bugün

Şairsin.. Arkanı dönme.. Neyin var sen de fırlat..
Hiç yoksa şu inkisârı kâğıda geçir, sonuna kadar yaz
Nasıl olsa çıkaramazsın saçmayı etinden.
adam olamadım bu şehirde

Canım sıkılır kahveye çıksam.
Eve girsem bir baş ağrısı.
Kahveciye borçluyum,
Manava da borçluyum.
Adam olamadım bu şehirde,
Adam olamadım.
Akşamları yalnızlıktan,
Sabahları işsizlikten,
Ve senin yüzünden,
Deniz kenarı..
EDiP CANSEVER
Kimse duymadan ölmeliyim
Ağzımın kenarında
Bir parça kan bulunmalı.
Beni tanımayanlar
"Mutlak birini seviyordu" demeliler.
Tanıyanlarsa, "Zavallı, demeli,
Çok sefalet çekti.."
Fakat hakiki sebep
Bunlardan hiçbirisi olmamalı.
Söylenir ve yarım kalır
bütün aşklar yeryüzünde,
bir kaktüs bol sudan nasıl,
nasıl çürürse, öyle.

En sevdiğim temmuzdu aylardan,
hazirana benzediği için biraz,
biraz da kendiliğinden,
belki de müşteriye iyi davranan
efendi bir bakkal kimliğinde.

Nasıl mutlu oldum iki yaz,
nasıl mutlu oldum kardeşler.
Salkımsöğüt bir, ben iki,
bir üçüncü var mıydı bilmiyorum.
Üçüncü vardı elbet,
bir yaban ördeğinin sevincini taşıran,
bir sonbahar gibi köpüren,
Temmuza benzese de,
öyle oldum ki anlatamam.
Sıcak yaz
solgun bir coğrafya gibi belleğimde,
şapkalar, çiçekler, eski elbiseler,
geçmişi olan eski elbiseler,
denizden çıkan bir ışık,
unutulmuş bakımsız arka bahçeler,
öyle oldum ki anlatamam.
Her mevsimde sonbaharı taşlayan
bir çocuk nasıl olursa, öyle.
Belki de bitip tükenmeyen
bir fetih döneminde
atlar nasıl kişnerse,
yani durgun bir suyun
erguvandan aldığı renkle,
gidip geldim caddelerde.
Fatih nerdeydi, Samatya nerde,
nerden gidilirdi Üsküdar’a,
düşünüp durdum günlerce.

Anlatamam ormanların ettiğini,
nasıl dayandım o mutluluğa,
tükenmez bir ışık olan mutluluğa,
deniz ve ışık olan
karmakarışık bir mutluluğa,
nasıl..

Şimdi bir şarap gibiyim,
coğrafyasız,
eskimeye bırakılmış fıçısında...

Turgut Uyar
Kirik bir saz gibi yikik ötesi binalar.
Köhne şehirler ve köhne sokaklar.
Olu bedenlerini unutmuş canli cenazeler.
Dirilmeden yere düşen isiklar.
Hepsi her yerdeler.
Bir polis copu gibi sert ve uslupsuz olabilir yersiz ölümler.
Uzun minarelerden cig gibi düşebilir ölüler.
Yağmur damlaları sadece dami delebilirler.
Yeni yüzyıl göstergesi gökdelenler,
reklam sancisi üstümde
cigliklar duyulur
göçük altındaki evlerden.
Asik veysel bir türkü tutturur
dayanamaz da yaban ellerden.
Sönen bir umut isigidir yalnizliklardan donen.
Aciyi daha kötüsü fesheder mi?
Nefes almak ölümlerden mesela bize ölümü unutturabilir mi?
Unutturamaz !
ama az buçuk nefes verir belki ölülerden.
(serbest kafiye- modernizmin ölüleri)
böyle zamansız güneşli,
umulmadık mavi günlerde
bir bekleme salonu yalnızlığına
bürünüyorum..
iliklerimdeki yitik aşkı
sarhoş bir unutkanlığa ilikliyorum...

sanki şiirini bilmediğim
bir fransız akşamında
kaldırım taşlarını sayıyorum kalbimin..
içimde ayak izlerin,
aylak bir yaz geçiyor avuçlarımdan...

ve ben ne zaman,
kiminle sevişsem,
hâlâ seni aldatıyorum!


Yılmaz Erdoğan
Şubat 1996
Simdi sen öyle gidersen,

Bu şiir biter..
Yetim kalır her hücreme zimmetlenen kokun..
Bileklerim kesilir ip olur,
ip olur da sarılır boynuma yokluğun..

