bugün

aşk insan aklının en soylu zaafıdır!

(#1106059)
can çekişmeden ölmesini sağlamaktır ki, çok hayırlı bir iştir.
öğrendiğim tek yabancı dil seninki
dilin ağzımda!
parmakların gevşerken boğazımda!

--spoiler--
şimdi dişlerimi sıkıp
dudaklarıma kanamayı öğrettim
ki bu kızıl damlalar
körpe yanağında bir veda busesi olsun
bu da benden sana
heba edilmiş bir aşkın
son nefesi olsun ..
--spoiler--
"kalıntıları ne kadar ipucuysa
antik bir kentin
o kadar biliyoruz nedenlerini
ve sonuçlarını
ayrılınca adını aşk koyduğumuz o şeyin!
aşk filmine iki bilet alınmaz!..

--spoiler--
hiç kimseyi özleyecek kadar çok sevmiyorum kendimi. o yüzden sevdiğim her kadını, bırakıp gittiğim her şehri, katlayıp arka cebime koyduğum, ayılınca bulamadığım her şiiri bir daha asla hatırlayamıyorum. yalnızca kadınları, şehirleri, şiirleri değil, kendimi de unuttuğumu gösteriyor bu. insan en çok kendini terk ediyor nedense, sürekli kendini terk ediyor.
aşkı anlatan filmlere bir bilet alıyorsak ve karanlık bir salona girip filmin başlamasını bekliyorsak terk edilmişiz demektir. hem de bir başkası terk etmemiştir, düpedüz kendimiz terk etmişizdir kendimizi.
dışarıda sevişebileceğimiz bir hava, sevişebileceğimiz onca yer vardır oysa. sinema salonuysa karanlıktır. senarist başarılıysa iyi bir öyküsü, iyi bir kurgusu vardır filmin, oyuncular başarılıysa çok gerçekçi oynamışlardır rollerini, kameramanlar başarılıysa çok güzel açılardan, çok etkileyici sahneler göreceğimiz kesindir. film bizi oturduğumuz koltuktan alıp bambaşka dünyalara savuracaktır. hiç farkında değilizdir; ama aslında kendi hayatlarımız da bambaşkadır!
oysa soğukta, bir sokak arasında sevgilisinin çatlak dudaklarına kaçamak bir öpücük konduran kişinin cebinde bir değil, iki bilet vardır. gören olur diye kaçamak, tedirgin bir öpücük kondurur önce; ama dudaklar birleştiği anda kim görürse görsün; hararetle emme işlemi başlar. eğer cebindeki iki biletin farkındaysa insan, ne soğuğa ne de sokağa aldırır; ortalıkta sevişir. bir daha da gitmez aşk filmlerine.
sinema salonunu dolduranlarsa yalnızdır, yaralıdır. her zaman tek bir bilete yetecek kadar cesaretleri vardır. cebinde iki bileti olanlarsa sokaklardadır zaten.
aşk asla filmlerdeki gibi yaşanmaz. en gerçekçi filmde bile ince ince hesaplanmış, nakış gibi işlenmiş bir kurgu vardır. kurgu işte; adı üstünde, kurulan bir şey. giriş, gelişme, sonuç falan...
gerçek yaşamdaki aşkta bu bölümlere rastlayamayız. rastlasak da bu sırayla ilerlemez aşk. örneğin giriş bölümü aşkın sonunda olabilir. en baştan girilirse belki işin heyecanı kalmaz, gizemi bozulur, hiç giremezsen de platonik aşk olur, o da sıkar tabii. gelişme diye bir şey de yoktur aşkta. çünkü gelişme bir sürekliliği içerir, aşkta ise sürekli olan hiçbir şey yoktur. bir gelişir, bir geriler, karışık, karmakarışık olur hayatın. filmlere en benzemeyen yanı da sonuç bölümüdür aşkın. filmin sonunda ışıklar yanar, salon aydınlanır ve kalabalığa karışırsın. aşkın sonunda ise yapayalnız kalırsın.
aşk filmine iki bilet alınmaz. zaten iki kişilik aşk da olmaz.
iki kişinin birbirine aşık olabilmesi için üçüncü kişi şarttır. ıssız bir adadaki iki kişi sevişebilir, kavga edebilir, yemeğin paylaşabilir, beraber şarkı söyleyebilir... ama aşık olamazlar. aşk, bir başkasına “rağmen” yaşanan bir duygudur. düşünebilecek başkaları da varken yalnızca onu düşünmek, sevişebilecek başkaları da varken yalnızca onunla sevişmek istemektir. o yüzden aşk, en az üç kişiliktir.
peki aşk filmine üç kişilik bilet alınabilir mi? alınır tabii. üç, dört, ya da beş kişilik... o zaman grup olarak sinemaya gidilmiştir, bu da çok doğal, hatta eğlenceli bir durumdur. tek kişi yalnızlıktan, böyle bir kalabalık ise birlikte eğlenme isteğinden aşk filmine gidebilir, çok normal. ama birbirine aşık olan iki kişi asla aşk filmine gitmez. çünkü filmin konusunun hayatın konusuna hiç benzemediğini yaşayarak öğrenmiştir onlar.
tesadüf bu ya; cebinde tek bir biletle sinema salonuna girip, koltuğa kurulup filmin başlamasını beklerken yine cebinde tek bir bileti olan biri gelip yanınıza oturabilir. sokakta karşılasanız belki aşık olacaksınızdır birbirinize. ama iki saat boyunca yan yana oturursunuz, soluklarınız birbirine karışır ve hiçbir şey hissetmezsiniz. oturup filmi izlersiniz paşa paşa. nedeni çok basit; yan yanasınız ve tam karşınızda, bir perdede olup biteni seyrediyorsunuz yalnızca.
aşkta karşı karşıya olabilirsiniz, ya da arka arkaya, o kadar. aşk, asla yan yana olmamaktır
--spoiler--
aşk namazının abdesti kanla alınır!

