bugün

(bkz: #5029855)
yine gece yine sensizlik ve yine hayallerimde sen...
seni daha o köşede bırakırken özlüyorum, giderken tekrar dönüpte bana o bakışın asılı kalıyor gözlerimde. ardınsıra bakakalıyorum bir çocuk gibi, o anda çarpmaya başlıyorum her bir saniyeyi bir ömüre. yol boyu yüzümdeki tebessümde saklıyorum seni. an geliyor bir hançer gibi saplanıyor beynime özlemin, gözümün değdiği heryerdesin. seninle duran zamanı her bir nefeste sayıyorum geçsin diye, bir gün iki gün derken kaldı dört gün... yine bana o gelişini bekleyeceğim gün...
seni ilk gördüğüm zaman etkilenmemiştim açıkçası. bir sürü yabancının arasında ciddi bakışlarınla ürkütmüştün hatta. zaman geçtikçe içinde bir çocuğun olduğunun farkına vardım. bazen cazibesine dayanılmaz bir dişi, bazen de küçük bir çocuk oluyordun.
kalbimi sana ne zaman kaptırdım? bilemiyorum. gözlerinin içine baktığım hatta elini tuttuğum her güzel kadında seni görmeye başladığımda anladım kalbimde büyüdüğünü. ya sen? sevmezdin bağlanmayı, her çiçekten bal toplardın, hem zeki hem kibirliydin. siyah kanatların gökyüzüne açılırken saçların savrulurdu ve bir kez daha artık inanmadığım aşka inanmaya başlardım.
ne kadar aptalmışım. meğer yolumun üstünde değilmişsin, kalbime vurduğun da bir prangaymış. yine de teşekkür ediyorum sana. bir belediye otobüsü mesafesinde olsan da, seni göremesem de, gözlerinde kaybolamasam da, saçların parmaklarımda akmasa da sana teşekkür ediyorum. bana umut etmenin ne kadar anlamsız olduğunu hatırlattın.
ben bu yazıyı sana yazdım; eline geçen ne kadar çok yazı vardı oysa kelimelerle süslenmiş, yaldızlanmış yazılardı suskunluğunun hediyesi olarak sana sunulan. bu yazıda da süslü ve yaldızlı kelimeler mi arıyorsun yine? süslü ve yaldızlı sözcüklere ben artık siyah bir nokta koydum; ucu sadece bana bakan siyahi bir cisim gibi. senin göremeyeceğin cinsten bir nokta, gördüklerine saymalısın. nasolsa gördüklerin sadece seni elde etmek için uçuşup duran bir şeytan tüyünün son kalemiydi sana dokunmaya çalışan, son mürekkep damlasının son çizikleriydi süslü püslü. boyama kitabına benzemiyor muydu? bak işte, ben bu yazıyı sana yazdım, çok durağan ve monoton sözcüklerin karışımındaki sessizlik serüvenini okur gibisin. sen hep okuyorsun, alışkınsın okumaya. çocuksu ifadeler bekliyordun sen sanırım, artık ifadeler de tükendi. şimdi ben bu yazıyı sana yazdım; pelerinini giymiş görünmezliğe anlam katan bir ışık gölgesinde seni görüyorum sacede bir karartıdan ibaret; kaybolup gidemiyorsun bile, çünkü o kadar ufaksın ki artık anlatacak süslü püslü kelimelere sığamıyorsun. öncesinde de sığamıyordun; ben sığdırmaya çalıştım. ağır geldi süs püse; bak taşıyamadılar seni, değerli değilmişsin demek ki çok. değer verilenmişsin sadece; ama değerli kalamamışsın işte. üzülme, ben bu yazıyı sana yazdım yine de, boş gözlerle bakan bir gökyüzü gibi sade ve basit.
