bugün

(bkz: geber pislik)
öğrenci insandır; 3ü 1 arada kahveyi yeterli bulandır.
bildiğin insandır .
tutumlu ve akıllı yada çöplerde ekmek arayan insan tipidir.
kahve dünyası nın müdavimidir, starbucks a beş çeker.
çok şey kaybetmemiş insandır.
hayatının diger evresinde de gitmesse birsey kaybetmeyecek insandır.
(bkz: ogrencıyse memur cocugudur)
bi kahveye en az 6.5 lira vermek istemeyen insandır.
kazıklanmayı bünyesine yediremeyen delikanlı insandır.*
orda içeceği*bir bardak içecek yerine başka bir yerde demlikle çay içer. sonuna kadar desteklediğimdir ayrıca. *
starbukcsu si.m size birşey olmasın diyen insandır.
bardağına hiç isim yazılmamış insandır.
avrupa`da yasayan ve starbucks kahvesini diger kahvelerden kalitesiz bulan insandir.
ayrıca bu kişi halk pazarindaki kalitesiz kiyafetleri giyen insan ile aynıdır. eli öpülesidir. * *
kahve dünyasini tavsiye edicegim insandir..* *
sırf bu başlığı görerek insan starbucks a gitmek ister. fiyatı dışında herşey mükemmel, ama o fiyatı da kusura bakmayın da olsun yani. yoksa abazalar orayıda kıraathane ye cevirir, bardağa isim yazdırmazlar, siparişçi kıza 'anam bizim yeni aldığımız 51 kağıtlarına adımızı yaz, optum gülümmm' şeklinde başka şeylere isim yazdırırlar.
(bkz: recep ivedik)
(bkz: perfectman) şahidim ben hç gitmedi. çünkü ne zaman görse minimum bi kız bi erkkek vardı içerde. yani bu ne demek en az bi kız götürmem lazım * e şimdi biliyorum ki kahvesi de kazık. bu durumda sonunda hesap bana kitleyecek. ne gerek vardır ki. güzel güzel giderim marina'ma *. sonra düşünsene ya bi kız değil de bi kaç kız olsa. yandı gülüm keten helva. *
starbucks'ta mısır yemiş insandan daha iyi insandır. **
caddenin dibindeki deri paşa koltuklarında kuyruk sokumu üzerinde yatarak sturbucksın imajına yakışır display olmuş insanlardan daha insandır.

edit: bu entryi eksileyen o deri koltukta köpeğin kulübesinde yattığı pozisyonda yatan insana saygı ve sevgilerimi yolluyorum.
yanakları sıkılası şeker insandır. zira;

sturbucks'a gitmek bi loman geyfeye o kadar para verebilen insanlarla aynı çatıyı paylaşabilmek manasına geliyorsa yokum arkadaş diyebilmektir.
sturbucks'ın cocacola kadar siyonist olduğunu bilip yokum arkadaş diyebilmektir.
starbucks'a gidip 6 liraya siyonist kahvesi yudumlamamak, fatih'te yüz yıllık ve on metrekarelik çay evinde, yetmişini çoktan aşmış metin, mehmet ve süleyman amcaların elinden, cezvede pişmiş türk kahvesini, yanında ikram edilen suyla 1 liraya yudumlayabilmektir.
sturbucks'a gitmek hiçbirşeydir.
benimdir efendim. gitmeye fırsatım oldu evet ama idrakim ve benlğimle gitmedim oraya. şöyleki:

pencerenin önüne tünemiş yağmuru izliyordum her daim havayı kurutan ve burnumun tıkanmasına sebep olan "ihlas quartz" ın eşliğinde.bu çocukluğumdan beri en büyük zevkimdi. televizyonda "boşanmak istemiyorum" adlı program başlamak üzereydi. bütün gün "ihlas"ın karşısında olduğum için beynim patates püresine dönmüştü ve bu haliyle kanalı değiştirmek için komut veremiyordu. dalmıştım ancak idrakim açıktı. programın jenerik müziğini dinliyordum. "ah bu çalan şarkımız yarim yarim" sonra bu şarkıyı kendi hayatımla işilkilendirmeye çalıştım ki bu tüm aciz insanlar gibi beni de hüzünlendirmişti. kenimi falcının karşısında oturmuş, ne dediyse kabullenmiş gibi hissettim. programdaki babacanımsı hakimi, içini dolduramadığı cübbesinin içinde gördüğümde değiştirmeyi akıl edebildim. Ancak tüm tembel erkekler gibi sadece "gündüz kuşağı" programlarını izlemek zorundaydım. Esra ceyhan'ı gördüğüm anda dışarıya baktım. bu bir reflesksti sanırım.

yağmurun dindiğini gördüm ve kendimi umarsızca sokaklara vurmaya karar verdim. annemin kalorifere koyduğu baklavalı çoraplarımı ayağıma geçirdim. yıllardır giydiğim ve diz çıkarmış pantolonumu ve botlarımı giydim, şemsiyemi aldım, evden çıktım. cebimde yeni gelen bursumun verdiği güvenle starbucks a gitmeye karar vermiştim birkaç "gülyüz" görmek ümidiyle. ancak eski pantolon ve yeni bottan oluşan giyim kombinasyonum oranın yani 'starbucks' ın müdavimi olmadığımı acımasızca yüzüme vuruyordu. bu halimle kendimi starbucks'ta düşündüm.

starbucks görevlisi bana bilmedğim terimleri kullanarak "bu da olsun mu efendim?" "kek de verelim mi efendim?" diyecekti. biliyordum ki bu beni bilgisizliğimden yararlanarak daha büyük bir kazığın üstüne oturtma çabalarıydı. bense anlamadan "e olsun madem" diyecektim ve istemsizce sanki dönerciden istmiyormuşcasına "abi" diyecektim. ve yanımda toplanmış sarı saçlarının üstünde sinek gözü güneş gözlüğü, dar paça pantolonu, pembe bluzu ile elindeki telefondan başını sadece dedikodu yapmak için veya "aşkooom canıııaaam" demek için kaldıran "tiki" kızın delici bakışlarına maruz kalacaktım.

tüm bu düşünceler içerisinde beni sonum olacak kolpa lüks ile beni ben yapan gerçeklik arasındaki yol ayrımına geldim. ve her mantıklı insan gibi cebimdeki paranın verdiği şımarıklığın dozunu arttırmadan köşedeki bakkaldan bir paket "marlboro" alıp mahalle kahvesinin yolunu tuttum...

sonuç: en fazla orta halli bir vatandaş omaktır...
çok fazla bir şey kaybetmeyen insandır. kağıt ve plastik bardakta kahve içmektense cam ya da porselen bardak kullanmayı tercih eden, popülist olmak yerine kaliteli takılmayı tercih eden insandır.
çorlu'da starbucks vardı da biz mi gitmedik?
cebindeki son parayı da kahveye verip , bak starbucks a da geldik zenginiz imajı vermeye çalışan kompleksli insan modeli. Toplum olarak ezigiz ezikligimizi mercedes, starbuck vs. le gidermeye çalışıyoruz.