--spoiler--
Bir organ nakli gibi sevmiştim seni;
Çürük gözlerine bağışlanan ellerim,
Yırtık dudaklarına bağışlanan şiirlerim..
Darmadağın kadınların, darmadağın ettiği erkekler gibi
Sevmiştim seni...
Çok eskitilmiş bir aşkın hatırlanması,
Sevgilinin resmi karşısında çocuksu bir iç kanaması
Aslında işin açıkçası;
Rüzgarın fırtınaya dönüşmesi gibi
Hayatına yönelik bombalı bir saldırı gibi
Geriye çekilirken herkesi öldürmek gibi

Sevmiştim seni...
Ruhum kan kaybederken nasıl tutarım seni şimdi deniz gibi,
Neticesi olmayan herhangi bir sebep gibi
Ortalık yerde durup dururken
Sevmiştim seni...
Atlara kalırsa çoktan kaybettik savaşı,
Mızraklar kırıldı, kalkanlar delindi, ganimetler paylaşıldı.
Kasaba meydanında birbirini dövmekten
Yorulan iki kovboy gibi,
Bir tabancanın namlusuyla tetiğiyle,
Kendisinden farklı,
Kendisinden ayrı,
Bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi,
Aynı bedene sıkılan iki el kurşun gibi,
Katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşla
Sevmiştim Seni...
--spoiler--
"can çekişen aşkları vurmalı
vurmalı
ve sıradan bir intihar süsü vermeli."
(bkz: inatla aska inanan dallama)
budakli mese odunuyla yapilmasi gereken eylemdir.
zaten vurulmustur kendisi. yerde yarali bir halde yatana bir darbe daha vurmak pek iyi olmaz, ölümüne yardim olmus olur.
(bkz: atlari da vururlar)
(bkz: günah)
bazı yaralar asla iyileşmez.. acıya son vermek gerekir!

