bugün

" Ben ağaçların soyundanım
Ve bu "bayat" havayı solumak kederlendiriyor beni,
Ölen bir kuş uçuşu unutmamayı öğütledi bana "

Yaşasaydın keşke demeyeceğim, etrafımızda uçmaya devam et diyebilirim sadece.
''Su gibi kendi çukurunda kuruyabilir insan.'' demiştir, ne güzel ne demiştir.
Ruhumu ruhundan üflemişler kadını.
iranlı bağrı yanık, yazar, oyuncudur. sadece şair diye nitelendirmek yetmez onu. asker bir babanın kızıdır. ölümü tam olarak aydınlatılamamışlardandır o da. şiirleri anlam bolluğu taşır, ağırdır.

“ah…
budur benim payıma düşen
budur benim payıma düşen
benim payıma düşen
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette
benim payıma düşen, anılar bahçesinde hüzünlü gezintidir
ve ‘ellerini seviyorum’ diyen
sesin hüznünde ölmektir”
Ev Karadır adlı filmiyle tanınır. iran devriminden önce çekilen bu film hala etkileyiciliğiyle izleyiciye hitap ediyor. Yaşama Uğraşı adında Türkiye'de faaliyet gösteren bir internet sitesi mevcuuttur. Filmde cüzzam hastalığına yakalanan bireylerle yakından ilgilenilir. Filmin asıl amacı cüzzam evinde kalan hastaları dünyanın görebilmesi. Cüzzam hastalığı tedavi edile bilen bir hastalıktır. Umutsuz olmamak gerektiği filmde çok güzel izleyiciye lanse edilebilmiştir.
"Kuş ölür, sen uçuşu hatırla"diyen güzel kadın.
yaşamak belki
bir kadının her gün filesiyle geçtiği uzun bir caddedir
yaşamak belki
bir adamın kendini astığı bir iptir
yaşamak belki okuldan dönen bir çocuktur
yaşamak belki sevişme arasında yakılan bir sigara
ya da bir yayayın şapkasını kaldırarak
bir başkasına anlamsızca gülümseyip "günaydın" diyen şaşkın bakışıdır
yaşamak belki
senin gözbebeklerinde harap olan bakışımın kapandığı andır
ve benim
onun ay algılayışıyla karanlık kavramını karıştıracağım duygusudur"
benim kederli ruhuma ne lütfun var
soğuk ve azardan gayrı?
"ve bu benim
yalnız bir kadın
soğuk bir mevsimin eşiğinde,
yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın başlangıcında
ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu
ve bu beton ellerin güçsüzlüğü"
Redaksiyon derginin, yeni çıkan kadın dergisi Redsista'da hakkında şöylesi bir yazı yazdığım, ölüm yıldönümünde yazarken duygulandığım şairdir. Benzetildiğimdir. Kendime benzettiğimdir. Keşke yaşasaydı'nın en içtenlerini söylediğimdir.

