bugün

http://www.youtube.com/watch?v=idfSR2IeOyk&feature=youtube_gdata_player
dinleyin dinletin. iyi gider bu vakıtlerde.
ben sana sevgilimi bana yine asik et, ne istersen yaparim diyorum..

sen unut diyorsan, olmaz diyorsun, imkansiz diyorsun, o is bitmis diyorsun...

ben buna icmeyip ne yapayim ?
saçma bir muhabbet içinde olduğumuzun farkındayım ama bazen saçmalamakda güzeldir.
ben de bu yazıyı öylesine yazdım gülücük.
ne zamandır ağlamıyordum, 8 10 gün ne zaman derken. her şeye çözüm sağlayan ben kendime çözüm sağlayamıyorum, kendimi çok seviyorum ama bazı yanlışlarım var kendime kimseye değil. bu yanlışlar sadece ölmemle telafi olur, olacak.
şu an çok pis depresyona bağladım. evde tekim 2 gündür. annem babam ve abim nişanlısının yanına gittiler. ve ben gitmedim. çünkü lys var. çalışmam gerekiyormuş. annem öyle söyledi. ama nerdee. ne hayallerim vardı geçen sene. gen mühendisi olacaktım. ygs girdim 210 aldım. lys ye çok çalışacam dedim malak gibi yattım ve hala yatıyorum. derdimi anlatmam lazımdı. rahatladım mi yok.
nefes alıp vermek çok zor olabiliyor puding ile supangle arasındaki betimsel farkları analiz ederken, sonra pencere açılıyor rüzgar sayesinde. iyi ki varsın diyorum klavye. tek eşi görünen çorabımın diğer eşi nerede acaba. mavi çantanın altında olmalı. ya yoksa? öleceğini bile bile niçin şarkı yazar insanlar. evdeki koltukların yerini değiştiren insanlar, mantıklı olduğunu düşündüğünü ikinci ev planını neden ilkinde yapmamış olurlar diye bir soru sormuştum zamanında. hiç kimse neden cevap vermedi. neden? buna da mı cevap vermeyeceksin. öyle olsun. tek nefeste yazıyorum bunları. entry'yi ekle dedikten sonra büyük bir nefes alacağım. dayanamicam! dur son iki saniye daha.
Yazmayım diyorum, susayım diyorum ama kendime yediremiyor Mürekkeplerim bitene kadar yazmaya başlıyorum her seferinde. Ulan siz Aşk'ı ne zannediyorsunuz? Yatak mı? Öpüşmek mi? Söylesene lan, sevdiğin kızı yatağa atmak için aklından geçirdiğin o sinsi planları açık açık adam gibi söylesene. Pardon adam dedim, kusura bakma herkesi kendimiz gibi biliyoruz o yüzden. Peki ya sen lan, dakikalarca öpüşüp zevke gelen ibne, sen mi seviyorsun? Peki ya sen yanında mini etekli hatunu gezdiren yavşak? Bu mudur lan delikanlılık? Hadi sen konuş şimdi seni deliler gibi seven kızı aldatan kanı bozuk yavşak, sen mi seviyorsun? Pardon hanginiz seviyorsunuz? Ya da hanginiz adam? Ulan bir kızın namusu, duyguları ile oynamak bu kadar mı kolay? Bir insanın hayallerini yıkmak, acı çektirmek bu kadar mı zevk veriyor sizlere? Bir insanı kandırmak kolay evet duygularına hiç bir insan hakim olamaz. iki kelimeniz o an mutlu eder insanı ve size aşık eder. Siz ne yapıyorsunuz sevmek yerine orospu düşüncelere giriyorsunuz. Erkeğin orospusu böyle olur dedirttiriyorsu­nuz. Ananızı bacınızı düşünmeden yoldan geçen kızlara laf atıyorsunuz. Ama iş asıp kesmeye adamlık dersi vermeye gelince Facebook'u yıkarcasına durum paylaşıyorsunuz­. Yazık. Erkek olduğumdan utanıyorum bazen. Neyse uzun lafın kısası biz sizin gibi dudaklarda değil sevdiğimizin alnına kondurduğumuz öpücük sırasında helalim derken yaşıyoruz aşkı. Biz yatakta terlerken değil sevdiğimizin gözlerine buz gibi havada nefessiz bakarken yaşıyoruz Aşk'ı.