Şimdi sen öyle gidersen,

intihar olur
Kan olur
Cinayet olur
Söz dinlemez anılar, acı doğurur..
Gidersen
çay koysam bile
el-le-rin-siz inan ki soğur!

Şimdi sen öyle gidersen,

Kimyam bozulur
Mühebbet olur
Ürkek olur yüreğimin çıplaklığı..
Özlemin bir de
acıya bulaşıp sıçrarsa bedenime
güneş değse de gözlerime, karanlık olur..

Şimdi sen öyle gidersen,

Bir çocuk ölür
adını yakıştırdığım..

Nefesinden gayrı
gülüşünden ayrı
Küçük elleriyle
büyük sevdalar yazamaz şiirlere.

Şimdi sen öyle gidersin de,

Köklerime kadar istiflediğim aşk,
ölür..
"adını yakıştırdığım"

Gitme
senden başka adresim yok bu dünyada..
Yaşamak güzel şey doğrusu
Ustelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmussa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
iyi günler bekliyorsan hele
iyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yasamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu
Melih C. Anday
tükenirdi monolog
kaçarken içine düştüğüm kara toplum
big bang sonrası büyük yalnızlık bilinmeyeni
saçlarında titreyen iblisler karartırken güneşi
üstüste gömülürken
saydam yaşamlar
bir yankı duyulurdu hiç'likten
bütün yalnızlıklarınızın ilenci
korusun çoğulluklarınızı
cinnet koyun erdemin adını
maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın
hepiniz mezarısınız kendinizin...
aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.
ülkü tamer
Sen varken kötü diye birşey bilmiyorduk
Mutsuzluklar,bu karalar yaşamda yoktu
Sensiz karanlığın çizgisine koymuşlar umudu
Sensiz esenliğimizin üstünü çizmişler
Nicedir bir pencereden deniz güzel değil
Nicedir ışımayan insanlığımız sensizliğimizden
Sen gel bizi yeni vakitlere çıkar.
(bkz: ilhan berk)
görsel
Bir kadın gitmeyi koymuşsa kafasına, buna engel olamazsın… Sevse de gider… Aklı sende olsa gider, gönlü sende kalsa da gider… Kaybetmek istemediğin bir kadını asla incitme, çünkü bunu telafi edemezsin. Çünkü kadın vazgeçtiği kalbe yabancılaşır. Bir kadın karşısında hiç tanımadığı sıradan bir erkek bile, beyninde bitmiş bir erkekten daha şanslıdır…
http://epigraf.fisek.com.tr/?num=1174
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

Victor Hugo
Açık çay içerdi
Demli olunca bardağın diğer tarafından beni göremezmiş
Öyle derdi hep...

cemal süreya
bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi
bulduğumda anladım. herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
kendi yolumu çizdiğimde anladım..
bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat,
okuyarak,dinleyerek değil.. bildiklerini bana neden anlatmadığını,
anladım..
yüreğinde aşk olmadan geçen hergün kayıpmış,
aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
neden hiç ağlamadığını anladım..
ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha
değerliymiş, gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok
sevdiği acıtabilirmiş,
çok acıttığında anladım..
fakat,hakedermiş sevilen onun için dökülen her damla
gözyaşını, gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terkettiğinde anladım..
yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
yüreğini elime koyduğunda anladım..
''sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
sana ''git'' dediğimde anladım..
biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum''
diyebilmekmiş sevmek, git dediklerinde gittiğimde anladım..
sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl
zırıl ağlayan, büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak
istemekmiş pişman olmak,
gerçekten pişman olduğumda anladım..
ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir
gün affedilmeyi, beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım..
sevgi emekmiş,
emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak
kadar sevmekmiş...

can yücel
(bkz: yıkılma sakın)
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

