gereğinden fazla büyümek.

topal ve çolak olmaktır aynı zamanda. her şeyle iki kat mücadele etmek zorunda olmak. hayata 5-0 geriden başlamak. dişi ve tırnaklarıyla mücadele etmeden hiçbir kazanım elde edememek.

erkenden yorulmak, erkenden onun yanına gideceğini bilmek.
hayatı yaşıtlarından biraz daha erken farketmek ,biraz daha kambur olmak.
baban olduğu halde babasız yaşamaktır,efendi büyümektir yanı sıra ''babam seni döver olm'' gibi laf etme şansınız yoktur ve pısırık büyürsünüz haliyle.
olgun bir insan olmadaki etkisi büyüktür. evin tek erkeğisinizdir küçük yaşta. zordur zor.
her zaman bir yanınızın eksik kalmasıdır.
başa gelmesin, zor bir olaydır. etkilerini görmekteyim.

babam 13 yaşındayken babasını kaybetmiş ve o yaşından itibaren çalışıp aileye bakmak zorunda kalmış bir insan. bu yüzden fazla sinir sahibi ve sorumluluk duygusu aşırı gelişmiş birisidir. karşısındakinden de aynı davranışları beklemesidir benim için zor olan.

mesela hep 'ben senin yaşındayken' diye başlar cümleleri. 'bizim başımızda babamız yoktu' diye de devam eder.
sinirlidir, aksidir belki babam. ama çocukluğunu yaşayamamış biri olsa da çocukla çocuk olan biridir.

babamın değerini bilirim, onu üzmemek için uğraşırım belki yapabiliyorsam ne ala.

bunları neden anlattım bilmiyorum ama insanların öldükten sonra değerini anlamak hiçbirşey ifade etmiyor efendim. olay bundan ibaret.
zordur babasız büyümek, hayata yenik başlamışsınızdır. Şikayetleriniz, korkularınız vardır lakin içinize gömer güçlü rolü oynarsınız yeri geldiğinde, aslında yüreğiniz genelde güçsüzdür ve gizliden gizliye yakar canınızı da edemezsiniz kimseye şikayet.
hayatın zorluklarıyla karşılaştığında gidebilecek kimsenin olmamasıdır babasız büyümek.. çoğu zaman çoğu şeyden en başından yılarsın. her şeyin eksiktir en başta düzgün bir baba olamazsın ilerideki hayatında.. diğer çocuklar her şeylerini babalarına yaptırırken babam bir çaresini bulur derken sen sadece bakarsın onlara ve yine kendi başına çözmen gereken sorunlara yönelirsin.. hayatın yükü omuzlarındadır ve ya kaldırırsın ya kaldıramazsın ki eğer bu şoku atlatamadıysan ki yeniyse ve alışamamışsan alışmış gibi gözüksen de kaldıramazsın hiçbir yükü.. tek başınalık korkutur seni devamlı insanların anlayamadığı o ilgiye aç halin hele bir de gerçekten yalnızsan büyür gecelerde.. kimse seni anlamaz anlayamaz geceleri oturup acaba olsa nasıl olurdu dediğini sözlük, anlatmazsın anlatamazsın hiçbirine benim sana anlattığım gibi.. devamlı senden beklentileri olur insanların diyemezsin gücüm yok anlayamazlar sözlük..
hayatın bi insana atıp atabileceği en büyük kazıktır. hele ki yaşayan bir babanın yokluğunu kabullenmek zorunda kalmışsa insan. öyle yoktur ki o baba, öyle can yakmıştır ki ölmüş olmasını dilersin her şeye rağmen vicdanının isyan eden sesine rağmen.. oysa dersin kelimeler düğüm düğüm olur.. baba ne demek anlayamaz anlatamazsın... baba...hayat boyu içinde gebe kalırsın bu kelimeye, her duyduğunda doğum sancısı çeker, doğuramazsın. öfke dolarsın hırslanırsın hayata..öyle bi zaman gelir ki taşlaşırsın artık hayatta hiçbir şey yıkamaz beni der, güçlenirsin..ne fayda.. acılı,sancılı, hoyrat bi güçtür bu sadece çevreni kandırırsın.. bazen kötü şeyler yaşarsın babam olsaydı dersin, babamm.. ama olmaz, yoktur.. kendi mutluluğu, kendi zevkleri için hiç düşünmeden silmiştir baba seni.. sonrası kaybedişlere kısılıp kalmış bir hayattır..hep eksiktir, hep yarım... gözlerinde bi hüzünle tebessüm edersin herkese, her şeye ama kimse görmez, görmelerini de istemezsin..sonrası yok...yangınlar söner ama buruk bi kül tadı olmuştur artık hayat...
(bkz: zor)
babası olupta baba sevgisini tadamamaktan iyi olan durum.
insanın duyduğu büyük üzüntülerden biridir.
Savaşın ortasında komutansız kalmaktır, BABASIZ kalmak.!

