bugün

cipsin içinden çıkan bedavayı almaya giden çocuğun "sen bunu burdan mı aldın?" sorusuyla karşılaşması. bakkalın suratındaki o hain gülümseme ve çocuğun yıkılan hayalleri...
Üniversite 3. Sınıftayım... trabzon caddelerinde ben yağmuru, yağmur da beni kovalıyor sanki. Islanmamak daha dogrusu daha az ıslanmak için adımlarımı hızlandırdım. O sessiz ve ıslak sokaklarda kimse kimsenin umrunda degil sanki o anda...
BIrden yanımda yagmurdan korkmayan bir çocuk belirdi, kendi sırılsıklam olmus, bana satmak istediği selpak mendil ise takdir edilesi gayreti ile kuru kalmayı başarmıştı. Yağmurun verdiği hüzündenmidir bilinmez, fazla sevimli, fazla tatlı gözüktü bana ufaklık...
Bu gibi çocuklara yardımcı olacaksam eğer; onları fazla konuşturmamayı tercih edenlerdenim, belki yalvarmaları samimi gelmediğinden belki de mütemadiyen acele edişimden.
Yine aynı şeyi yaptım; cebimden 5 tl çıkararak ufaklığın cebine sıkıştırdım, gülümsemesine de başını okşayarak karşılık verdim.
Yavaşlayan adımlarımı tekrar hızlandırdım... ben ne kadar ıslandığımı õlçmeye çalışırken, ufaklık ta boş durmamış arkamdan koşu vermiş.
- abi.. dedi
(Canını yerim senin)
-efendim abisi dedim...
-mendil almadın...
-gerek yok uşak başkaşına satarsın dedim (demez olaydım)
Ve nihayetinde hayata bakış açımı değiştirecek boyundan çok büyük olan o lafını duydum...
- abi o zaman paranı geri al ben dilenmiyorum, çalışıyorum!!... dedi
Sanki o an birisi dünyanın 'stop' tuşunu bastı... bir o var canlı bir de ben... insanlar dondu sanki, arabalar da, yağmur bile bizi seyretmeye başladı sanki...
Kaşlarımı kaldırdım düştüğü yerden... fena sarsılmıştım...
1 adet selpak almayı kabul ettim, pazarlık etti benimle yağamayan yağmurun altında... 3 adetini elime tutuşturdu... birden sağ omuzunun üstünden geldiği yöne baktı ve;
- gitmem lazım dedi...
O gidince yine fena oldum...
Yağmurun hiç durmadığını anımsadım, kaldırımlara yağmayı bıraktılar sadece bana yağıyorlardı artık, tüm arabalar üstüme geliyor, bütün insanlar beni seyrediyordu sanki. Fena... çok fena olmuştum...
Adını bile bilmediğim ufaklık neler öğretmiş bana, her geçen gün artıyor sayısı...
'Gitmem lazım' demişti...
Git bakalım ufaklık.... daha nice abiler bekliyor sırada senden bir şeyler öğrenmek için..
Yolun açık olsun... umarım hakettiğin her sey senin olur.
evde güzel yemek yoktur düşüncesi ile yemeği dışarıda yersin ve evde en sevdiğin yemekle karşılaşırsın.
ilkokul yıllarım. ailecek adeta kemal sunal'ın öğretmen filmini yaşıyoruz. memur çocuğuyum. küçük bir çocuk olmama rağmen maddi darlığın farkındayım. emektar babamla bir yerlerden dönmüştük. orası her neresiyse, epey yürümüştük diye hatırlıyorum. yorgunduk... yaz sıcağı... babam dalgındı... neredeyse hiç konuşmuyorduk. bir derdi vardı, hissediyordum. ne olduğunu, neden dalgınlaştığını, ne düşündüğünü hiç sormadım. çünkü kelimelere ihtiyacım yoktu. ben onun ciğerinden bir parçaydım. o söylemese de, ben o sızıyı zerresine kadar hissediyordum.

kısıtlı bütçeye rağmen bir ihtiyaç hasıl olduğu için mi, yoksa babamın, bendeki hüznü dağıtmak, dikkatimi başka yere çekmek için mi soktuğunu anlamadığım bir markete girdik. ben rafların arasında reyonların arasında dolaşıyorum. babam birşeylere göz gezdiriyor. bir müddet böylece dolandıktan sonra kasaya yaklaşıyoruz. babam, şimdi ne olduğunu hatırlamadığım birşey almış. yine dalgın... yine suskun... kuyrukta bekliyoruz. bende de bir hüzün, bir keder. dalıp gitmişim. ( benim de bir huyum vardır. bir yerlere dalıp gittiğimde, gözlerim put gibi hareketsiz kalır. tek bir noktaya odaklanır. kendime gelene kadar da baktığım yerin ne olduğunu, o an nereye baktığımı farkedemem.) işte o kuyrukta beklerken, yine böylesi bir dalgınlık hasıl olmuş. gözüm bir noktaya takılı kalmış. babamın sesi ile kendime geldim:

-alayım mı oğlum?
+hı?
-onu sana alayım mı?
+neyi baba?
-o çekirdeği...

o an anlıyorum ki, dalıp gittiğimde gözlerimi çekirdek paketinde unutuvermişim. babam farkediyor. farkettiğinde, bir daha hüzünleniyor. o an bir baba şefkati ile gönlümü hoşnut etmek istiyor. ama ikimiz de herşeyin farkındayız. ben, otobüs parası vermemek için onun hergün erkenden kalkıp da yürümeyle çok uzaktaki işine gidip geldiğini bilirim. o da benim bu çocuk halimle herşeyin farkında olduğumu bilir. o sessizliğimin ve durgunluğumun sorumluluğunu da yüreğinde bir yük olarak taşırdı.