zamana karşı koymak mı zor olan, yoksa zamanla birlikte değişmekte mi marifet? sanki birlikte atılmış ilk adımdan bu yana birlikteymişizcesine, uzun zamandır karşımdaymış gibi izliyorum. sorgusuz, anlam vermeye çalışmadani ön yargısız; sadece izliyorum. çocukken elini yakmış sobadan dersini almış, yanında biraz korku dolu, hala masum, yine gülümseyerek ısınmaya çalışışını, bu sefer yanmaya mecali olmadığını açıkça gösteren gözlerini görüyorum. hayat hep mi acımasızdır sorusunu getiriyor aklıma, hemen ardından herşeye rağmen hayatta kalabilme mücadelesi çekiyor dikkatimi. tutunduğu ince dallara rağmen güven arayışını farkedince anlıyorum sevme çabasını, geçmişi silmeye çalışırken neden bir gelecek peşinde oluşunu... hatalar vazgeçmek için değil daha sıkı tutunmak için bahanelere dönüşürken mutluluk oyunları oynadığınıda görüyorum. ama üzülmüyorum; hani bilirsin ya; dağ gibidir, yıkılmaz, bozulmaz. bir şeylerin izlerini taşırken yeni yaralara yer arayacak kadar cesur oluşuna şaşırıyorum; ama hep yanıltıyor gücü beni. karşıma yeni sevgilerle, yeni düşlerle çıktığında önceki kırgınlıkları hep aklımda olsada hayata gülümseyişi susturuyor beni. hep daha iyi olmasını diliyorum, hakettiği gibi olmasını... bütün yaşananlara son defa yaşanıyormuş gibi yaklaşması bana umudun gerçek yüzünü gösteriyor... anılar süslü sayfalarda kalmıyor, hayatının tozlu sayfalarına kapkara yazılıyor ama bugünün sisli havasına rağmen yarını pembe görüyor ve varoluşun gerçek nedenini insana gülümseyerek yaşatıyordu... hayatı duymuyor, karşımda duruyor ve sadece yaşıyor... anlamsız düşlerden, gözlerinden, yüreğinden damlayanları asla hüznün sonuçları olarak görmüyor, hala gülüyor, hala yaşıyor, herşeye rağmen beklemekten vazgeçmiyor. dünden kalanlarını görmek istiyorum, ama bütün yaşanmışlıklar kırıkların arasındaki o ince çizgide... görünmüyor, göstermiyor, kanıyor, aldırmıyor... son defa giyip gardını, yüklenip umutlarını, neşesini, son gücünü; yola düşüyor parmaklarının ucunda. korkudan uzak görünüyor; eskisi gibi değil ama hala biaz masalımsı tutunuyor hayatın kıyısındaki parmaklıklara... yine son defaymış gibi, yine en farklısıymış gibi... hiç korkmuyormuş gibi davranıyor ama hissediyorum; korkuyor. ama tadını almaksa hayat, bir kere yaşanacaksa bu anlar, değer biraz cesur olmaya. burada hareketsiz izlerken sessizce iyi yolculuklar diliyorum, ona, umutlarına, düşlerine... bu sefer son olması için, bu sefer farklı olması için ihtiyacı olan bütün güven, bütün hisler yanında olsun isterken o gidiyor... hayat diyorum; herkese mi bilmem ama hep aynı davranıyor... sorgusuz, nedensiz, zamansız, vicdansız... bütün engellere rağmen yolun açık biliyorum; güçlüsün biliyorum...
ne çok şey varmış sana yazacak. daha önce de yazdım sana. ama içimden defalarca. yanımda minicik bir not defteri taşırdım ama ne zaman yazmak istesem yanımda olmaz. her "ama"nın
peşinden bir yalan gelir derler. doğruymuş. yanımdaydı defter ama yazamadım. hayda..
ya tamam kabul yazardım ama yazmadım. utandım. yanımdaki bıyıklı amcanın ne yazdığımı okumasından utandım. entele bak "ehehe" diye gülerler diye utandım işte.
konuya halen daha giremedim zaten konu da yok ortada. konu biziz zaten. sen ve ben bile değil biz. ne yazsam bize dair bizi anlatabilmek zor. herkes biz der biz gerçekten biziz. aynı anda düşünüp hareket etmek tek bir bünyenin yapacağı iş değil midir. biziz diyorum ya işte. biz biriz.
kafamı kaldırıp bakıyorum kitaplığıma ne yazsam diye. anlatacaklarımı sığdıramıyorum ki kelimelere. bak silesim var "bugün" butonuna basıp bitiresim var bu entry bir anda.
"biz" varız ya içinde kıyamıyorum.
SENSiN

