bugün

hatırlandığında kalbinin sızlamasına içinizin burkulmasına neden olan hayata dair detaylar bütünü.
geçmişte mutlu etmiş anılardır.
dedeyle bütün aile küsmüşken dedenin ölmesi (bkz: unutulmayan acı anılar)
4 yıl önce, bu günlerdi. 12 mayıs...

Bursa dan memleketime dönmüştüm. tatil falan da değildi . üniversite 1. sınıftaydım. Dedem hastanedeymiş. sık sık hastalanırdı zaten yıllardır. hastaneye yatmak, alışkanlık gibi birşeydi bizim ailedeki yaşlılar için. hastane bir saat uzakta evimize. akşam üstü 6 gibi otobüsüm vardı terminale. eve gittim. babamı aradım, dedemin başındaydı. hastanede. acaba gitsem mi diye düşündüm o gece. yorgunluk, üşengeçlik. sabah otobüsüyle giderim dedim. sabah otobüsüne atlayıp gidecektim.

sabah erkenden gidecektim halbuki... sabaha karşı 5 te ölmemiş olsaydı...

gözlerimi kapattığımda en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum. kurban bayramı olmalı.. yine göreceğimi düşünmüştüm herhalde.

o gece gitmiş olsaydım, tabutu yerine, onu görecektim, son defa ellerini öpebilecektim belki...

hayatımda keşke dediğim nadir anlardan biridir. böyle bir gaflete tekrar düşmemek için, annemle, babamla asla küs ayrılmam... kavga ettiğimde hep geri ararım. iyi geceler demeden uyuyamam...
sene 2003. evde yenilebilecek yalnizca 2 tane yesil biber var. eldeki son para taksim dolmusuna anca yetiyor. hedef taksim`de calisan kuzeni bulup borc para almak. o kadar aciz ki mantikli dusunemiyoruz. dolmusa binip taksime gittik sevgilimle ve kuzeni bulamadik. cep telefonu da yok kerkenezin. saatlerce sogukta bekledik, olmadi dolandik durduk ama maalesef kendisini bulamadik. bes parasiz taksimden findikzadeye saatlerce o sogukta ac ac yurumus ve o halde uyumustuk. halbuki dolmusa verecegimiz parayla makarna alip pisireydik hic degilse midemize iki lokma birsey girerdi. budur...
iç burkan değil deçok pis ayağımı burktuğum bir olay var anlatiyim mi.
Liseye yeni başlamıştım büyük bi heyecan vardı . Çok uzun bi süre gecmeden annemin kalp ameliyati olması gerekti 4. Kez açık kalp ameliyatı olacaktı herkes beni , bende kendimi annemin olebilecegine hazirlamaya calisiyordum .. o gün beni anne babam okula biraktilar ordanda sehir disina ameliyat icin gideceklerdi . Annemi kaybedecegime oyle inanmistimki ona cok sarıldım . Babam sağlıklıydi , güçlüydü . Onlar gittikten 15 gün sonra babam aradı annemi sordum daha ameliyata girmedigini iyi olacagini onu uzmemem gerektigini söyledi . Sonra kapattik telefonu bi daha da konuşmadık . Aradan iki hafta gecmisti ben onlarin yanına gitmek üzere otobuse bindim . Sabah vardigimda dayim karsiladi sonra annemin yanina teyzeme götürdü beni . Herkeste bi gariplik vardı bi koseye cekilmis enistemler ,dayimlar herkes agliyorlardi .
Bayramlar dışında ilk kez Tüm aileyi birlikte görmüştüm ama bi eksiklik bi terslik vardı. odaya bakıyordu gözlerim babamı arıyordu . Ama yoktu ve neden herked agliyordu . babamı sordum anneme ellerimi tuttu sakin ol kızım baban öldü annecim , onu kaybettik dedi . O acıyı , o anki hislerimi anlatamam , anlamam bile çok zor . Neredeyse 8 seneyi gecti hala bi cocuk "baba" dediğinde icim burkulur , gözlerim dolar . Ben babama sarilamadan babam topraga girdi bi veda bile edemedim .
O yüzden anne babanızın kıymetini bilin , cok duyuyorum anne babalari icin " keske olse " diyen evlatlari . En kotu ana baba bile ölümü hak etmez . Yaninizdakilerin kiymetini bilin çünkü her an onlari kaydedebilirsiniz ..
olmayacak hayaller kurmak, uzun upuzun bi sure.

en son guvenilecek insana inanmak.
sarilalim mi?
ilkokuldayken okuduğum bi hikaye kitabında çocuklar uyuduktan sonra babaları gelip çocukların üzerini kontrol eder ve örterdi.
bunu okuduğum gün, her gece 1den erken eve gelmeyen babamı beklemeye başlamıştım. babam eve geldiginde üzerimi açacağım yatak odalarımız karşılıklı oldugu icin beni fark edip üzerimi örtecekti. sabah 6da uyanan 2. sınıf öğrenciydim. babamın eve girdigini kapı sesinden anlamış ve hemen üzerimi açmıştım. o kadar saat bekledigim an gelmişti ama ben saniyeler içinde uyuya kalmistim. annem sabah okul icin uyandirdiginda üzerin açılmış gece şimdi örttüm cümlesi üzerine saatlerce kimseye bir sey anlatmadan ağlamıştım. Şimdi hastayim ve üzerimi örten herkes bana bu anımı hatırlatır.
hatırlandığında insanın amk anılardır.
Salak konumuna düştüğüm her andır. Ondan daha çok koyan da salak yerine koyanların amına koyamamak.
ilkokulda burnumu karıştırırken aşık olduğum kız görmüştü ve ona açıldıktan sonra beni reddetmişti. ondan sonra burnumla oynamayı bıraktım. amk ne günlerdi ya.
var olmayan anılardır. mutlu anıların mutluluk kaynağı olması, haksızlık ve kabalık içerenlerinin doğal olarak nefretle anılması, niteliksiz olanlarının unutulması, anlam verilemeyenlerinin üzerinden zaman geçmesi sonucu tiksintiye dönüşmesi ise bir başka başlığın konusudur.
çöpten yiyecek arayan insanları gördüğüm her an. adaletini sikeyim dünya.
çok küçükken babasını kaybetmiş olan bir arkadaşımla yaşadığım anımdır.

