bugün

bir insanın körü görüne kötülüğe itilmesidir. Düşünsenize, güçücük masum çocuk büyüyünce gaddarlaşıyor. Bir küçükken çektirdiyi kendisini masum, dünyanın tüm çirkinliklerinde uzak yansıtan resmine bakıyorsunuz, Bir gazetelerin sayfalarında, aranıyor ilanlarında gözüken gaddar yüzüne. Peki bunun suçlusu kim? ilginç bir soru değil mi?
işte cevap şu dizelerde:

siz onlara değer verin, kollayın,
bir çocuğu ne şımartın ne dövün.
insanların tek zararı kendine,
Hiçkimseyi ne pis sayın ne övün.

Bir insanın size hiçbir yönden zararı yoksa o insanı ne kötüleyin ne övün. Zaten o hep kendini kötülüyordur, bir dertde siz olmayın be dostlar!
Sakın ama sakın bir insanı küçük görüp aşağılamayın, bu bir çocuk bile olsa! Sonuçta o insanın kötü bir insan olmasına yol açarsınız, o hep intiqam almak için yaşar sizin yüzünüzden. ilginç değilmi?
çok çalışmak isteyip gerçekten iş bulamamış bir kişinin gururunun incinerek istemeyerek de olsa son çare olarak dilenmesi ve cogumuzun ''onlar bizden daha zengin'' diye düşünmesi.
gün boyu çalışma masasının başında oturup akşamında hiçbir şey çalışmamış olmanın yorgunluğu ve vicdanıyla uyumak.
sen deli gibi çalışırken birilerinin deli gibi seviştiğini, beleş yaşadığını, baba parasıyla istediği her şeyi yaptığını bilmek.
internetteki iş arama sitelerinde gaz altı kaynakçısı, spa terapisti, iş zekası denetçisi gibi meslek gruplarına dahi sayfalarca ilan görmek, ilimin bilimin sanatın doğduğu şu coğrafyada sanat tarihçileri ile ilgili bir tek ilan görememek.

buna paralel olarak kpss tercih kılavuzunda sayfalarca müezzin, imam kadrosu yer alıp sadece iki kişilik sanat tarihçisi kadrosu olması.

öğrenciyken kazılarda yabancı arkeolog ve devlet adamlarının beni ve meslektaşlarımı el üstünde tutmasının sebebini ise daha geçenlerde öğrendim. yurt dışında tıp ile sanat tarihi için yeterlilik notları aynı.
türkiye' de yaşayıp bu mesleği seçerek belki ahmaklık ettik ancak bu alanı es geçerek tarihi ve sanatı yok sayan devlet büyükleri de ileride anlayacaklardır uğraştıkları işlerin abesle iştigal olduğunu.

almanya' da sanat tarihi ve arkeoloji buradaki gibi dandik bir kültür bakanlığına bağlı değildir. dış işlerine bağlıdır. çünkü geçmişin en büyük diplomasi aracı olduğunun idrakindelerdir.
ikinci dünya savaşı esnasında şehir merkezlerindeki bombalanan binalar dahi restore edilip ziyarete açılmış, hitler' e sadece başarısız olduğu için kızan, tarihine önem veren insanlar bunlar.

kaldı ki türkiye' de açmayı bile akıl edemedikleri islam sanatları müzesi berlin' dedir.
müzenin içi ise anadolu' dan götürülen eserlerle doludur. sanılanın aksine kaçakçılık yoluyla değil devletimizin direkt hibesi yoluyla oluşmuştur berlin ıslam sanatları müzesi.

hal böyleyken içim artık burkulmaktan ziyade öfke ile dolmaya başlamıştır.
-sevdiğim kız bana abi deyince...
anneannemle büyükbabam evler arasında 100m den az mesafe olmayan bir köyde yaşıyorlar. anneannemin cep telefonu yok diye bizim evdeki eski bi telefonu vermiştik ona içine de dayımın eski hattını koyduk arada kızlarıyla konuşuyodu. bigün evin önündeki kanala düşürmüş nasıl olmuşsa, günlerce üzülmüş :(

en son geçen ay büyükbabam eve lcd almış, anneannemde izleyeyim derken kumandada yanlış bi tuşa basmış ekran gitmiş. büyükbabam saymış sövmüş sen ne anlarsın bozdun artık diye. bi daha televizyona elimi sürmem demiş, mahcup olmuş sanmış ki gerçekten bozulmuşş :(