Her şeyin sonrası, evveli sensin
Gönlümün biricik emeli sensin
inan ki çökerim çekemem dersen
Çünkü canevimin temeli sensin...
birine yazılan yazıyı anlatan hadisedir. *
sözlük temamda bir erkek çocuğu kırlarda bayırlarda bir köpek dahilinde kız çocugunun peşinden koşuyor. sende koş benim peşimden yalnız köpek olmasın.
hazır zamanın varken yeniden sevmeyi dene..yeni aşklar inşa et bitenlerin üzerine..
duygularını riske atmaktan cekinme..
gülümse

ve
bu yüzyılda öleceğini sakın unutma.
yüzyıllardır bitmeyen günlüğe sebep oldun mına koyim.

kime yazdığım açık bence.
ben bu yazıyı sana yazdım...

bir hastanenin ruhsuz koridorunda karşılaşmıştık seninle.. ikimizde çökük bir zaman diliminde aynı sıkıntıların dalgalarında boğuluyorduk. gunler günleri kovaladı biz hastane ile bağdaştırdık kendimizi, birbirimize sırt verdik destek olduk zor günlerde; şükür atlattıkta. öyle bağlanmıştım ki sana korkularımı saklayamayacağım hissi eritiyordu günden güne beni. sana bakınca kendimi unutur hale gelmiştim. böyle bir sevgiyi, bağlılığı hangi masal anlatır bilmiyorum. attığın her mesaj cennetin mujdesi gibi geliyordu bana. o günlerde mutluydum ama öte yandan seni sevmenin ve sana bağlanmanın bir gün kaybedebileceğim korkusu ile çatışması kan revan içinde bırakıyordu düşüncelerimi.

öylesine seviyorum ki seni oylesine kabullenmiştim ki bunu sana açıklamak bile imkansız geliyordu bana. benim, senin, sana olan sevgimin büyüsü bozulur korkusu beni içten içe büyük acılarla bezenmiş ölüme götürüyordu sanki... ne yapacağımı bilemiyordum, yusuf gibiydim kör kuyularda sanki çıkışım yoktu. akrebe intihar hakkını veren rabbimden bu ızdırabın bitmesini istiyordum sürekli. hastaydım yatağa düşmüştüm, sen o kötü günlerimde bile o saflığınla, hayatında hiç gunah gormemiş çocuksu, ürkek, etrafına hayat ışığı yayan gözlerinle yine de beni yalnız bırakmıyordun. sen suya benziyorun; hayatın kökenine yani. ben seni deliler gibi seviyordum ya; bu sevgiyi de bir türlü kendime layık göremiyordum. sanki allah'ın bana bu kadar büyük bir lütuf vermesi imkansızdı. ve karar verdim eğer ikimizinde sorumluluk sahibi olarak bir hayat sürmemiz gerekiyorsa bu aşk ölmeliydi. günler geçiyordu ve ben ne yapacağımı bilmediğimden içinden çıkılmaz bir kaosun içersinde boğuluyorudum ve karar verdim seninle bir daha asla görüşmeyecektim.

bir 28 nisan günüydü hastaneden taburcu oldum önce, bütün iletişimimi kestim dünyayla, önce telefonlarımı arkadaşlarımı ailemi herşeyi uzaklaştırdım kendimden... senin benden haber alabileceğin herşeyi bertaraf ettim. sana olan aşkım artık bitkisel hayattaydı, bana geriye kalan tek sey yasını tutmaktı... uzun bir sure kimseyle görüşmedim evden çıkmadım hiç. aşkım ölüyordu ikimizin kurtuluşu için. aşk ölecek biz de birbirimizden habersiz bir şekilde birbirimizi sanki hiç tanımıyormuşuz gibi yaşamaya devam edecektik. birkaç gün sonra cep telefonumu actım aynı saniye de senden bir çağrı ardından bir kısa mesaj geldi: yaşıyor musun? o an yıklıdım aşk ölmemişti daha güçlüydü ve benim sadakatsizliğimin cezasını vermeye gelmişti. banyoda ağladım dakikalarca, utandım kendimden, kahroldum, ölmek istedim. ama biçare yapamadım. bir süre sonra sana iyi olduğumu gösterebilmek için attığın maile cevap yazmaya karar verdim tarih 3 mayıstı ve gecenin kör vaktiydi. "senin bu yaptığın çocukluk" diye yazmıştın bana bense "keske hep çocuk kalabilseydim..." diye başlamıştım zırvalamaya, ve herşeyin bittiğini sanmıştım...

sana olan aşkım bana bu dünyadaki en büyük cezayı kesmişti. seni unutmadan yaşamaya mahkumdum artık. elim, gönlüm, düşüncelerim, gençliğim sana kelepçelenmişti. mateme sürdüm kendimi aylarca sakal traşı olmadım, ve o günden sonra bir daha renkli bir tek elbisem olmadı hep siyahların içine boğdum kendimi, hiç kimseye söyleyemedim bu sırrımı. günden güne kötü oldum sevinemedim hiç bir güzelliğe. zaten senden daha güzel hiçbirşeyimde olmadı.sessizliğe büründüm. dondurdum tüm hayatımı. senin ahını almıştım hiç birşey demeden çekip gitmiştim. bu vicdan azabını yüklemiştim sırtıma. öyle ya kolay mı o kadar çekip gitmek. bunun bir bedeli de olmalıydı ve oldu da

hatırlar mısın sen bana birgün mesaj atmıstın "ne yapıyorsun?" diye.. bende düşünüyorum demiştim. beni gıcık etmek için "dusunen adam" diye yazmıştın. gülmüştük o gün kendi halimize. o günden beri heryere dusunenadam yazdım ben. içimdeki sana ait yegane hatıra olmuştu. artık bana her dusunenadam diye seslenildiğinde sen geliyordun aklıma bundan habersiz. gülümseyişin geliyordu, çocuksuluğun masmune gunahsız bakışların, nur gibi güzelliğin geliyordu. kokunu hissediyordum...