Hüznün, isyanın ve şiirin kadını: Füruğ Ferruhzad

Füruğ Ferruhzad; şair, yazar, oyuncu, yönetmen, ressam. Her şeyden önemlisi kadınlığı yasaklanmış topraklarda kadın olabilen bir iranlı. (fotoğraf altı özeti)
…1935.Soğuk mevsimin başlangıcına inanılan bir Ocak günü, evdeki militarist düzene inat edercesine meraklı, bakışları saçlarından kara bir kız çocuğu doğdu komşumuz iran’da. ilkokuldan sonra Kız Sanat Okulu’na verilen Füruğ, burada “kız işleri” öğrendi. Dikiş, nakış, örgü... Ama bunun yanı sıra resim dersi de görüyordu ve ataerkinin oldukça hakim olduğu ailesinden, özellikle ordu mensubu babasından gördüğü erkek ayrımından dolayı duyduğu üzüntü ve kızgınlığı resimlerine dökmeyi öğrendi. Füruğ bütün hayatı boyunca bu düzenle mücadele edecekti. Sürekli evden kaçma planları yapıyor, kadınlara yasak olan pencerelerin bir gün kendisine de açılacağını, ‘kendine ait bir oda’sı olacağı günleri düşlüyordu. Şiirlerinde görülen ışık-pencere-perde-kapı imgeleri çocukluğunun soğuk günlerinin birer hatırasıydı onun için.
"evime gelirsen eğer sevgili bana bir ışık getir ve küçücük bir pencere // oradan mutlu sokağın kalabalığını seyredeyim."
16 yaşında geldiğinde, bu sefer evli bir kadın olarak karşımıza çıkacaktı Füruğ. Evlendikten bir yıl sonra oğlu Kamiyar dünyaya geldi. Ama birinin karısı olmak ona yetmeyecekti. O bir ‘kadın’, bir ‘şair’ olarak anılmak, yaşamını böyle devam ettirmek istiyordu. Bir yıl sonra eşinden ayrıldı. Şeriat kurallarına göre, çocuğun velayeti babaya verilirdi. Çocukluğundan bu yana gelen kederine keder eklendi Füruğ’nun, oğlunu bir daha göremeyecekti çünkü. Oğlu için şu satırları yazmıştı bir şiirinde:
”…seni istiyorum ve biliyorum
asla koynuma alamayacağım
sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün,
ben bu kafeste bir tutsağım…”
Hüznünün yazı halini asla terk etmeyecek, Tahran’a dönüp ilk kitabını yayımlayacaktı Füruğ. Onun için hayat her zamankinden çok daha zor olacaktı. Hem ‘günah dolu’ resimler çizen, hem erotik bulunup acımasızca eleştirilen şiirlerin şairi, hem de boşanmış bir kadın olarak, toplumdan tamamen dışlanmış hissediyordu. O sıra “Günah” isimli bir şiir yayınladı.
Günah işledim lezzet dolu bir günah
Alevli yangılı bir kucakta
günah işledim kinci, sıcak
Ve demirsi iki kol ortasında”
Bu şiirde başka başka aşklarından, yaşadığı gizli ilişkiden dem vuruyordu. Şiir tesirini hızlı göstermiş, ailesi dahil herkes tarafından ötekileştirilmiş, “kötü kadın” yaftası yemişti artık Füruğ. Yaşadığı yılların ikinci dünya savaşı zamanlarına denk düştüğünü de düşünürsek hayatı zindan edilmişti, sanatçıların, demokrat düşünlü insanların toplumdan dışlandığı, durmadan gözaltına alındıkları dönemlerdi zaten. Yazar arkadaşı Celal Hoşrovşahi Füruğ’nun Öyküsü adlı kitabında, bir gece telefonun çaldığını, polisin aradığını anlatır. Neden olduğunu sorunca, polis şöyle der ”Bugün bir miting sırasında yakalandı Füruğ hanım. Polise hakaret ve dövme suçundan…” işte bu sınırlara ve duvarlara boyun eğmenin doğaya aykırı olduğunu söyleyen bir kadının hapsedilmesinin öyküsüydü.
1958 yılında aşka ve güneşe ibrahim Gülistan’la tanışarak merhaba diyecekti Füruğ. ibrahim, çevirmenlik ve yönetmenlik yapan aydın bir kişidir. Golestan adlı film şirketinin de sahibidir. Füruğ sinemada oyunculuk, dublaj, kameramanlık gibi birçok iş yapacak, hatta daha sonraları iranlı cüzzam hastalarını ve sorunlarını anlattığı bir kısa film çekecekti. Cüzzamın yüksek derecede bulaşıcı bir hastalık olduğunu bilmesine rağmen, 3 hafta kadar onlarla yaşayacak, yaşamlarına bizzat şahit olacaktı Füruğ. Tebriz Cüzzamlılar Evi’nde geçirdiği bu süre zarfında Hüseyin adlı çocuğun kendi gibi kara ve meraklı bakışlarından etkilenecek, kendi canından sayacak, onu evlatlık edinecekti. 1963’te “Yeniden Doğuş” adlı, şiirinin en olgun eserini yayınlayacaktı. Aynı adlı şiirinde dediği gibi onun payına düşen, anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintiydi. isyanları, aşkları, şiirleriyle varolan bu kadın, stüdyoya yetişmek için arabasıyla hızla giderken, bir okul servisine çarpmamak için direksiyonu kırınca kaza yapıp daha 32 yaşında gözlerini yumacaktı hayata. “inanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına” adlı şiir kitabı sonsuza dek öksüz ve yarım kalacaktı. Ne acıdır ki, hayatını onunla mücadeleye verdiği bu düzen, yakasını öldükten sonra da bırakmayacak, bu günahkar kadının cenaze namazını kıldırmak isteyen hiçbir molla olmadığı için, cenazesi iki gün bekletilip, daha sonra bir yazar tarafından kıldırılacaktır.
20. yüzyılın en önemli kadın şairlerinden olan Füruğ, yaşamıyla, durmaksızın sürdürdüğü başkaldırısı, hüzün yüklü şiirleri, kapkara bakışları, cesur bir kadın oluşuyla sadece iran’ı ve çevresini değil, tüm dünyayı etkileyecektir. Örneğin, Michael Hillman, “Yalnız Kadın” adıyla onun hayatını ve şiirlerini yayınlar. Noir Desir’in dinlemekten bıkmadığımız hüzün ritmli “Le Vent Nous Pontera” şarkısı da, iranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi'nin 1999 yapımı Rüzgar Bizi Sürükleyecek filmi de Füruğ’un şiirinden alır adını. UNESCO, Füruğ’un yaşamından yarım saatlik bir belgesel hazırlar ve aynı yıl Bernardo Bertolucci yaptığı bir televizyon belgeselinde Füruğ’a 15 dakikalık bir yer verir.
“ve ne kadar yılan yuvasına benziyor bu gökyüzü
seni öperken bile
düşlerinde darağacına senin için ipler ören
adamların ayak sesleriyle dolu”
Füruğ Ferruhzad, kadın olmanın yasaklandığı topraklarda, kadın ve şair kalabilmek, önemsenmek için yaşamış, günümüzde bile geçerli olan bu dizeleri o günlerden yazabilmiş ileri görüşlü bir kadındı. Deliler dünyasında bir tek akıllı olmanın acısıyla büyüdü. Şiirleri, resimleri, yaşadığı her saniye erkekler dünyasına bir başkaldırıydı. O şiirin ahlaksız ve kederli kadınıydı. Ölümünün yıldönümünde bu biyografiyi yazarken, bu düzen içinde ölen/yaşarken yavaş yavaş öldürülen tüm kadınların gözlerindeki hüzne, Füruğ’un babasının nezdinde eril sisteme yazdığı şu sözlerle ortak olalım:

“… Benim en büyük derdim sizin beni tanımamış olmanızdır; hiçbir zaman da tanımak istemediniz ve belki de hâlâ siz benim hakkımda düşündüğünüzde, beni uçarı, aşk romanları ve Tahran Müsavvar dergisinin öykülerinden dolayı kafasında aptalca düşünceler oluşan bir kadın olarak biliyorsunuz. Keşke öyle olsaydım ve mutlu olabilseydim. işte o zaman dünya küçücük bir odacık olurdu ve ben, dans partilerine gitmekle, güzel ve şık elbiseler giymekle, komşu kadınlarla çene çalmakla, kaynana ile dalaşmakla ve kısacası pis ve anlamsız binlerce işle yetinirdim ve daha büyük ve daha güzel bir dünyayı tanımazdım; bir ipekböceği gibi kendi kozamın sınırlı ve karanlık dünyasında kıvranarak büyürdüm ve hayatımı sona getirirdim. Fakat ben böyle yaşayamazdım. Ben kendimi bildiğim andan beri, benim başkaldırım ve isyanım bu aptalca görünüş ile başlamıştır. Ben büyük olmak istiyordum ve istiyorum. Ben, bir gün doğup ve bir gün bu dünyadan çekip giden ve arkalarında bu geliş ve gidişlerinden herhangi bir iz bırakmayan yüz binlerce insan gibi yaşayamam...”
Bir kuş öldü, biz uçuşunu hatırlayalım…
şiirleri bir harika olan kadın ve bu şiiri ayrı bir sevilesidir..

Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden gecen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla, Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle, Karanlık tecrübesiyle
Duvarların ötesinden kopardım dallarımla,
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim...
' kuş ölür sen uçuşu hatırla ' diyen güzel kadın.
"Düşler
ne kadar safsalar o
yükseklikten düşüp ölürler"
Okuduğum bölümü bitirip, ingiliz edebiyatı üzerine lisans yapıp, tezimi üzerine yapacağım şair/yazardır. Kendisini geç olsa da tanımış olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Tanıma hikayem de arkadaşlar tarafından aa bak aynı sen denmesinden gelmektedir. Kadın cidden otuzlu yaşlardaki halim gibi. Hem bu sebepten, hem de tabi ki yaptığı edebiyatın kalitesinden, melankolisinin getirdiği bittersweet tattan, siyah beyazlığının nostaljisinden, aşklarından/nefretlerinden.
Henüz kitaplarına hatta ve hatta kendisini tanıyan bir kitapçıya ulaşamasam da, kendisi ile bir ara aşk yaşayan daha sonra arkadaş olarak kaldığı (bkz: celal hosrovşahi)nin Füruğ'nun öyküsü adlı kitabına başlamak üzreyim. Kitabı hemen bitirip aktarımları buradan edit'le bildirmek isterim. Bu kadını tanıyın/ tanıtın. Fars edebiyatının buna ihtiyacı var. Cidden.

Edit: Kitabımı hala bitiremedim. Lakin Aşk Şiirleri kitabını aldım. ve Füruğ'nun yutuba düşen kısa filmini izledim. (evet bu insan hem harika bir şair, hem güzel bir kadın, hem iyi bir oyuncu hem de toplumcu gerçekçi harika bir de yönetmen) Sevgili iranlı şair severler, böyle bir şiir okuma, böyle bir hüzünlü ses, böyle ahenkli bir dil yok mutlaka izlemeniz gerek. Tabi film kasvetin allahı. Bitirdiğinizde muhtemelen öeh niye izledim ki şimdi ayaklarına girebilir, hayatın boşluğuna dair kafanızdan türlü fikirler geçirebilir, aynaya bakıp kendinizi olduğunuzdan daha güzel görebilirsiniz.
Hadi iyisiniz, bugün iyi günümdeyim. Linkini buraya bırakıyorum:
http://www.youtube.com/watch?v=5WL4w5ceO7w
"kuş ölür, sen uçuşu hatırla."
kadın şair.
bunun gibisi enderdir.
iran halısı.

"yeryüzü ayetleri" meşhurdur.
"onlar bir yüreğin tüm saflığını
kendileriyle masallar sarayına götürdüler
ve şimdi artık
nasıl birisi dansa kalkacak
ve çocukluk saçlarını
akan sulara dökecek
ve sonunda koparıp kokladığı elmayı
ayakları altında ezecek?"
“...

ve ne kadar yılan yuvasına benziyor bu gökyüzü
seni öperken bile
düşlerinde darağacına senin için ipler ören
adamların ayak sesleriyle dolu
selam ey masum gece..
”

FURUĞ FERRUHZAD
YENiDEN MERHABA DiYECEĞiM GÜNEŞE

Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden gecen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla: Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle: Karanlık tecrübesiyle
Duvarların ötesinden kopardım dallarımla,
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim.