gelip geçici dünya malı için niye canımızı sıkarız kii.
sicacik evimizde klimanin karsisinda keyif yaparken; evsizleri, sokak cocuklarini ve sokakta yasayan hayvanlari dusunmek.
otobüse binip kartını okuttuğunda "bakiyeniz bitmiştir." diyen kadın.
az önce star tv de bir habere denk geldim. engelli insanları devletten aldıkları yaklaşık bin beş yüz lira karşılığı sözde bakan bir bakım evi.. oturup hüngür hüngür ağlayasım geldi. yaşlı bir amca "sürekli ayaklarıyla vuruyorlar şamar oğlanına döndük" dedi. belli ki gizli çekim. varya sizin gibi adamları allah ım sürünerek geberin bir bardak su vereniniz olmasın. o pis yataklar tartaklanan yaşlılar. hala kendime gelemedim. tamam yaşlılarla uğraşmak zor ki engelliyken daha zordur eminim ama. hayatımda bu kadar ürpermemiştim. çok pis küfür edesim var. gözümün önüne geldikçe içim gidiyor.
400 milyarlık hibe projesi yazarken cebimde 1 tl olması.
üniversitedeyim... yiyecek paramız yok yemin ediyorum. sırf açlığımızı bastırmak için ev arkadaşımla sabah akşam uyurduk...
hey be ! sonra benim aklıma sözde tilkilik geldi. samimi olduğumuz cemaatçi arkadaşın evine kapak atmaya başladık her akşam.
buzlukları et, kıyma doluydu. ne biçim yerdik var ya. 2-3 günlük ihtiyacımızı bir oturuşta yerdik...
sonra cd film kiralamak için filmciye giderdik...kesin sınıf arkadaşı biri olurdu... hayrına bize de bir film kiralardı...
eve gider izlerdik arkadaşla...
sonra uyurduk tabii...
sonra yeni bir gün...
her ayın 10 günü öyle sefildik...
açlıktan bayılmak üzereyken yemeği ısıtırsın, sofrayı kurarsın, herşey hazırdır tam yemeğe başlamak için sabırsızlanırken bir de bakarsın evde ekmek yok. lanet olsun işte o durumlara.
yorganının içinin ısınmaması.
ve artık birilerine ihtiyaç duymak.
* *
benim bu başlığa yazacak bir entryim hiç olmadı şu hayatta. en büyük iç burkan detayım bu sanırım.
boşluğun farkında olup ondan kurtulamayan bir deli olmak.
boşluğun farkında olup ondan kurtulamayan bir vazgeçmiş olmak.
farkında olmadan kalp kırmak, arkadasınıza kırılmıssınızdır ondan özür mahiyetinde arama, mesaj, tıwit, watsap, face den haber beklersiniz aradan zaman gecer beklenen aslında beklenmeyen haber gelir. ya sen ne hayırsızsın ölsem haberin olmayacak seklinde ve o an güler misin aglar mısın... yaptıgı hatayı unutmustur ve size kırılmıstır haberiniz yoktur beni burkan bir detaydı.
sokakta giderken artık garipliği yüzüne vurmuş güzel insanlar görmek. hepimiz karşılaşmışızdır muhtemelen. kıyafetlerinden belli olan durumları, artık güzel yüzlerine, bakışlarına işlemiştir. ne zaman görsem böyle birisini en başta kendime akabinde dünyaya küfrediyorum. hem şükretmeyi unuttuğumuzdan hem de adaletsizliğin bu denli fazla olmasından. yanlış anlaşılmasın öyle zengin bir insanda değilim. kim bilir belki de o insanlar, aza kanaatin ne demek olduğunu bildiklerinden, hepimizden daha mutludurlar. umarım öyledirler.
sene 2008. yer : balıkesir'de bir sinema. ıssız adam gösterime gireli bir hafta olmuş. yeni yetme sevgililerin ve kız arkadaşını kolundan kapıp gelenlerin hepsi sinemada. bir tek biz sap sap film izlemeye gitmişiz.. utana sıkıla sinemada yerimizi alıyoruz. film sonuysa tam bi' rezalet. ıssız adam filmini izleyenler bilir, filmden sonra ağır bir melankolik hava oluşur. sevgililer birbirine daha sıkı sarılır, öpüşür filan. bizi düşünebiliyor musun, sağıma bakıyorum sap arkadaşım. hay ben böyle işin , o günden belliymiş kaderim.
engelli degnegi ile yuruyen yasli ve gorme engelli bi amcanin kimseye carpmadan yururken herkesin gelip ona carpmasidir. carpanlarin bir ozur bile dilememesi, ben o insanlara saydirirken bile amcanin "bosver evladım onlar hep oyle" demesidir. "onlar hep oyle"..

adaletini siksinler dunya.
büyüdüğün farkına varmaktır.

üniversiteye başlayalı koskoca 4 yıl olmuş anasını satayım. hani bununda farkındaydım. genelde stajlardan derse az girmemizden 1.sınıflardan kimseyi tanımayız böyle. kendimizi de 91'li olarak nimetten sayıyoruz hala vay yaşımız küçük vay böyle diye. neyse işte bir gün kantinde arkadaşlarla otururken bu birlerden biri geldi yanımdaki bir arkadaşı tanıyormuş bir şeyler sorup gitti. (küçümsemek babında değil) o gittikten sonra arkadaş bana dönüp 95'li bu deyince içimden bir küfür basmıştım. hayır bak ergen falan diye eleştirmek de değil bu benim hala karşılaştığımda çocuk lan bu dediğim insanlar üniversiteye başlamış. çok içim burkuldu anasını satayım hayır yani çokta boktan bir sebep iç burkulması için ama burkuldu işte. zaman ne çabuk geçiyormuş arkadaş böyle.
Babam bugün bir çocuğu gösterip onun hayatını anlattı babası ölmüş o öldükten sonra çocuk yatarken anne intihar etmiş. Kimsesi yokmus açık ogretimde okuyomus kahvede yatiyomus. Hayat adil değil hiç adil değil.
genelde alelade ortalıkta olan adaletsizliklerdendir. sağınıza baktığınızda gördüğünüz fotoğrafla solunuza bakıp gördüğünüz fotoğraf arasındaki o uçurum.
Kimse zirvedeki adam olmak istemiyor. Kendini orada göremiyor. Herkesin özendiği bir hayat var. Herkesin bıktığı bir hayat var. Peki ya insanlık? O niye hiç bir şeye özenmiyor?

Coook nankörüz sevgili şansal.