bugün

dosttur, candır. çok dinler az konuşur varsa söyleyecek sözü söylemekten çekinmez sabahları huysuzdur. karnı acıktı mı da huysuzdur. keyfi yerindeyken muhabbeti çok iyidir ilk içkilerimizi beraber içtik inşallah sonuncusunu da beraber içeceğiz dediğimdir. sözlükte daha çok yazması dileği ile...
cemil meriç 'in mağaradakiler kitabının kapanış bölümünün adı.

--spoiler--

"her aydınlığı yangın sanıp söndürmeğe koşan zavallı insanlarım: karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?"

--spoiler--
isa peygamberi başında dikenli bir taçla gösteren tablolara verilen isim.
3. tekrara başlayacağım yarından itibaren,

piştikçe değişik anlamlar çıkartıyor insan okuduklarından.
Nietzsche’nin incecik eseri. Birkaç saatte bitirirsiniz. Yamulmuyorsam bu onun en son eserlerinden biri, dolayısıyla kitap daha çok bir geçmişe bakış gibi, konuyu iyi kötü bilenler için bir özet gibi olmuş, Nietzsche bütün eserlerini gözden geçirmiş, yorumlamış.

Ayrıca bu kitap sayesinde Nietzsche’nin Almanlardan ve Almanlıktan ne kadar tiksindiğini öğrenebilirsiniz, zira bıyık reis kitap boyu sık sık “Almanya nereye girse, ekini berbat eder.” Demektedir, adeta kitapta Almanların bir anasına sövmediği kalmıştır. Bunun dışında hoşuna gitmeyen kimselere karşı da oldukça ağzı bozuktur Nietzsche bu kitapta: “uslanmaz kuş beyinliler, soytarılar” gibi hakaretler gırla kitap boyu. Reis resmen mardinli serseri gibi diss atmış.

Almanlara olduğu gibi, feministlere de düşmandır: “"Kadının özgürleşmesi", özürlü, doğuramaz kadınların gerçek kadına karşı içgüdüsel kinidir bu. "erkek"le kavgaya gelince, bu bir yoldur, bir sözde nedendir, bir taktiktir yalnızca. Kendilerini "gerçek kadın", "yüksek kadın", "ülkücü kadın", "ülkücü kadın" diye yükseltmekte, aşama sırasında kadının yerini alçaltmaya çalışırlar; bunun için de en şaşmaz yol, lise öğrenimi yapmak, pantolon giymek ve sürü olarak oy verebilmektir. Aslına bakılırsa, özgürleşen kadınlar "bengi dişilik" ülkesinin anarşistleridir; kuyruk acısı vardır onlarda, öç isteği vardır derinlerinde yatan... En kötüsünden bir tür "ülkücülük" vardır ki erkeklerde de rastlanır ayrıca, o evde kalmış kız örneğinde…”

Bir de kitap boyu kendini övüyor, yok şöyle iyiyim böyle iyiyim. Bıraksaydın da ona biz karar verseydik. Sürekli övmüş kendini. Öyle bir övmüş ki, hani MFÖ “peki peki anladık” isimli şarkısını ayhan Sicimoğlu yerine Nietzsche’ye yazsa da olurmuş.

Kitapta hoşuma giden yerlerden bazıları aşağıdaki gibidir:

Yetkin insan duyularımıza hoş gelir; hem sert, hem körpe, hem de güzel kokulu bir odundan yontulmuştur. Kendine yarayan şeyden tat alır yalnız; yarama sınırı aşıldığı an tat alması da, hoşlanması da biter. Zararlı bir şeyin ilacı nedir kestirir; kötü rastlantıları kendi çıkarına kullanmasını bilir; onu öldürmeyen şey daha da güçlü kılar. Gördüğü, işittiği, yaşadığı her şeyden kendi payını çıkarır içgüdüsüyle: Ayıklayıcı bir ilkedir, pek çok şeyi geri çevirir.

“insan” denen çalgı nasıl bir çalgı olursa olsun, nasıl uyumlanırsa uyumlansın, ondan dinlenebilir bir şeyler çıkaramazsam, hastayım demektir.

yalnız décadent’lar (yozlaşmışlar) için bir erdemdir acıma. Acıyanları kınamıyorum, çünkü utanmayı, saygıyı, insanları ayıran aralıkları sezme duygusunu kolayca yitirirler; çünkü acıma bir anda o ayak takımı kokusunu belli eder, görgüsüz davranışlara öyle benzer ki ayırt edilemez, –çünkü acıyan eller kimi zaman neredeyse yok edercesine bir büyük alın yazısının, yaralarla dolu bir yalnızlığın, bir ağır suç işleme ayrıcalığının içine karışabilirler. Acımanın aşılmasını soylu erdemlerden sayıyorum.

