bugün

"kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum."
görsel

hiç farkına varamadığım sevgililerim olurdu arada,
Ama gece olunca kalan olmazdı.
çocuğu veya annesi vardır diye kalamazlar, bu yüzden genelde kavga çıkardı.

hafta sonunu iple çekerdim kavuşmak için, bir problem çıkar gelemez, hafta sonu zehir gibi olurdu.

görünürde bir sevgilim olsa da ,
odalarda dolaşan biri yoktu.

balkonda çay içelim mi canım,
gelsene güzel bir korku filmi başladı diyen bir ses çıkmazdı.

yatakta sağa sola dönüp uyumaya çalışan bedenim isyan eder,
balkona çıkıp serinleten bir türk kahvesinin aromasında, sarılamadığı
sevgilisinin teninin titreşimlerini arardı.

bu yalnızlık değil,
çaresizliğin tanımıydı aslında..

"Ruhumuzdaki altyazılar"

(Fotoğraf şirince ayasosti kilisesi)
görsel

beni tarif etmişsin bu sabaha,
altta ocak değil bedenim yanarken, karanlık düşmemişti daha çaydanlığa.

belki biraz çocuksuyum,

erik ağacından sandalımda,

karıncalardan tayfalarim,

eski aşk sarhoşluklarima gaz lambası tutup ,

kerpiç beyazı duvarda seyrederken ,

çiğdem sesleri gülüşmeler arasında kaybolurdu,

bakakalirdim,

giden kadınlarıma..

"Şiiren"
"evet, elimde bavulumla oturuyorum. sürekli açılan sonra yeniden toplanan bir bavul. ama insan yalnızca giysilerini koymuyor onun içine bir yerden ayrılırken...bütün zamanın içinde birikmiş duyguları, hüzünleri, mutlulukları, acıları, yıpranmışlığı, anıları ve her seferinde kendi kendine sorduğu ama cevabını pek bulamadığı bir sürü soruyu da doldurup gidiyor"
bence sen onu da sevmedin. en çok kendini sevdin ve narsist kalbinde senden başkasına hiç yer olmadı. sen yalnızca onu kıskandırmak ve kendi egonu tatmin etmek istedin. bak o "beni ne kadar çok seviyo" demek, senin en büyük zevkin değil mi?

karakterin otururken sandalyeni mi çektiler? neden böylesin?
ben hayatımda bu kadar bencil bir insan görmedim biliyor musun?

nasıl bu kadar saçma bir hikayenin parçası oldum anlamıyorum. 3 ay birbirimizi hiç görmedik, ama ben kendimi sana o kadar yakın hissettim ki. çok başka bir insan gösterdin bana, ilgili, sevimli, önemseyen.. sonra bir anda başladı her şey. hani o kelebekler var ya 3 gün hissettim belki onları. sonrası? sonrası hep sinir harbi. kafanda benle ilgili 'hayal kırıklıkları' yarattın bir an ben bile inanacaktım onlara. sonra bir durdum, dedim kendimi tanımıyor muyum ben? bu kadar anlayışsız ve bencil olmak zor değil mi ya? nasıl becerebiliyorsun hayatına böyle devam etmeyi?

bugün itibari ile ben de pes ettim. belki de sonu bile olmayan bir hikaye olacak bu. ama ben bugün pes ettim.
ben sensiz yaşayamam diyenlerden değilim. sensiz de yaşarım ama seninle bir başka yaşarım.

(bkz: nazım hikmet)
Üstünü ört, üşüme.
(bkz: o kim amk)
görsel
bana öylece arkanı dönme, ben uçurumdan düşüyorum zaten.
şu an balkonda oturmuş, gökyüzünü izlerken, şu tam karşımda duran jüpiter öyle sanıyorum ki diye düşünüyorum, belki de satürn, bilemedim... parlak olan hangisiydi ki? unuttum. hatta şu an halkalı olan hangisi onu da hatırlamıyorum. yok yok, halkalı olan satürn, o kadar da değil! ve az parlayan aynı zamanda... o zaman doğru, jüpiter bu karşımda duran. tüm bu kesik cümleler kafamın içinde dolanıyorken, keşke sen yıldızları anlattığında daha dikkatli dinleseydim, şu an belki diğerlerini de görebilirdim diye düşündüm diğer bir yandan da... evet yaa!! sen geliverdin birden aklıma... gerçi artık telefon uygulaması var, gezegenin üzerine getirince hepsinin adını söylüyor. ama senin gibi hepsinin özelliklerini uzun uzun anlattığını hiç sanmam. tabi ya, büyük bir istek ve azimle anlatırken sen, ben her defasında tavayı göremeyince pes ederdim hatırladım. aslında mudanya tam ''göğe bakma durağı'' idi. yıldızlar en güzel oradan izlenirdi. hem çoğu da kayardı, bir sürü dilek tutabilir insan. yok belli, boşuna çabalamamalıyım, bu akşam aklımdan çıkmayacaksın, anladım.

aslında artık eskisi kadar aklıma gelmiyorsun, yıldızlara bakmadığım veya zamanı düşünmediğim vakitler haricinde, hemen hiç diyebilirim. bugün aklıma getiren de jüpiter'den çok önce ''zaman'' aslını soracak olursan. zamansızlık sözcüğü daha doğru olur belki de. şimdi burada olsan zamanı da ne güzel anlatırdın kim bilir?