liseye giderken içerisinde bulunduğum arkadaş grubunda şöyle bir olay vardı; birisi komik olmayan bir espri yaptığında veya espri yapmaya çalıştığında, haliyle kimse gülmezdi. yaşanan sessiz saniyeler ise, bir başkasının hemen aynı espriyi yapmasıyla son bulur, bu sefer aynı espriye herkes gülerdi. böylece az önce mizah yapmaya çalışan kişiye küfretmeden söverdik. bir vakit sonra bu iş öyle bir raddeye geldi ki, çok komik olan esprilerde bile herkes kendini tutar, aynı işlemi gerçekleştirirdi.

lise hayatımız bizim için bu randımanda giderken, günün birisinde aklıma bir fikir geldi. birisini yanımıza çağıracak, ona komik bir olayını anlattıracak, hikayenin sonunda gülmeyecektik ve bir başkası aynı hikayeyi anlatmaya başladığında hepimiz yerlere yatarak, dizlerimize vurarak gülecektik. yazının başında da bahsettiğim arkadaşın da içerisinde bulunduğu 3 kişilik bir grup olarak ilk kurbanımızı seçtik, hikayesini dinledik, kimse gülmedi ve aynı hikayeyi ben anlattım, herkes güldü. sonra 'o' arkadaşıma döndüm ve dedim ki, sıra sende. kabul etti, kurbanımızı seçtik. kurbana, 'heey x, gelsene bi' dedim, yanıma geldi. 'hadi komik bir hikaye anlat bize, sende vardır bir şeyler' dedim, hemen önümdeki sıraya oturdu, sonra bana döndü ve ilk cümlesini kurdu:

'bir gün babamla sahildeyim...'
yurtta kalırken parasiktan aksama kadar uyurdum (yemek yememek için) sonrada 1 ekmekle bir tas çorba içer günü kapatirdim..

vay bee parasizligin taa amk...
geçen yıl bayramda anneanemin evindeydik. Eski tip açılan masada yemek yiyorduk. O an düşündüm, çocukluğumun bayramlarına gittim. O masada rahmetli dedem, teyzem ve dayımda vardı. Geçen yıllar bizden sevdiklerimizi aldı, götürdü. Ama bir yandan da ailemize yeni bireyler kattı. Şüphesiz ki bu da hayatın olmazsa olmazı...
Bir ümitle uyanmasını beklerken sabah ölüm haberini almak...
dedem öldüğünde 4 yaşıma yeni girmiştim. öldüğü gün hepimiz başındaydık. buna ben ve benden 1 gün büyük dayımın torunu dahil. o günün sabahı dedem ''munia... hadi gel seninle beraber köye gidelim'' dedi. ''oluuur...'' dedim, olurdu benim için çünkü. giderdim dedemle koşa koşa köye. fakat dedemin nefesleri ağırlaşmaya başlayınca babam, kuzenimi ve beni alıp dışarıya parka çıkardı. parktayken sürekli kuzenime ''dedem köye gidecek. sen tutturdun buraya gelmek için, senin yüzünden geldik. senin yüzünden beni götürmeyecek.'' diyip durdum. eve döndüğümüzde salonda herkes ağlıyordu ve bizim dedemin odasının olduğu koridora girmemiz kesin olarak yasaklanmıştı. tuvalete gitme bahanesiyle koridora girdiğimde bir anlığına dedemin yatağını gördüm. beyaz bir örtünün altında, karnında kurbandan kurbana çıkan kocaman bir bıçakla yatan dedemi fark ettim. yakalanırım diye ''dedemi neden orada bıraktınız'' diyemedim. sonra mezarlığa gittik. annem teyzemlerin arabasında ağlıyordu. o gün ilk defa annemi ağlarken gördüm. sebebini sorduğumda ''deden köye gitti'' dedi, ''aman anne... niye ağlıyorsun ki? bizde gideriz yanına.'' demiştim. bir anda herkes bana kötü kötü bakıp tövbelemeye başladı. neden öyle kaşlarını çatıp tövbelediklerini hiç bir zaman anlamadım.

sonra dedemin kırkı çıktı ve biz köye gittik. köyün her yerinde, yerdeki kocaman taşların altında bile dedemi aradım, bulamadım. o günden sonra 3 defa daha gittim köye ve hiç birinde evden dışarı çıkmadım. o beyaz örtünün altında yatan görüntüsünü de hiç bir zaman unutamadım.
görev yaptığım şehre çocuğunu tedavi ettirmek için abim sayılan bir akrabamız gelmişti. bizim memlekette portakal reçeli pek bilinmez. kahvaltıda portakal reçelini hayatında ilk kez tatmış ve çok sevmişti. tarifini de aldı. bu görüşmeden kısa bir süre sonra da vefat etti. genç yaşta, ardında iki çocuk bırakıp gitti. bir yunus dizesince "gök ekini biçmiş gibi".
bize onu hatırlattığından olsa gerek on beş yıldır portakal reçeli yok hayatımızda.