Siz kandırdığınız kızların elbisesini çıkarırken biz buz kesen havaya aldırmadan üstümüzdeki montu veriyoruz sevdiğimiz kıza...
evet olmaya gerek yoktur doğru sevgiliden öte bir şey de olabilirsin onunla, sevgilinle olmadığını da olursun. o değilde uykumu bulana veya getirene değilde, her an uykuya dalabi.
veda hiç sevmediğim kelimedir. hiç sevmem vedaları, o gözlerden çıkmasını istemidiğin halde zoraki akan yaşlar, ayrılacağın insanın gözlerine bakamamak, sarılmamak için kaçmak...

bu gün öğrencilerimden ayrılırken aslında her şey çok yolundaydı. ama bir anda bu veda kelimesinin içi, acı bir şekilde doldu.
hiç bir öğretmen bana tüm öğrencilerini eşit oranda sevdiğini söylemesin, çünkü yok öyle bir şey. bazı öğrenciler farklı seviliyor. böyle evlat gibi. cidden sarıldığında öyle güzel bir koku geliyor ki onlardan, çok farklı bir şey bu. ama hepsinden gelmiyor aynı koku, o koku başka bir şey. koku hassasiyetim çok fazladır zaten.
karne alınıyor ve benim bir haftadır ağlayan 5. sınıflardaki kızlarım koşarak yanıma geliyor. yine gözler ıslak ıslak. nasıl bir sevgi ki bu, bu derece ağlıyorlar? sanırım çocukluğun verdiği saf sevgi bu. seneye başka bir öğretmenleri gelecek ve onu da çok sevecekler. bana yazdıkları tüm mektuplarının aynısını ona da yazacaklar. elbet ufak tefek farklılıklar olacak. çünkü paylaşımlar farklı. böyle düşünerek onlara sarılırken ve kokularını içime çekerken, gözlerim çok hafif doluyor sadece. aksini düşünsem zaten, kesinlikle ağlamalarına dayanamam.
cafer geliyor, yeşil gözlü yakışıklı oğlum. "öğretmenim, keşke hiç ayrılmasak" diyor bana. hayatın kanunu bu cafer, ben gitmesem bir gün bu okuldan sen gideceksin, diyorum. sıkı sıkı sarılıyor bana, cafer'den de çok güzel bir koku geliyor burnuma. zaten ilk efa cafer'e bakarak erkek evlat sahibi olmak istemiştim. "çok yakışıklı olacak benim oğlum büyüyünce" diyordur eminim annesi. hele onun uyumasını seyretmek ne güzeldir. kıvrımlı kıvrımlı kirpiklerinin arasından parıl parıl parlayan yeşil gözleri, dağınık saçları. içimden çok saygılı ve akıllı olacak benim oğlum, diyorum. aslında bu bir dilek, çünkü henüz on bir yaşında bir öğrenciden gördüğüm sonsuz saygının tarifi yok. canım cafer'im, hep böyle ol.
ondan sonra kaç kişiye daha sarıldım bilmiyorum ama bir anda aradan biri görünüyor.
caner... işte benim oğlum. zaten bana sarılmaya çalışan öğrencilere, o anda bir dakika benim oğlum gelmiş, dediğimi hatırlıyorum.
çünkü başta da dediğim gibi herkes bir yana, caner bir yana. bana "çok güzel kokuyorsunuz" diyen, saçlarımın arasına getirdiği gülü iliştiren, ufacık bir moral bozukluğumu fark eden, derslerde bana göz kırpan, teneffüslerde yanımdan geçerken öpücük atan, sarılan, öpen caner'im; oğlum.
cafer erkek evlat sahibi olma isteğimi ortaya çıkarmıştır evet ama caner o isteği fena halde körüklemiştir. bazen çok yakın arkadaşım gibi hissediyorum onu, bazen evladım gibi. asla beni kırmayan, benim için tüm sınıfı yöneten ve gözümdeki değerini çok iyi bilen ve bunu çok akıllıca kullanan caner'im.
"size veda etmeden gidemem" dedi, usulca. sonra başını göğsüme koydu ve sıkıca sarıldı. ne kadar da güzel kokuyorsun caner. kafasını göğsümden ayırdığında kıpkırmızı olmuş yüzünü, ıslak gözlerini ve hıçkırıklara boğuluşunu görmek veda kelimesinin acı bir yanıydı. o ana kadar ağlayan tüm öğrenciler için düşündüğüm avunma cümleleri her şey boşaymış. caner'de böyle bir şey yapamıyorum. tekrar sarıldım gözyaşlarımı gizleyerek. herkes ağlayabilir ama sen ağlayamazsın caner'im, dedim. hem biz görüşeceğiz. oğlumla tabi ki görüşeceğiz, o benim sağ kolum. sağ kolum olmayı da o teklif etmişti. "ne isterseniz yaparım" demişti. canım oğlum; bir gün de elimde kupam çayımı yudumlarken, "öğretmenim bu kupa benim olsun, ben de size benim kupamı getireyim, birbirimize hatıramız olsun" demişti. bunu düşünmesi bile ne kadar büyük bir şeydi benim için. arkasından el sallarken, ömrü boyunca iyi yerlerde olması için dualar ettim içimden. hep dualar edeceğim senin için.
sanırım uzun bir süre, gözümün önünden o ağlaması gitmeyecek.