(bkz: Necip Fazıl KISAKÜREK)
küçükken ''piç'' olarak yaftalanmaktır.
baba parası nedir ? nasıl yenilir ? nasıl alınır bilmemektir.
her akşam yorgun düşmüş babayı beklememektir.
size hayatta güzel nasihatler, yardımcı olacak tecrübeler anlatan birisinin olmamasıdır.
haydi geçtim lan bunları da, kız istemeye nasıl gidilir baba olmadan ?
altı üstü 10 dakikalık bir merasimde baba olmadan istenecek kız.
askere uğurlayacak bir büyük erkeğin olmaması. hayat ne tuhaf lan.
baba sağ olsun yeter baba'sız büyümek o kadar kötü değil.
evladına para istemeyi resmen mundar eden,
yaptığı her babalığı başa kakan,
cimri, doymak bilmeyen, takdir etmeyen, başarıları daima gereksiz ve ya yetersiz bulan,
evladının hayatını kendi istediği gibi yönlendirmek için evladının tüm hobi, ilgi alanı, özel yeteneklerini itina ile harcayan,

babanın evladı olarak büyüyene göre belki de daha şanslı olan kişinin hayat tecrübesidir.
babasız büyümek emekçi babanin ter kokusunu baba kokusu diye içine çekememektir,
babasız büyümek kaptansiz yıllarca sürecek bir deniz seferine çıkmak demektir,
Babasız büyümek köksüz ağaç, damsiz ev demektir,
Babasız büyümek ilerde mükemmel bir baba olabilmek demektir...
insan babası öldüğünde büyür babanız yaşıyorsa hala çocuksunuz demektir.
iskele babasına boşuna baba demezler. istediğin kadar sağlam dur hayatta; batmasan da savrulursun bir dalgadan başka bir dalgaya.
savaşın ortasında silahsız kalmak gibi bir şeydir. Babasız büyümek acı verici bir durumdur.
zor bir durumdur. allahin kimsenin basina getirmemesini dilerim.
--spoiler--
bazı akşamlar yüksek tepelerde köpekler uzaktaki karanlık bir ormanı ulur. orman yaratıkları uyanıp çok derinlerden geri seslenir. haykırışları insanların tenine doğru koşar, tüylerini ürpertir. evlerine kapanmış oturanların bazıları bu çağrıya kulak verir ama ormana kadar gitmek yerine kapı önlerine çıkarlar. mantarlar renklenir, parıldar. ne kadar renkliyse o kadar zehirlidir, onlar bile..
elif’in ailesi de böylece kapı önüne çıkmıştı. teyzesi dışında hepsi çıplak bir masayı çevrelemişti. teyze ise üzerine inen sisle puslanmaya başlamış bahçeye dalmış, oradaki tek ağaca kurulu salıncağa oturmuştu. kendini ileri geri haerket ettirerek sallanmaya çalışıyordu.
elif korkuyordu bahçeden. hele bu saatlerde… bir kere, ağaçtan korkuyordu. onun o yalnız ve hınçlı halinden, ormandan koparılmışlığından. ağacın kendinde taşıdığı gizli ormandan korkuyordu. kötücül hayvanların her akşam sis çöker çökmez onların evinden çağırdığı beklide bu ağaçtı. sonra bahçe duvarına bitiştirilmiş o tabuttan korkuyordu. kim bilir kim getirip koymuştu onu oraya. pinti dedesi lazım olur diye atmaya kıyamıyordu. birdenbire inen ağır yağmurlardan ağacı şişmiş, kararmıştı. kapağı kaymış, içinin kabuslarından haber veriyordu. bazı gecelerde bu aralıktan kemikli bir el uzanırdı elif’in düşlerine doğru.

