. Yani iki farklı insan muvazene ve mukayese edilmez. Maddeten iki farklı özelliklere haiz oldukları halde manen hiç muvazeneye gelmez.

Ana meseledeki benzerlik çok yüzeysel ve basittir. Bir insanın hayatını yazan bir tarihçi, başka bir insanın hayatında cahil ve eksiktir. Bu böyleyken kemalatın en kutsisinde ve yarattığı hiçbir mahluka benzemeyen, kendinden başka misli olmayan maddeden, zamandan, mekândan münezzeh olan Allah-u Zülcelal nasıl bir insanın hususiyetleriyle muvazene ve mukayese edilsin?.. Misli ve benzeri olanlar arasında tam bir mukayese olmaz ise misli olmayan Allah (cc) kesinlikle mahlukatın bütün özelliklerinden müstağnidir. Ve mukayeseye gelmez. Sadece tefekküre bir vasıta olmak cihetiyle bazı temsilat olabilir. "Her kemal ve cemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister." ifadesinde insanlardaki bu arzu ve hususiyetler sadece tefekküre bir bakış açısıdır. Yoksa mukayese için değildir. Yani mikroskoplar mikropları, teleskoplar yıldızları ve semayı müşahede ettirir. Fakat ne mikroskopta gösterdiklerinden bir özellik, ne de teleskopta yıldızlarda ve semadan bir hususiyet bulunmaz.

Her şey Allah’ı tavsif eder. Fakat onunla muttasıf olmaz. insan da bir mikroskop ve teleskop gibi Cenab-ı Hakk’ı külli manada bildirir ve tanıttırır. Allah’ın zat, sıfat ve esmasını gösterir. Onunla kesinlikle muttasıf olamaz. O zattan bir hususiyeti kendinde taşıyamaz. Aynen öyle de insanın kendi güzellik ve kemalatını görmek ve göstermek istemesiyle, Cenab-ı Hakk’taki bu hususiyet aynı değildir. Sadece cam gibi vasıta olmaktan öteye geçmez. Tefekkür için bir rasat vazifesini görür. Başka türlü yakıştırmalar Allah için şirktir.

Ayrıca insanların güzelliklerini göstermesi bir ihtiyaçtan gelir, kemale ve ikmale gider. O güzellik olmaz ve görünmezse o insan eksik ve nakıs olur. Alkış, taltif, hoşamedi insanı keyiflendirir. Noksanı ikmal eder. Oysa Cenab-ı Hakk’ın kendi cemal ve kemalini göstermek istemesi ihtiyaçtan değil, iradeden gelen bir şuunattır. Kemalatı ikmal etmez. Çünkü hakiki kemalat ihtiyaca bina edilmez. ihtiyaçtan başkasının mukayesesinden gelen güzellik ve kemalat, hakiki güzellik ve kemal değildir. O da nisbidir. Çünkü nisbet edilenler gitse onlarda değerden ve kıymetten düşer. Mesela, Allah mabud olduğu için ibadet ederiz. insanlar ibadet ettiği için mabud değildir. Burada mabudiyet nisbetle kaim değildir. nisbetle kaim olanlar; mesela insanların batıl mabudları bir zamanlar ibadet edildiği için mabud ittihaz edilmiş. insanlar ibadet etmekten vazgeçince, onların mabudiyetten düşmüşler. Hakiki mabudiyet öyle olamaz. Mesela insanlar olmazsa, bir insan, yalnız başına kendi kemalat ve güzelliğini göstermek ister mi? Sanatta, meharette, neyi kime gösterecek? Yani mukabele ve nisbet istiyor. Ta ki kemalatı zuhur etsin. Seyredenler olmazsa sanatlar, panayırlar ve pazarlar olmazsa ticaretler, hoşamedi olmazsa güzellikler görünmek istemezler. Bu mahlukat için genel bir kaidedir. Fakat Allah ezeli ve ebedidir. insanlığın ömrü âlemin sonunda başlamıştır.

O hâlde milyarlarca yıl önce Allah’ın cemal, kemal ve sanatı ilahiyeyi kimler seyrediyordu?.. Demek insanlardaki cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi arzusu, Allah’ın cemalini ve kemalini ölçmek ve mukayese için değil insanlarını kendi kemalatını artırması ve tezahürü ve imtihan içindir. Ayrıca kemal ve cemalinin inceliğini insanlar melekler ve hiçbir mahlukat anlayamaz, idrak edip kavrayamaz. Ancak Allah kemal ve cemalini bilir.

Ayrıca bizdeki güzellik gibi Allah’ın cemal ve kemali bir ihtiyaçtan gelse, ihtiyaç gittiğinde güzellik ve kemalatın da eksilmesi lazım. Mesela, insan açlıktan dolayı yemek ister. ihtiyaçtan dolayı gezmek, keyiften dolayı seyir ister. Bu ihtiyaçlar kesilse artık yemek, seyir ve tenzzühte biter. Cenab-ı Hakk’ta ise bu şuunat ezelidir. Asırlardan beri yaratma, tezyinat, taltifat ve kemalat devam ediyor. Ve ebediyen devam edecektir. Demek ki Cenab-ı Hakk’ın kendi cemal ve kemalini görmek ve istemesi, ihtiyaçtan değil iRADE-Yi iLAHiYEDENDiR. ihtiyaç ve iradenin farkını idrak edemeyenler bu tefekkürü yapamazlar.