4 yıl geçmişti aradan, günlerden bir gün mail adresin geçti elime oturdum ağladım. ben aşıktım, sen aşkın degeriydin. ama herşey değişmişti aradan yıllar geçmişti ve birgün msn başındayken birden bir yazı çıktı karşıma "gamze şimdi oturum actı" diye... o an kontrolumu kaybettim gözlerim yaşarmıştı, ellerim titriyordu, celladıyla göz göze gelen mahkum gibiydim. bitmeliydi bu vicdan azabı, bu solgunluk, nasılsın dedim sen iyiyim dedin ben senden çekip gittiğin için hakaret etmeni beklerken... sen yıllar önce yaptığımın çocukluk olduğunu ve bana kızgın olduğunu söyledin. bende senin hatıranı dusunenadam olarak yaşattığımı söyleyince bana sen ancak düşünen çocuk olursun dedin. beni sen var etmiştin hiç değişmemiştin hep aynı; tüm merhametinle aynıydın:

hayatında hiç günah görmemiş nur yüzlü bir çocuk gibi.

gamzem ben bu yazıyı sana yazdım; içimden yıllardır atamadığım sevgime aşkıma yazdım.

seni her zaman düşünen dusunenadamın.
(bkz: hoşçakal demeden merhaba diyebilseydim)
ne kadar yazsan da yaz hiç bir şeyi değiştirmeyecek bir yazıdır. "sen onu it gibi seversin, o seni belediye gibi zehirler." ne kadar arabesk bir söz. fakat doğru. ne kadar seversen o kadar hasar alırsın. bu dünyada kimseyi sevmeyeceksin. yalnız yaşayacaksın arkadaş.
1 yıl yaramış sana. sevgilin kimse çok iyi bakmış sana sevindim şimdi. çok değişmişsin saçların böyle çok daha güzel mavi gözlerin daha da belirginleşmiş. bu sefer kızmadan sadece mutlu olmanı istedim. iyi geldi bu halimle görmek. iyiki girmişsin hayatıma. gördüğüme sevindim.
(bkz: özlenmediğini bilerek özlemek/#5068137)
bir kadeh şarabım var, birkaç dal da sigaram. sen bir mesaj atıyorsun;

"barışalım mı?"

içimden "evet" demek geliyor. defalarca evet demek, sesini duymak, hemen o anda aramak istiyorum seni. yapamıyorum. kendime yakıştıramıyorum bu denli acizliği. senin kendi düşüncelerin, kendine saygın var diyorum kendime.

sevgide gurur yapmanın anlamsız olduğunu tekrar ettiriyor yüreğim bana. sürekli çelişiyorum kendimle.

bir iç savaşa neden oluyorsun bak.

duygu adına elimde ne varsa, yavaşça öldüren kocaman bir iç savaş. elim telefona gidiyor bir kez daha. hangisi daha iyi olacak bilmiyorum. daha iyisi olmasa bile ne kaybederim bilmiyorum.

ben aslında çok seviyorum. çaresizlik gibi bir şey var içimde ama çaresizlik değil. aşk gibi bir şey var içimde ama ben aşk olmasından yana değilim. ben senden yana da değilim.

ama bu gerekiyor şu an. senden yana olmam gerek.

yapamıyorum.

kendime saygımı yitirdim çoktan biliyorum. elim tekrar telefona gidiyor.

olmamalı yapmamalıyım.