--spoiler--
-alayım mı oğlum?
--spoiler--

benim öylece pakete baktığımı gören babam, öylesine hüzünlü ve çaresiz bir şefkatle sormuştu ki bu soruyu... yıl 2013. aradan geçmiş on yedi yıl. ama ben o anı dün gibi hatırlıyor, o sızıyı halen en derinden hissedebiliyorum.

yok benim babam...
yok benim canım...
yok hüznüne kurban olduğum...
sırtımı yasladığım dağ...
nolur, yüzüne düşmesin hüznün karanlığı...
sen eğilirsen, ben yıkılırım be babam!

varsın olmasın dünyalığımız...
varsın biraz meşakkatli olsun yolumuz...
dert değil...

yeter ki sönmesin gönül çerağın...
asla ama asla nemlenmesin o göz pınarların!

+yok baba canım istemiyor.
-hangisini alayım oğluma...
+bak valla canım istemiyor baba.
-hadi şunu alalım... olur mu?
+baba valla gerek yok. bu sıcakta canım birşey istemiyor.
-...

o an ne oldu bilmiyorum.nasıl oldu bilmiyorum... yaratıcı neden öyle bir anı ikimize yaşattı onu da bilmiyorum.

biran geldi ki, ikimiz de başımızı kaldırıp birbirimize baktık. benim dudaklarım seğiriyordu, onun da gözleri nemli...
daha 6 yaşındaydım o zaman yanımdaydı ailem. dolaşıyorduk birlikte alışveriş yapıyorduk gözüme kırmızı cam bir kültablası ilişti o zaman bilmiyordum ki kültablası ne işe yarar. odamın mobilyaları kırmızıydı tokalarımı koyarım diye almak istedim yalvar yakar aldırdım o kültablası çok ev değiştirdi çok şey gördü benimle birlikte ama ben ona hep tokalarımı koydum. az önce gerçekten kültablası oldu neden bilmiyorum onu öyle görünce üzüldüm. nereden nereye şu hayat çok acımasız.
yumurtayi kirip masaya koyduktan sonra ekmek olmadigini farketmek.
Örümcekler.
Hiç tanımadan korkuyorum. Belki kötü bir niyeti
Yoktur... görünüşünden dolayı işte.
Bazen kıyamıyorum da onlara, bana bir zamanki beni hatırlatıyorlar.
Sırf o minicik canlıya zarar vermemek için pencereyi açıp, kapıyı kilitleyip çıkıyorum o odadan. Belki kendiliğinden çıkar diye...
o kadar yorgun o kadar uykusuz olduğun halde direnmek, hayat ta böyle bir şeydir, öylece direniyorsun.
otobüsle yolculuğum esnasında yukarı rafa koyduğum laptop'ımın ;otobüsün virajı dönmesiyle gözümün önünde aşagıya düşmesidir heralde.
içim acımıştı.
Sokak köpeklerinin ömürleri çok kısa. Ya hastalıktan ölüyorlar ya açtlıktan ya da bir arabanın altında kalıyorlar. Kuyruklarına teneke bağlayan veletler daha masum kalıyor bu şartlar altında.
geçmişte ikilemde kaldığım olaylar. hep içimi burktu.
bugün bir arkadaşımla birer kahve içmek için dışarı çıktık sözlük. saat 20.30 suları falan. mekana doğru yavaştan yürürken yoluma bir çocuk çıktı. 9-10 yaşlarında, gözlüklü, sarışın... hafiften çilleri de vardı sanki. badem gibi gözleri vardı. mahcup mahcup baktı içeri girerken. neredeyse duyamayacağımız kadar kısık bir sesle, "bakar mısınız?" dedi.

"çorap satıyorum, almaz mısınız?"

malum ay sonu. cep delik cepken delik. görmezden gelip oturduk masaya. ama kahve, sigara içmeye paramız var tabi.

içemedim sözlük. gidene kadar onu izledim, saksının "diğer" tarafından. ve onun o mahcup gözlerinde yitip giden insanlığımdan utandım.

sonra tam çıkarken, "bakar mısın?" dedim.

cebimde kalan son 5 liramı uzatarak, "bununla kaç tane çorap verirsin bana?"
"iki tane verebilirim," dedi.