bugün enteresan bir şey oldu. günlerden ne? hangi tarih? bilmediğimi fark ettim. tüm gün evden hiç çıkmadım, film, müzik ve kitap dışında hemen hiçbir şeyle meşgul de olmadım. sonra bu bilinçsizlik durumunu akşama doğru fark ettiğimde, utandım haliyle anneme sormaya... dalga geçer hatta hafiften azarlardı belki. telefonu elime aldım bakmak üzere, tam bakacakken, gördüğüm bir şeye canım sıkıldı, sonra yine unuttum bakmayı. derken kafamın içinden bir ses birden; ''öğrenme ne olacak, bir gün de böyle bitsin, bugün de böyle ömründen, bilmeden, sessizce geçip gitsin'' dedi. ''hem yarın sabah uyandığın vakit yine bilmeyeceksin, aman ne güzel!!'' gibi tuhaf bir düşünce geçti. aslında düşünsem bulurum ama sanırım gerçekten bilmeyi istemedim o an da şimdi olduğu gibi. ''pazardan sonra kaç gün geçti?, sinemaya hangi gün gittim? iki gün kız kardeşime yardım ettim ee sonra... boş versene... koyver gitsin...dedim. evet şu an saat gece yarısını geçti, yani bu demek oluyor ki, üzerinden koca bir gün geçti ve ben hangi günün bittiğini öğrenemedim. bak şimdi proust geldi aklıma, proust'un ''yitik zaman''ı gibi bir zaman parçası, bir kesit, öyle sessizce yitip, gitti işte... ömrümden yitip gitmesini istediğim bir gün, bir zaman...öyle ya hafızamız değil mi ki zaman dediğimiz şey? o koca gayya kuyusu hafızamız...geçmiş ben hatırladığım için geçmiş değil mi? ben hatırlamazsam zaman da olmaz belki dedim.

buna benzer bir şey en son ne zaman yaşadım acaba diye düşünüyorum şu an. yani bu kadar ne zaman koptum zamandan diye...çocukken olurdu benzer bir şey sanırım, hatırladım. çocuklukta zaman mekan kavramı bu denli gelişmemiş olduğundan mıdır bilmem; bazen sabah çok derin bir uykudan uyandığımda kendi kendime; neredeyim? kimim? diye sorardım. bu soruların cevabını düşündüğüm o bir kaç saniye içerisinde şaşkınlık ve korkudan dehşete kapılırdım. bir kaç saniye sonra ise ''ben fikrimin ince gülü, burası evim, yalnız değilim, içeride annem babam var ve karşımda uyuyan kardeşim.'' bilgisinin gelmesiyle adeta sonsuz bir huzura kavuşurdum. gerçi bu durum biraz farklı elbette. hem zamansızlık, hem mekansızlık gibi daha çok.

benimki, bilinen bir geçmişin şimdi ile olan ilişkisini koparmak istemek gibi daha çok. bugün zamanın dışında kalmak, istedim belki. bilmezsem içinde olmazmışım, içinde olmazsam, hiç bitmezmiş gibi hissetmek istedim sanırım. tıpkı o gün sen yıldızları anlatmayı bırakıp, birden ellerimi tutarak beni sevdiğini söylediğinde o hiç bitmesini istemediğim, dışına taşmak istediğim zaman gibi olsun istedim kim bilir? ya da tıpkı şu an olduğu gibi, denizden yüzünü, saçlarını okşadıktan sonra burnuma gelen iyot kokusunu nasılda burnumun içine hapsetmek istediğim o an gibi...işte tüm bunları düşünürken bilmek istemedim ben zamanı sanırım.

aslında sen bunları gerçekten okuyacak olsan belki çok daha güzel yazardım. hem iyi bir edebiyatçıdan sözcüklerin birbiri ardına daha uyumlu nasıl dizilip, okunduğunda kulağa nasıl daha hoş gelebileceğine dair ses uyumlarıyla ilgili süper püf noktaları da öğrendim. ama bir özür en güzel nasıl dilenir onu bilmiyorum ki...bunun için ses uyumlarından daha fazlası gerekli sanırım. o sözcükleri bulabilseydim belki o zaman af ederdin beni.

biri var senin gibi hep yıldızlardan bahseden... o da hep geziyor bazen gittiği yerlerden küçük sürpriz hediyeler getiriyor. güzel şarkı söylüyor mu bilmiyorum. ama o da blues ve rock seviyor senin gibi... yok aslında sana pek benzemiyor. üzüldüğünde belki...hem sen sürpriz sevmezsin zaten. ama biliyor musun? ben onu da incitmekten çok korkuyorum. bu sebepten midir bilmem; ne kadar çok özür diliyormuşum öyle söylüyor. ben tüm o özürleri senden diliyorum aslında, ama o bilmiyor elbette. bir de; ''aşka dair tüm sözcüklerin hep seninle ilgili bir anlamı olması ve senin tüm bunların hiçbirini göremiyor olman, işte bu yanlış yıldıza bakmaktır.'' diyor.

işte ben bugün, zamanın büsbütün dışına çıktığım bugün, senden sonsuz kez özür diliyorum, beni affet lütfen!

ve son olarak, gittiğin yerde çok mutlu olman için bir dilek tuttum. hem bugün ne oldu biliyor musun? belki bir yıldız kaymadı ama, dileğim de, özrüm de sonsuzluğa karıştı bu yitik günde.

https://youtu.be/UBAdjVorIKM
görsel
O okumasa bile ben okuyorum yazın siz.

Boşuna yazıyoruz hissine kapılmayın.

Bazen gözlerim doluyor bazen tebessüm ediyorum.

Son olarak Sizi üzenler üzülsün.
"giden kendi boşluğunu doldurur" derler ya; ben buna inanmıyorum.

bazen yeni birine yer açmak için boşluk gerekir.