vedalar kötü arkadaş. gönül istiyor ki hep bir arada olalım, hiç ayrılmayalım. ama ne mümkün.
behzat ç nasıl bitti ne şekilde bitti hiç haberim yok. merak da etmiyorum, bi gün izleyeceğim son 5 bölümü ama ne zaman. leyla ile mecnun un son 10 bölümü geçti galiba izlemedim, acaba izlesem ya, yok arkadaş dizi izleme modunu da kaybettim diğer kaybettiklerim gibi. the walking dead den da bi haberim, acaba yeni bölümler çekildi mi hiç haberim yok bakma merakım yok kalmadı diğer kalmayan şeyler gibi.
her şeyi söyledin yaşın kaç onu da söyle tam olsun bence. oha ben de çok hızlıyım direk sordum. *
2 haftadır finallerin sonuçlarını bekliyordum heyecanlıydım, mezun olacaktım. dün açıklandı sonuçlar bütün derslerden geçtim, mezun oldum. ama sevinemiyorum. nedenini tam kestiremiyorum sanırım bu sevincimi paylaşacak bir ailemin olmaması. ne boktan bi duyguymuş. nese sen msglsn glba .s.s
uykum var çiçek desenli yastığım kaybolmuş. kim aldı lan yastığımı.
kalbime öküz oturmuş gibi; bir ağırlık bi ağırlık.
kıskanıyorum.
spiralsiz defterlerimin yazı yazılması zor olan kuytu kıvrımları israfil sur'a üflediğinde açılacak sanki ve oralara yazılması en zor kelimeleri sıralayacağım denize attığım yassı taşlar gibi ve ardından kelebekler buluşacaklar terlikleri papuçları bizzat anneleri tarafından kredi kartı ile satın alınmış uğur böcekleriyle ve yine o gün saat 23:12'de yıldızlar son kez parlayacak oligosen'den beri parıldamamış olsalar dahi. kitaplıkları şarap dolu olan bir adamın hayat felsefesi ne olabilir monsenyör? hiç mi puding yemedi bu adam. babamın cebindeki 50 kuruşu fark ettirmeden alsam, meksika'da bir ormanın yanmasına sebep olur muyum? iki ağaç yan yana geldiğinde orman olmuyorsa, ormanları yaktığımızda kaybolanlar da orman değildir muhakkak. fransızlara gelince, onlara başka nedenlerle sırt çevirdim. tyne nehri üzerindeki newcastle kasabasının geleneklerinden bahsediyor bir adam. dedim dur ne yapıyorsun? jean jacques rousseau 1712'de doğmuş 1778'de ölmüş. aradaki yaş farkını hesaplayarak dünya'yı ele geçireceğini mi sanıyorsun diye sordu bana. kendisi yıllar önce hesaplamış olsa gerek.
yazının aslında çok dolu olduğunu gösteren durumdur. Yazar içini dökememiş yazık böyle birşey yapmış. Aynı durumdayım lanet olsun bu hayat lanet olsun sevgime dıırıp dıırıp.
Kahrolsun bağzı şeyler.
şimdi ben buraya nasıl geldim? niye geldim ? gelmişsem gelmişimdir. gelmemişsem gelmemeşimdir.
görünen köy uzakta değildir. sahi lan ben buraya nasıl geldim ?
erkekler nasıl bu kadar beyinsiz olmayı başarıyor. Uğraşsam böylesi olmaz.
merhaba öylesi.
görüşmeyeli uzun zaman oldu.
seni özledim. özlediğim başkaları da var ama onlara yazamıyorum.
neyse arada kendini hatırlat.
görüşürüz.
bence insanlar birbirlerini birbirlerine söyleyerek değilde, yaşatarak tanır. bir kelime ya da bir dokunma. sonuç olarak ben şöyleyim ben böyleyim demek gereksizdir, yaşamak lazım. söylemek değil.
beyaz tenli hatun musun. yoksa esmer mi yoksa zenci mi oha zenci ne lan.
"-farz et ki, iki itfaiyeci küçük bir yangını söndürmek üzere ormana girdiler. sonra işlerini bitirip bir nehir kenarına vardıklarında birinin yüzü tümüyle siyaha bulanmışken diğerinin yüzü tertemizdir. sorum şu: bu ikisinden hangisi yüzünü yıkayacaktır sence?

- aptalca bir soru bu. elbette yüzü kirli olan.

- hayır, yüzü kirli olan diğerine bakacak ve kendi yüzünün de onunki gibi olduğunu sanacak. ve tersine yüzü temiz olan da yüzü kir içinde olan meslektaşını görüp kendi kendine: ben de kirlenmiş olmalıyım. en iyisi yıkanayım diyecektir.

- ne anlatmaya çalışıyorsun?

- demek istiyorum ki, hastanede geçirdiğim süre içinde, sevdiğim kadınlarda hep kendimi aradığımı anladım. onların sevgi dolu, tertemiz yüzlerine bakıyor ve o yüzlerde kendi yüzümün yansımasını görüyordum. onlar, diğer yandan bana bakıyorlar ve yüzümdeki kiri görüyorlardı; ne kadar akıllı ya da ne kadar özgüvenli olurlarsa olsunlar, kendi yansımalarını bende görmeyi bırakıp olduklarından çok daha kötü olduklarını düşündüler. lütfen, bunun sana olmasına izin verme."**