çorapları aldım, parayı utana sıkıla aldı. gözlerinin içine baktım, "utanma," dedim. "utanması gereken kişi sen değilsin."

en çok da kendimden utandım. ama söyleyemedim.
ele avuca sığmayan 1.5 yaşındaki yeğenimin sadece ankara nın bağları nı duyduğunda acayip hareketler yapıp sakinleşmesi.Kime çekti bu çocuk bilmem ki? hayır ankara yla alakamız falan da yok!
cebinizde beş kuruş para yokken dağın başındaki üniversiteye yürüyerek çıkmak.***
perde takarken korniş atladığını fark etmek.
idealistliğe inanarak başlanan yüksek lisans üzerine, ümidini kaybetmeden akademik düzende yerini almayı umut ederken çılgınlar gibi laboratuvarda çalışılırken. Sabah sekizde kalkması zor gelen o idealistin sabah altıda kalkmaya başlaması, motivasyonun zirvesine vurması ile ne tatil ne izin demeden çalışmalarına devam ederken. Bir şekilde bir yerlerden yüksek miktarda burs almaya başlaması ile motivasyonun artık Everest seviyesine tırmanması ve ekonomik özgülüğünü eline alması sonucu artık her şey daha güzel olacak düşünceleri geçerken. Akademik düzenin aslında yalanın dolanın üzerine olduğunu, aldığın bursun bir şerefsiz memurun onayına bırakılıp aldığın burstan 1 gram hayır görememen, hayatın boyunca şuan aldığın paradan daha az paralarla huzur içinde yaşamana rağmen burs almaya başlayınca o memurun pisliği yüzünden yeri gelince elektriğinin kesilmesi, kredi kartına borç ödeyemediğin için limitin eksi bakiyelere vurması gibi durumlara düşmen.
Üniversiteni temsil etmek amaçlı gittiğin bir kongrede yine o memur yüzünden cebinde 1 lira ile hiç tanımadığın bir şehre gitmek zorunda kalman, bırak yemek yiyecek parayı tuvalete gidecek paran dahi olmaması gibi iç burkan durumlara düşmen. Bütün bunları yaşarken birde bu yalan dolana sarılmış akademik düzenin köpeği olmaya zorlanman, bilim değil, bilim dışındaki her şeyin daha değerli olduğu bir düzene oturmuş bu sistemde, artık o idealistten eser kalmaması. akademik kadro kriterlerin artık utanılmasa dış görünümünü tarif edecek seviyeye düşmüş olması da artık bu işin tuzu biberi haline gelmesi.
Hayat ideallerini kaybedince gerçekten çekilmez oluyor dedirtecek detaylarla doluymuş.
hayatın ta kendisi.
sevmek için bile yaklaşınca, sürekli yediği dayaklar yüzünden köşe bucak kaçan sokak köpekleri.
Devlet dairesindeki o çaresiz babanın bekleyişi.
istemediğin bir şey uğruna savaşmak. Bu yolda ruh halinin alt üst olması.
aynı an da iki takip edilen kızın aynı an da birinin sağdan birinin soldan geliyor oluşu ve senin ikisini de görmemezlikten gelmendir.

sonuç: üçün biridir.
annem yemeğimi hazırladı oturdu yanıma, ah bir gün daha geçti, ölüme bir gün daha yaklaştık dedi. sustum, ölüm söz konusu olunca düşünmek istemedim, gülümsedim. ama kendimi düşünmekten alamadım çok garip geliyordu öleceğini bile bile yaşamak, beni kucağında uyutan annemi bir gün toprağa soğuk kanlılıkla gömeceğimi bilmek, gerçekten çok garip.
sabah erkenden uyanıyorsun önemli bir dersin olduğunu hatırlıyorsun acele ile evden çıkıp dolmuşla okula gidiyorsun. okulun bahçesinde kimse yok, hocaların otomobilleri de yok. herhalde herkes derste ve hocalar da araçları üst kapıya park etti diyorsun içinden. ama oda ne binanın kapısı kilitli. ne oluyor lan burda diyorsun kendi kendine.
ben: hayırdır kapılar niye kapalı bizim ders vardı.
güvenlik: bugün pazar.
daha bugün sabah saatlerinde küçüçük bir kedi görmek ve ona kız arkadaşınla yardım etmek, karnını doyurmak ve 3 saat evel saat 7 gibi, güneş henüz batmamıştı, kedi nin arabanın altında kalıp ölmesidir.

not: minicikti arkadaş ya kedi. araba yavaş gidiyormuş öyle dediler, kedi yolda arabanın altında kaldıktan 1 - 2 dakika sonra olay mahalini görmüş olsam da arabayı kullanan kişiyi görmek isterdim, ama yetişemedim maalesef. hayır kedilere çok meraklı değilim, ama tanıdığım bir dolu hatun da kedi merakı var, hep ondan oldu bu. bir de sabah hatun kişi ile doyurmuştuk, kediyi, hayat da böyle bir şey işte, herhangi bir şey bir var bir dönmüşün yok.
üzmüştür, o esna da kurabiye yiyordum yemeyi bıraktım çayım yarım kaldı. kedi yi kenara koymuşlar kedinin akibetini görmeyeyim diye bakmadım bile kedi ye. o kedi hep gözümde o minik hali ile kalacak.

(#20005821)
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23463504.asp