sisin içinde bir görünüp bir kaybolan teyzesine ve tabutun karaltısına bakarken ürperti elif. gözleri annesini aradı. masada yoktu. anneannesi, kalın dudaklarında bir sigara kayıtsızdı. yüzündeki korkuyu fark eden dayısı, birden kavradı elif’in kolunu. duvarlardaki gölgeleri gösterdi. tozlu ampüle çarpıp duran kör böceklerin, sineklerin cinleriydi bunlar. dayısı daha önce de söylemişti bunu. elif biliyordu zaten. ama unutmak isterdi, öyle korkuyordu ki… dayısı bu korkudan memnun gülüyordu.
teyzesi, ağacın dallarını sarsarak ve teklerini savurarak, arkası ev halkına dönük sallanıyordu. elif sevmiyordu teyzesini. arkası dönük diye memnundu. teyzesi yalnızca böyle arkadan görünüşüyle var olsaydı keşke. yüzü çirkindi, hiç sevilmemiş gibi çirkin… neden insanlar ille de yüzleriyle vardı ki? şimdi böyle dalları çatırdatarak sallanması, eğlenmek için değildi. ağaca acı vermek içindi. çünkü bu evdeki kimse herhangi bir şeye karşı sevgi ya da acıma beslemiyordu. ağaca da işkence ediyorlardı böyle. bir keresinde dedesi ağaca ateş etmişti. gövdesindeki çukur hala tazeydi. karınlarını tutarak gülmüşlerdi. gülmeleri ya da mutlu olmaları daha da korkutuyordu elif’i. o, üçten içe ağacı seviyordu. ancak bunun açığa vurulmaması gereken bir şey olduğunu da biliyordu. dedesinin yanında annesinin elif’i kucağına almasının ayıp olacağı gibi bu da ayıptı.
annesi elinde çaydanlıkla döndü. elif’e şekerli sıcak su verdi. kimse konuşmuyordu. dayı, elif’i korkutmaktan hevesini almış, kanatlarını kopardığı bir karasinekle oyalanıyordu. salıncakta biteviye sallanan teyze, düşsel bir varlık gibiydi. ağaç gırç gırç diye acıyor, ormanları yardıma çağırıyordu, ama nafile.
elif, zorlama bir cesaretle dedesine baktı. dedesi, hindilere özgü bönce bir asaletle uzaklara dalmıştı. ne düşünüyordu acaba? çay bardağı giderek dev avcuna gömülürken sürekli susuyordu. elif, birden ailesince o çokça güzellenen duyguyu derinden hissetti: nefret. babası yoktu elif’in. gitmişti . yerini kimse bilmiyordu. epeydir kayıptı. dayısı ve dedesiyle şiddetli bir kavgadan sonra “lanet olsun!” diye bağırarak kaçmıştı. aksayarak koşarken dayısının bıçağından başlayıp bacağına doğru giden bir acıyla kanıyordu.