--spoiler--

kimi yaralar merhem kaldırır
kimi yaralar açılır
bir uçuruma

içinde uyuttuğun adlandırılmamış hayvan
kelimelerdir uyandıran
ve yanıltan
yarası geçmişten kalmış bir başlangıca

dilsizdir bazı yaralar
söylemez sahibini

kısık kanatlı kuşun alçak uçuşu
bağışlanmış adımı sakladım sana

akşama serinliğini veren yokluğun
adını yazdığın deniz, okunaksız nehirler
yüzün
bir madencinin akşamları gibi
yeryüzü bana

sahibine dönmez yara
başkaları sardıkça

mürekkep dağıtır kelimeler
başka aşkların sayfalarına
baktıkça
cümle kapısı yoktur bazı hayatların
sırlarına ve surlarına
tırmandıkça azaldığın duvarlar: taşıl sayıklama
yokluğunda bile ne kadar var, yani aşk,
kendinden yapılmış büyük kuşatma

bir suskunluk yemini gibi
kabuğunun içinde yaşayan yara
unutsa da gövdedeki yerini
sıcak tutkal hatıra serinliği
her aşk ilk yarayı derinleştirir
bir kere daha söyler
söyleyeceğini

yara dediğin sanıldığından daha derindir

asıl yara zamandır
açılıp bir sebebe
yenisiyle kapanır
eczası cezası sızar derine
yaraların da hafızası vardır
gülün bittiği yer
ihanet etmez kayıtsız sahibine

kaç şiir eder bir sayfanın zamanı
cümlesi yarım kalmış
asma dalında salkım yaralar
dokunsan bir türlü
sussan kireç aklığında kâğıtlar kabuk bağlar
yazı yarası

yarayı okuyamayan yazıyı ne anlar

aşkta asalet noksan artık
merhamet eksik
tuz hakkı, yetim tütün
vekar
kayıplarını say çağ
insan bu kadar

senden değil önceki yüz yıllardan
senin çağında aldığım yaralar

yazla, yazıyla
geçenle, kalanla
yaz geçer, derken
sen de biliyordun
sahipsiz şair
yazınca da geçmiyor
başka yazlara vurdukça
anayurdundaki ağrı
başkalarının yaşadıklarına
tütün ve tuz olan
kelimeler
aşkların telef ettiği kalp susuzluğuna
düşen pay
kendine kazdığın kar kuyusundan
su taşır herkese kısık çeşmeler
--spoiler--
sus yoksa öleceğim!

--spoiler--
adımı ilk söylediğin gün
kan geldi kulaklarımdan o gece

aceleyle çıkıp evden
seni aradım saalerce
bulsam vuracaktım
sen ölünce dudaklarından öpecektim,
mikrop kapmasın diye
tentürdiyot sürecektim ağzıma
--spoiler--
--spoiler--
ince sızı, derin yara, eksik kan
soğuk çeliğe yapışan sıcak ameliyat izi
sökülen dikişler, üflenen ney, içli nağme
devrilen ruh, susuz rakı
bilekleri daraltan acı
aşk...
devr-i lanetim
tene batan falçata, ruhuma dökülen kanalizasyon
kaldırıma serilen ölü, yüzüme yağan asit yağmuru..
--spoiler--

eski bir yaradan alıntı!
vurduktan sonra vicdan azabına yol açar...

(bkz: ask acisinin insani curutmesi)
(bkz: ask acisi yuzunden hayati kendine zindan etmek)
(bkz: ask acisinin bir omur surecegini sanmak)
(bkz: aşk acısı çeken atı vurmak)
(bkz: aşk acısı çeken birini vuranı vurmak)
(bkz: coup de graçe)
ayagı kırılan yarış atını vurmak gibi birşey olsa gerek. *
bir martiyi aglattin iste
bir cocuk garanti intihar eder artik
kutur kutur kufrediyor gece imanima
bir yaprak kirilip suya dusuyor
su yaralaniyor su kaniyor selale!

ah nasil titredim tensiz
bir piyanist bukuldu sanki
kesisen ayrisik dogrular gibi
carpisiverdim yuzunle.
yuzun oyle duzgun suna bir elyazisi
yuzun yuzume aksedince
yuzun ayna alnimda
yuzun uzun huzunlu bir alinyazisi!