senin sesin olmadan hiçbir keyif vermiyorlar. bir kadeh şarabım var, birkaç dal da sigaram.
üstü kapalı bir iç savaş benimki, içimden çıkma. gözlerim kararıyor;etrafa küfür ediyorum arada. herşeyin anlamsız geldiği çok karmaşık,insanın aklını bulandıran bir peri tozu güzelliğiyle destleklenmiş çokta marifetli olmayan akıbeti kederden örülü, kadere dayandırılmış ve siftahını akabinde sevgiden alan sevgisiz bir hayat. hayat öyle bir hayat ki bir genç kız gibi. güzel alımlı, ortama girdiği anda tüm gözlerin ona çevrildiğini hisseden, azimli akıllı bir genç kız. ama hiç kızma ! işleri bu noktaya getiren karman ve de akbinde çorman yapan ben değilim . hayatı anlamaya ona kucak açmaya çalıştıkça ; hayat bir başkasına gitti ve beni birazda yalnızlığa itti . çok meşguldü hayat gittiği yerde, bizi dünyanın tam ortasına, kalbine dikti, ekti,ekti ve gitti. barışmaya algılamaya, bu boşluğu çözmeye çalıştım ama bu hiçte kolay değildi, kucaklamaya çalıştım hayatı, yaşamdan keyif almaya, tadını çıkaramya çalıştım bu di li geçmiş zamanların hükümdarlığında ki yalnızlık arenasının tam ortasında . toktu karnım ama sevgiye açtım . kalbimi hayata açtım ama hayat neşe dolu bir genç kız gibiydi adeta, beni türlü entrikalara sürükleyip , kalbimi hançerleten bir bürütüs tü misal . o başkasına aşıktı, ben hayata aşıktım. yılmadım, yılmam . sıkılmadım,sıkılmam. kucaklamak istedirdim hayatı delicesine,hayat şimdi başkasının kollarında güzel ve boş,benimse hayallerim var hala pek hoş.hayat genç bir kız,biz onun ağzında olduk sakız.
Bilmiyorum ne vardı saçlarında...
Rüzgar mı delice eserdi,
Gözlerim mi öyle görürdü yoksa...
Saçlarının her hali hoşuma giderdi.
özdemir asaf
sana yazdım ben bu yazıyı serviste en arkada oturan kız. hani annenin sözünden çıkamıyorsun abinin yanında mesaj yazamıyorsun da serviste en arkadan millete laf yetiştirip sokaktaki erkeklere laf atıyorsun ya. işte biz senin normal halini zaten biliyoruz. kasma kendini çok fazla. eziklik genlerine işlemiş senin, kurtulamazsın. sana da yazdım feminist takılıp brad pitt'e salya akıtan zavallı. hani sen karın kasları, trapezler içinde boğuluyorsun ya her gece rüyalarında, hayallerinde. işte sen biraz büyüyünce göbekli ve esmer bir adamla evleneceksin. biraz da parası olacak o adamın merak etme. tam tahmin ettiğin gibi canım sana da yazdım. sen miydin dünyayı iplemez görünüp çevresinden durmadan etkilenen? o sana göre değil, bence bu şarkı süper, evlenmezsen de yapın gitsin nolcak ki? gibi milyonlarca lafın arasında en sık duyduğun senin en büyük doğrularından biri biliyorsun değil mi?

kızlar size sesleniyorum, hepinize. haddinizi bilerek yaşayın!
çıkıp giderken çarptığın kapının şiddetiyle enkaz altında kalan ben, hala alışamadı yokluğuna.
ben öğrendim mesafelerin anlamsızlığını,
bu sefer iyice belledim sayende,
yazıyı yazdırandı eminim yokluğun,
sana ait, bize ait..
yazdım sadece, yaşadıklarımı, bildiklerimi.
(bkz: aşıksınız/#5101552)
benim iyiliğimi istediğini biliyorum ama bu sana olan kızgınlığımı alıp götürmüyor maalesef. bu öfkem geçmez diye korkuyorum.. her gün biraz daha büyür ve ben onu kontrol edemezsem diye kendimi yiyip bitiriyorum.
beni, bana ait olan bir hayat için istemediğim bir karar almak zorunda bıraktın. bununla mutlu olurum mu sanıyorsun? her şey çok mu güzel olur sence? duaların yeter mi beni mutlu etmeye?
büyük hayallerim vardı benim, her şeye rağmen umudum da vardı. ama sen bu hakkı kendinde görüp, 3 senemi heba etmemi istedin benden. evet pes ettim. senin istediğin oldu.
ya her şey sadece güzel bile olmazsa ne yapacaksın? nasıl geri vereceksin o 3 yılı bana? günün birinde ''senin yüzünden'' ile başlayan bir cümle kurarsam kendimi tutamayıp, nasıl bölüştürücez hüsranın paylarını? kabullenebilecek misin kendine kocaman bir pay almayı? yoksa oldu olan mı diyeceksin?
...
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek.
Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak.
Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana...
Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda
ıslanmak birlikte.
Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek...
Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak...
Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her
mısrasında seni bulmak...
can yücel