Kendimizi korumayı, bedenin, yani yaşamın gücünü arttırmayı önemsemekten bizi alıkoyuyorlarsa, kansızlığı bir ülkü, bedeni küçümsemeyi "ruhun kurtuluşu" sayıyorlarsa, bunlar décadence'a götüren yol değil de nedir?

Hiçbir şey de insanı hınç duyguları gibi çabucak eritip bitirmez. Kızgınlık, hastalıklı alınganlık, öç almaya güçsüzlük, öç isteği, susuzluğu, her türlü ağu karma, –bunlar bitkin insan için şüphesiz en zararlı tepki çeşitleridir: Sinir gücünün çabucak tükenişi, zararlı salgıların, örneğin midede safranın, hastalıklı bir artışıdır bunların sonucu.

saldırmak benim için iyilikseverliğimin, bazen de minnetimin kanıtıdır. Adımı bir şeye, bir kişiye bağlamakla onu saydığımı, seçip üstün tuttuğumu göstermiş olurum

açık havada, yürürken doğmayan, kasların da birlikte şenlik yapmadığı hiçbir düşünceye güvenmemeli.

Her türlü okuma benim için dinlenmeden sayılır; dolayısıyla beni kendimden çekip alan, başka bilimlerde, başka ruhlarda gezmeye çıkaran, artık önemsemediğim şeylerden sayılır. Önemsediğim şeylerin yorgunluğunu alır zaten okumak. Sıkı çalışma dönemlerinde tek kitap göremezsiniz çevremde.

Büyük ozan, yalnız öz gerçeğinden beslenir, öyle ki sonunda yapıtına dayanamaz olur üstelik... Zerdüşt’üme şöyle bir göz atayım yeter, dayanılmaz bir hıçkırık nöbeti içinde kendimi tutmaksızın, odamda yarım saat bir aşağı bir yukarı gezinirim.

“Tanrı”, “ruhun ölmezliği”, “kurtuluş”, “öte dünya”, daha çocukken bile ne dikkatimi, ne de vaktimi verdiğim kavramlar hepsi, –belki de bunlar için yeterince çocuksu olmadım hiç? Benim için bir sonuç değildir tanrısızlık, hele olay hiç değildir; içgüdümden gelir düpedüz.

insanlığın bugüne dek önemle düşünüp durduğu şeyler gerçek bile değildir, kuruntudur yalnızca; daha sert deyimiyle, o sapına dek zararlı, hasta yaratıkların bozulmuş içgüdülerinden doğan yalanlardır; –o kavramların topu, “tanrı”, “ruh”, “erdem”, “günah”, “öte dünya”, “doğru”, “bengi yaşam”... Ama insanoğlunun büyüklüğünü, “tanrısallığını” hep bunlarda aradılar... “Küçük şeyleri”, yani yaşamın temel konularını küçümsemeyi öğretmekle, en zararlı insanları büyük inan saymakla yurt yönetiminin, toplum düzeninin, eğitiminin tüm sorunlarını ta köklerine dek bozdular...

hiç kimse bir şeyden –kitaplar da giriyor bunun içine– zaten bildiğinden çoğunu çıkarıp alamaz. Bir şey bize yaşantı yoluyla açık değilse onu duyacak kulak da yoktur bizde.

insan kendi kendine sağlam bir dayanak olmalı, iki ayağı üstünde korkmadan durabilmeli; başka türlü sevemez yoksa. Kadınlar da pek iyi bilirler bunu: O çıkar gözetmeyen, o nesnel erkekler vız gelir onlara...

Nasıl olursa olsun, cinsel yaşamı küçümseme, onu ayıp kavramıyla lekeleme, yaşamın kendine karşı işlenmiş bir suçtur, –yaşamın Kutsal Tinine karşı günahın ta kendisidir.

Gördüğünüz gibi, yer yer güzel olmakla birlikte, pek bir şey katan bir eser değil. Nietzsche’yi seviyorsanız okuyun, onun dışında bence pek bir şey kaçırmazsınız. 6/10.
Burada Stendhal'den bahsedilen bir alıntı için (bkz: #42791609)
friedrich nietzsche'nin kitabı.

-bir şey “istemek”, bir şeye “göz dikip uğraşmak”, bir “amacın”, bir “dileğin” ardından koşmak –başımdan geçmiş şeyler değil hiçbiri. şu anda bile geleceğime –engin bir gelecek– dalgasız bir denize bakar gibi bakıyorum: bir tek istek kışkırtmıyor onu. bir şeyin olduğundan başka türlü... ama hep böyle yaşadım ben. bir tek şey dilemedim.
insan ırkı kadar kendini bir bok sanan ırk yok alt tarafı biraz kafası çalışan hayvanlarız işte. güçlü olanın hayatta kaldığı zayıf olanın yok olduğu, kadınların da zayıf olduğunu bildiği için güçlü erkeklere meylettiği bir ırk.