bitmemis bir omrun yalanisin
sen: kabuslarimin tabiri
cocuklugumun arta kalanisin!

oldurecegim kendimi
dudaklarinla
dudaklarin etle, sehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatir
son aciz peygamber!

bir martiyi aglattin iste
bir cocuk garanti intihar
eder artik
"ölümün insana oynadığı en trajik, en mükemmel, en acımasız oyunuydu.
senin için ölüyordum. durum buydu!"
oyy elleri titreyen ürkek yar
sen den çekip gitmek o kadar mı kolay
yansın ciğerlerim kül olana kadar
gözlerime perdeler çekilsin kör olana kadar
dizlerimde derman kalmasın
ellerim kağıt kalem tutmasın
kalbim başkası için çarpmasın
dudaklarım senden başkasını bulmasın
kulaklarım senin sesinden başkasını duymasın
burnum senin kokundan başkasını almasın
dilim senin tadından başka tat tatmasın
ya göz göre bu acıyı çektir bana
ya da bas tetiğe kalbimi parçala...

başlığı görünce yazdım yok böyle bir duygu bende yersen. * *
--spoiler--
acisiz drank diye ölmenizi garanti ediyoruz, arayin bizi sizi ahirete postaliyalim. bir telefon kadar size yakınız. cinayet bizim işimiz.

sansar selim bey ve mahdumlari temizlik şirketi
--spoiler--

(bkz: baslik burda reklam aldi)
--spoiler--
Geceydi...Bütün insanların çırılçıplak olduğu bir zamandı.
Onları düşünüyordum; gümüş tepsilerdeki kristal kadehlerden zamanı yudumlayan insanları düşünüyordum. irili ufaklı aynaların karşısında enseleri bembeyaz kadınlar boyanıyordu. Uzun uzun parmakları vardı kadınların.. Öpülmeye alışmış olgun dudakları vardı. Kocaman kocamandı kalçaları. O kadınları düşünüyordum.

Bir kurt bir geyiği kovalıyordu yüreğimde. Geyik soluk soluğaydı, yorgundu, bitkindi. Karların üzerinde akıp giden bir yıldız gibiydi. Koşuyordu. Koşmak kurtuluş değildi belki, ama bir ümitti. Koşmalıydı.

Oysa birer namlu ağzıydı kurdun gözleri. Avına güvenle, şehvetle yaklaşıyordu. Yeni bilenmiş, sedef saplı bıçaklara benziyordu dişleri, bütün dileği et ve kandı. istese geyiğe hemen yetişebilirdi, ama uzasın istiyordu bu şehvetli koşu, bu bütün damarlarına yayılan sarhoşluk bitmesin istiyordu.

Ben seni düşünüyordum. Çünkü geceydi. Sevişme zamanıydı insanların. Yalnızdım. Beni kuşatan duvarlar birer beyaz çarşaftı bu saatte. Kapılar tüylü, yumuşak battaniyelere benziyordu.

Ben seni düşünüyordum. Kim bilir ne güzeldin soyunduğun zaman? Nasıl kadındın?
Nasıl öpüşürdün kim bilir? Nasıl kadın kadın kokardı her yerin? Tutup avuçlarıma
sığdırıyorum seni, gözlerime, dudaklarıma sığdırıyorum.

Sensiz kahrolmak vardı. Seninle yaşamak vardı dolu dizgin. Seninle her gece birbirimizi yenilemek vardı odalarda. Odalara sığmamak vardı. Bir sel gibi taşmak vardı gecelerden. Elimi uzatsam tutabilirdim seni. Öyle yakındın. Zamana kokun sinmişti. Belki de uzaktan günlerce koşsam yetişemezdim sana. Zamana kokun sinmişti. Tuttum resmini indirdim duvardan. Duvar ağlamaya başladı.....
--spoiler--

taştan olan ne varsa parçalandı içimde.. etten olan ne varsa kendi köpekliğim yedi hepsini.. ruhtan ibaret ne varsa çektim vurdum şimdi ben de onları. içimde öldürürken seni; istedim biryerlerde tekrar dirilmeni..