attila ilhan
Seviyorsun mümkün
aranızda kurşun
yasak bölge var.
sen genç,
sevdan ölünecek kadar güzel
kanunu yapanlar ihtiyar.
Birgun gelirde unuturmus insan
En sevdigi hatıraları bile
Bari sen her gece saat on ikiyi vurdugunda
Beni unutma.
Yaz henüz gelmişti ben ayrıldığımda
Kaç vakit oldu kaç ay kaç asır
Evimden ayrı
A benim ruhumun teri memleketim
Dünyayı verseler değişmem
Çayırdaki bir çiğ tanesine
Meğer gurbet dediğin
Mapuslukmuş güneşli avlularda
Yaşanırmış öylesine
Dönüşümde ne bulurum bilemem
Bildiğim, döneceğim ey verilmiş sözüm
Edilmiş yeminim
Elbet bir gün döneceğim
Yıl kaç olur, hangi mevsim bilemem
Elimde takvim yapraklarından güller
Gözümde bir çocuk
Saçlarımda kar
Bunca acıyı boşa çekmez hiç kimse
Ve bunca ölümden kolay dönülmez
Bu kadar sevmeyince.
Bir koru rüzgarlandı göğüs boşluğumuzda sanki
Uzaklaştı ağaçlar birbirlerinden
Yakınlaştı ağaçlar birbirlerine
Yani her soluk alıp verişimizde bizim
Bir mekik gibi kalbin
Bir mekiği gibi kalbim
işleyip durdu bu yitikliği yeniden.

Ne kaldı
Farkında mısın bilmem
Gündüzler..
Gündüzler biraz azaldı.

Edip Cansever.
elinin arkasında güneş duruyordu.
aylardan kasımdı, üşüyorduk.
ağacın biri bulvarda ölüyordu.
şehrin camları kaygısız gülüyordu.
her köşe başında öpüşüyorduk.

sisler bulvarı'na akşam çökmüştü.
omuzlarımıza çoktan çökmüştü.
kesik birer kol gibi yalnızdık.
dağlarda ateşler yanmıyordu.
deniz fenerleri sönmüştü.
birbirimizin gözlerini arıyorduk.

sisler bulvarı'nda seni kaybettim.
sokak lambaları öksürüyordu.
yukarda bulutlar yürüyordu.
terkedilmiş bir çocuk gibiydim.
dokunsanız ağlayacaktım.
yenikapı'da bir tren vardı.

sisler bulvarı'nda öleceğim.
sol kasığımdan vuracaklar.
bulvar durağında düşeceğim.
gözlüklerim kırılacaklar.
sen rüyasını göreceksin.
çığlık çığlığa uyanacaksın.
sabah kapını çalacaklar.
elinden tutup getirecekler.
beni görünce taş kesileceksin.
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

sisler bulvarı'ndan geçtim sırsıklamdı.
ıslak kaldırımlar parlıyordu.
durup dururken gözlerim dalıyordu.
bir bardak şarabda kayboluyordum.
gece bekçilerine saati soruyordum.
evime gitmekten korkuyordum.
sisler boğazıma sarılmışlardı.

bir gemi beni afrika'ya götürecek.
ismi bilmiyorum ne olacak.
kazablanka'da bir gün kalacağım.
sisler bulvarı'nı hatırlayacağım.
kırmızı melek şarkısından bir satır,
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki,
senin kirpiklerinden bir satır,
simsiyah bir satır hatırlayacağım.
seni hatırlatanın çenesini kıracağım.
limanda vapurlar uğuldayacak.

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı.
ağaçları yatıyordu, yoksuldu.
bütün yaprakları sararmıştı.
bütün bir sonbahar ağlamıştı.
ağlayan sanki istanbul'du.
öl desen belki ölecektim.
içimde biber gibi bir kahır.
bütün şiirlerimi yakacaktım.
yalnızlık bana dokunuyordu.

eğer sisler bulvarıı olmasa,
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa,
sabah ezanında yağmur yağmasa,
şüphesiz bir delilik yapardım.
hiç kimse beni anlayamazdı.
on beş sene hüküm giyerdim.
dördüncü yılında kaçardım.
belki kaçarken vururlardı.

sisler bulvarı'ndan geçmediğim gün.
sisler bulvarı öksüz, ben öksüzüm.
yağmurun altında yalnızım.
ağzım, elim, yüzüm ıslanıyor.
tren düdükleri iç içe giriyorlar.
aklımı fikrimi çeliyorlar.
aksaray'da ışıklar yanıyor.
sisler bulvarı ayaklanıyor.
artık kalbimi susturamıyorum.

attila ilhan
Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukarıdan, üstüme avcı.

Ateşten zehrini tattım bu okun.
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna (yok) un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
işte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye.

Bu nasıl bir dünya hikayesi zor;
Mekanı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kainat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe.
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
selam, selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci kat gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asa kes bana, ihtiyar ağaç!
Uyku, kaatillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.

Lügat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Bela mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir, eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatte,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
içimdeki kadar iniş ve çıkış.

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
içiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.

Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...

necip fazıl kısakürek çile

ezberleniyor korkmayın.
güncel Önemli Başlıklar