FÜRUĞ FERRUHZAD
Simsiyah bir işarettir bütün varlığım
Çiçeklenmelerin sabahına ve sonsuzluğun filizlenmelerine götürecek
Seni kendinden tekrar ederek
Seni sayıkladım bu işarette,ah!
Seni bu işarette
Aşıladım ağaca,suya,ateşe

Belki hayat
Bir kadının elinde sepetiyle her gün geçtiği uzun bir cadde

Belki hayat
Bir adamın kendini dala astığı bir ip
Belki hayat
Okuldan eve dönen bir çocuk
Belki hayat
iki sevişme arasındaki rehavette bir sıgara yakmak

Ya da yanından geçen birine,
Şapka çıkarıp manasız bir gülümseyişle "hayırlı sabahlar"derken görmeden bakmak

Belki hayat
Bakışlarımın bakışlarında eridiği o gizli an
Ve bunda
Aynı kavrayışı ve karanlığın sezgisiyle harmanlandığım bir his var

Yalnızlık kadar büyük bir odada
Aşk kadar büyük kalbim
Göz gezdiriyor
Kendi mutluluğunun yalın sebeplerine
Vazodaki güllerin güzelliğinin tükenişine
Bahçemize senin diktiğin fidanlara
Ve bir pencere genişliğinde şakıyan kanaryaların ötüşlerine

Ah!
Bu benim kaderim
Bu benim payım
Kaderim
Bir perdenin asılmasıyla kaybolan gökyüzü
Kaderim
Terk edilmiş bir merdiveni bir basamak daha inmek
Kaderim
Uzak ve çürümekte olan şeylere ulaşmak
Kaderim
Hatıraların bahçesinde hüzünlü gezintiler yapmak
Ve
"Senin ellerine hayranım"diyen acıklı sesi duyduğumda ölmek

Bahçeye ekiyorum ellerimi
Gövereceğim,biliyorum,biliyorum,biliyorum
Ve bırakacak yumurtalarını kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın dibine
Küpe takıyorum kulaklarıma,iki çift kırmızı kirazdan
Parmaklarıma süreceğim yıldız çiçeğinin yapraklarını

Bir sokak var
Bir zamanlar orda delikanlılar
Bana âşıktılar
Hâlâ
Aylak ve karmakarışık saçlarıyla
Zayıf boyunlarıyla
Çöp bacaklarıyla ordalar
Masum gülüşünü düşünüyorlar
Bir gece vakti rüzgârın alıp götürdüğü küçük kızın

Bu sokak çocukluğumun mahallelerinden
Çalındı
Kalbim tarafından
Hacmin serüveni zamanın çizgisince
Ve bu hacim,zamanın kuru çizgisinden gebe kalan
Hacim,aynadaki misafirliğinden dönen görüntünün bilinci

Ve böylece
Biri ölürken
Biri yaşamaya devam eder

inci avlayamayacak
Bir çukura dökülen küçücük derede
Hiçbir avcı

Ben okyanusta yaşayan
Dertli,küçük bir denizkızı tanıyorum
Sihirli bir flüte akıtıyor gönlünü
Yavaş yavaş
Dertli ve küçük denizkızı
Ölüyor gecenin öpücüğüyle
Sabahın öpücüğüyle doğacak yeniden.
şaibeli bir şekilde ölmüş iran'lı kadın şair.
Edebiyat derslerinde bu kadını işlemeyen eğitim sistemini şey yapayım.

iranlı şair, yönetmen.

ah ne denli dingin ve gururla geçiyordu
garip bir su akıntısı gibi
bu terk edilmiş sessiz Cumalarda
bu sıkıntılı evlerde
benim yaşamım
aaah ne denli dingin ve gururla geçiyordu...
ev karadır filminde cüzzamlıları anlatan şair.

"Sana cehennemde şükreden kim yüce Allah'ım ? Bu cehennemdeki kim ?"
1935 doğumlu efsanevi fransız sol bek.
“Hangi yaşta ölürsek ölelim, tamamlanmamış cümlelerimiz olacak.”
— Furuğ Ferruhzad