bugün

her şeyin bir kokusu var şu hayatta. denizin, tuzun, balığın ve yoksulluğun. ve yaşamın ve de en çok ölümün kokusu. işte o kokuyu burnunun direğini sızlatacak şekilde hisseden birinin herhangi bir gece içindeki söylemidir.

bu gece, ölümü kokluyorum ben. yaşama inat. inadına yaşamak derdi şimdi o olsa. ben ise ona inat ölümü kokluyorum. ölümün kanlı, barutsu kokusu burnumun direğini sızlatmakta.

bu gece, nereye kaçarsam kaçayım, tüm yollar ona çıkmakta. zaten kaçacak başka bir deliğim yok şu hayatta. tüm var oluş zırvalarını, zırvalarını var oluşun, kaldırıyorum rafa. bugün, yok oluşun o müthiş kokusunu özgür bırakıyorum.
bu gece ölümü kokluyorum.
tüylerim diken diken.
çığlıklar geliyor kulağıma. acı çığlıklar.

ölünce insan çığlık atar mı diyorum kendi kendime.
bilmiyorum. bağırıyorum. kimse duymuyor.
nefes aldığımı hissediyorum. evet, kalbim atıyor.
fakat neden beni kimse duymuyor?

yağmur sonrası toprak kokusunu hep sevmişimdir.
huzur verirdi bana. keşke o kokuyu hapsedebilseydik bir kavanoza, bir parfüm şişesine.
fakat o kokuyu güzel yapan doğallığı. yapay olarak elde etsek ne manası kalırdı değil mi?

bu gece topğrağın kokusu daha çok duyuyorum.

bedenim yaşıyor. lakin ruhum yaşamadıkça, ne önemi var bunun?

bu gece toprağın, ölümün kokusunu alıyorum.

ilk defa yürümeye başlayan bir çocuğun sendelemesi gibi kayıp düşüyorum yere.
oysa sarhoş değilim. aklım hiç olmadığı kadar başımda.
o an, ruhumun ölmüş olduğunu farkediyorum. ayağımın o yüzden kaydığını hayal meyal hatırlıyorum.

bu gece ölümü kokluyorum.
karanlıklar arasında bir mum ışığı.
cılız fakat umut verici.
birileri gelir de üfler diye korkuyorum.
o ışık "ben"im.
o ışık benim umutlarım.

bu gece ölümü kokluyorum.
beynimin yarattığı katiller öldürdü ruhumu.
öldürdüler.
öldürdüm.
Bu gece öleceğim.
Cesedim kokana kadar nerede olduğumu bilmeyecek kimse..