arkadaşının yol kenarında bekleyen kamyonetine yüzü çarpılarak, zorla binmişti. elif, ardından koşarken, kamyonetin arkasına yapıştırılmış süs aynalarında kendini görmüştü. kendini geride bırakan kendini. ve bir yanını da o aynalarda babasıyla göndermişti, peşinden koşan elif olarak. işte bu yüzden babası geri gelecekti. zaten kimsesi yoktu. mutlaka dönecekti.
hava serinledi diye sandalyenin tepesinden alınıp içeri gönderilen çocuk, babasını düşünürken eşyalara dokunuyordu. yastıklara sarılıyor, kırlentleri seviyordu gizlice. döndüğünde, dedesi ne derse desin sarılacaktı babasına. yüzünü anımsamak olanaksızdı. aslında bir fotoğrafı vardı. annesinin ve kucağına elif’i oturtmuş babasının olduğu bir fotoğraf. anneannesi çıkarıp yırtmıştı babası gitikten sonra. şimdi o fotoğraf olsaydı, ona dokunurdu.
ansızın çalmaya başlayan telefonun sesiyle irkildi. annesi iki adımda terlikleri bırakıp içeri daldı. almacı kaldırdı. “evet benim” dedi. sonra uzun uzun dinledi. gözleri büyüdü, ağzı aralandı. “tamam” dedi en son, bir kağıda bir şeyler yazdı ve telefonu kapattı. içeri uzanan meraklı başlara cevaben, “hasan’ı bulmuşlar” dedi. elif bunu duyunca duramadı. gizlemek istemediği bir sevinçle annesine koştu. bakışlarını yakalamak ve bu güzel haberi korkusuzca, kendini dizginlemeden onunla kutlamak istiyordu. ama annesi durgundu. “bursa’ya gitmemiz gerekiyor” dedi. dede tiksinir gibi, “yarın yarın!” dedi. kimse bir şey söylemedi. bu büyük habere rağmen yine de suskundular. elif cesaret edip te bir şey soramadı ama annesine yanaşıp, “ben de” diyebildi. annesi başıyla olur dedi.
ertesi gün dayısı, annesi ve elif bursa’ya gittiler. bir çiftlikte küçük bir odaya girdiler. bir yatak, bir masa ve bir sandalyeden başka eşya yoktu. yatağın çarşafı yırtıldığı yerden bir mandalla tutturulmuştu. duvardaki on kadar çiviye üst üste giysiler asılmıştı. polisler vardı etrafta. elif babasını sordu ilk kez. “gitti” dedi polis. sonra çocuğun zihninde biraz daha anlaşılır bir resim çizmek istedi: “ tabuta koydular, götürdüler” dedi. elif ağlamaya başladı.
annesi, bir poşete doldurulmuş ufak tefek özel eşyayı alırken elif’i işaret ederek polislere bir şey söyledi. biraz sonra hepsi çıktı odadan. annesinin çekiştirmelerine aldırmayarak anahtar deliğinden babasının odasına baktı elif. eşyanın gözüyle onun eşyalarına baktı. babası hakkında neler biliyorlardı kim bilir.
dönüş yolunda mola verdiklerinde, annesi dayısından gizleyerek bir fotoğraf verdi elif’e. “baban” dedi. çocuk baktı: yatakta gözleri kapalı, ağzı aralanmış bir adamdı. düşmekten korkar gibi örtüleri kavramış elleri gergindi. boynu ve yüzü pençe pençe kızarmıştı. elif, bakarken büyüyüverdi. etrafındaki her şey yeniden anlamlanıp unutuldu sonra. hareket eden otobüs, yeniden yanlarına oturan dayısı, onu kucağında kavrayan annesi, camdan akıp giden dışarısı… her şey elif’i yabancı ve öteki yapıyordu. çocukça bir boyun eğişle, ölmek nedir, anladı. fanilasının altında tenine değen fotoğraf, bir an’ı tekrar tekrar canlandırdı zihninde: kamyonetin arkasındaki küçük aynalarda sarsılarak uzaklaşan kendi yüzünü.
eve vardıklarında yine akşamdı. orman hayvanlarıyla kaynamaya ve haykırmaya başlamıştı bile. bahçeye sis çökmüştü. elif önce gidip ağaca sarıldı, yarasına dokundu. uzun uzun ağladı. sonra kalkıp tabutun yanına gitti. koynundaki fotoğrafı çıkarıp aralık kapağından içeri baktı.

--spoiler--

deli bal- pelin buzluk.
(bkz: baba şevkati yaşamamıştır)
darüşşafaka lisesinde okuduysanız belki bir nebze daha kolaydır. en azından çocuklugunuz biraz daha kolay geçebilir.

(bkz: darüşşafaka)

kısaca özetlemek gerekirse darüşşafaka babası hayatta olmayan, maddi durumu yetersiz ve zeki çocukları sınavla alan bi okuldur. okula ilkokul 4. sınıfta girilir. liseyi bitirene kadar okursunuz.

ben babamı 17agustos 99depreminde kaybettim. yani herhangi bi hastalıgı filan yoktu. birden gelen bir dogal afet aldı babamızı bizden.
evimiz yıkılınca eski mahallemize döndük. normalde ordaki okula devam edecektim. ilk derste (boyum da kısa oldugundan yine en önde oturuyorum) hoca babamın meslegini sordu. ne alaka ise bu soruyu sorma geregi duymuş. ben babamı 3ay önce kaybetmişim. öldü dedim. sınıfta bi sessizlik tabi. dersin büyük çogunlugu bu konuşulmuştu. sınıftaki çocukların bakışlarını üstümde hissedebiliyordum. ikinci ders boştu. yine bir deprem oldu ve tüm sınıf boşaltıldı. okul 15 gün tatil olacak dediler.

o sırada darüşşafaka dan haberimiz oldu. yatılı okul diye pek istemedim. ama ordaki çocukların babasının olmadıgını duyunca da inanamadım. hepsi normal görünüyordu. babasını kaybetmiş bir çocugun gülebilecegine ihtimal veremiyodum ki çocuktum. yatılı olması başlarda zorlasa da bu okulda kendimi normal hissetmiştim. herkesten biriydim. burda kimse "baban ne iş yapıyor?" gibi gereksiz bi soru sormayacaktı.

neyse.. lise bitti. darüşşafaka sayesinde üniversteye de girebildik. normal şartlarda ailem okutamazdı çünkü biliyorum. kayıt zamanındayız. öğrenci işlerinin bizi içeri davet etmesini bekliyoruz yakınlarımızla. bi görevli çıkıp "sadece öğrenciler gelsin, veliler beklesin." dedi. arkamda bi kız "iyi de ben bişi bilmiyorum ki tüm belgeleri babam hazırladı" dedi. o an kendimi daha güçlü hissetmiştim. hepsinin peşinden kendim koşmuş halletmiştim çünkü. ama yanılıyormuşum.

okul başladı. tipler devamlı babalarıyla konuşuyo, onları anlatıyo filan. o zaman anladım ki babasızlık durumunu da aslında aşamamışım. sadece ertelenmiş bi duyguymuş. ha aşar mıyım? hiç sanmıyorum. arkadaşlarım ne zaman babalarından bahsetse ben içimde bir yerde kendiminkini düşünüyorum. şuan yaşasa nasıl görünürdü filan. ya da ben böyle hayatıma giren her erkege hemen inanıp güvenir miydim o zaman da. hemen bağlanır mıydım. işte bir de kız evladıysanız sevdiğiniz erkek sizin için daha farklı bi anlam kazanıyor o zaman. sizi uyaracak koruyup gözetecek bir erkek gözü olmadığından mıdır onun hayatınızdaki eksikliginin verdigi bi psikolojiden midir bazen gereksiz anlam yüklüyosunuz sevdiginiz erkege. istiyosunuz ki sizi de koruyan, gözeten, düşünen bir erkek olsun hayatınızda. bu da genelde üzülmenize sebep oluyor.
savaşa çiçekli yollardan gidilmeyeceğini öğreten, hayatın dibine vurmuş şekilde başlayan insan sıfatıdır.