bugün

sene 2013 kız arkadaşımdan ayrılıp bunalım takıldıgım dönemlerdeyim, derse yetişmek için ev arkadaşımın beni zorla giydirdigi zamanlar işte, sigarayı iki pakete çıkartım utanmasam ekmek arası azık edip yicem.
ama gel görki soranlarada ''yok iyiyim ya, valla hatta çok iyiyim'' palavraları sallıyorum.

yarı tatil için millet planını yapmış kimi memlekete kimi rusyaya gidecek ( rusya olayı ayrı bir konu, ona şimdilik hiç girmeyelim )
bense ankara'dan adım atmak istemiyorum , memleket başka galakside gibi uzak geliyor, üzerimde bir haftadır çıkarmadıgım siyah bir eşortman. siyah oldugundan hiç kirlenmemiş hissi uyandırıyor , mutfak bira şişeleri ve bardakarın içine söndürülmüş sigara izmaritleri dolu ki ayrılık öncesi yogun bakım odasından daha temiz görünürdü.

arkadaşımın beni bırakmaya gönlü yok , kardeşleride gözünde tütüyor biliyorum zorla gönderdim '' yok valla çok iyiyim'' diyerekten. gitmeden ankaralı kız arkadaşına telefon edip, kedi yavrusu gibi beni emanet ettikten sonra yanlızlıgımla baş başa kaldım.

yar'dan ayrılalı daha üç gün olmuş. aşk acısının zirvelerinde geziniyorum kasvetli anathema şarkılarımı dersin, azam alimi dersin mutfak hariç evin her bir yanında yankılanıyor. mutfak diyorum çünkü karantina altına alıp kapıyı kitledim 2 hafta öyle kalsa insanlıgın sonunu getirecek denli etkili virüsün oluşum merkezi olabilirdi. olamadı tabi.
temizlik takıntılı , sorumluluk sahibi kızımız mutfagı tekrar insanlıga kazandırdı.

3 ay önce kadarda nişanlandı bizimkiler zaten. öyle bir halde bulmuştuki beni. kızın arkadaş ortamında anlattıgı ilk üçe girecek kadar komik bir anı edindigini düşünüyorum. halen aralarında anlatıp güldüklerine bir çok kez şahit olmuşlugumda var.

yok arkadaş bu acı geçecek gibi degil , üzerime yapıştı çıkmıcak sanki gibi bir hissiyatın için debelenmekteyim.

sigaram sönmeden digerini yakayım diye uzattıgım elimi. birde ne göreyim sigara bitmiş , saat gece 2-3 suları.
açık olan en yakın büfeye dogru ilerlemekteyim ki çöp kutusunun yanında bir köpekle göz göze geldim aç gibi bir hali vardı. aç olduğunu yazarak nasıl anlatayım bilemedim şimdi işte aç gibi duruyordu. neyse köşedeki büfeye girip iki paket sigara birde süt aldım, en ucuzundan istedim ki çocugum oldugunu felan düşünmesin diye. baktım düşünüyor gibi oldu, hemen durumu anlattım. sağ olsun bir de konuyu söyleyince hanım kızımız müteessir oldu. birde yogurt kabı verip ugurladı beni askere gönderir gibi.

köpeğin yanına geldim. sütü açıp doldurup köpeği çöpleri atıldığı yere çektim. o sütü içtikce iyi hissetmeye başladım kendimi içimden vay be hayata bak hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmıyor diye geçirdim. bitiremedi sütü, baktım bu doydu kutudaki geri kalan sütü diktim kafaya.

boş kutuyu salladım çöpe.
tabi her zaman ki gibi girmedi, düştügü yerden 2 tane yavru köpek çıkmasın mı ürkek ürkek kuyruk sallayarak ''gelilim mi yanına'' '' bak geliyorum ha birşey yapmıcaksan'' der gibi kafaları yerde sürür vaziyette yaklaşıyorlar.

arkadaş dururmuyum ben, hemen tekrar aynı büfeye , tam kapıdan girecekken cam kapıdaki yansımam'da kafaya diktigim sırada dökülmüş sütle kombine omuş kıyafetin içinde kendimi gördüm ve gördügüm gibi geri döndüm. aklımda deli sorular .

lan acep kız şimdi kendine aslıdıgımı sanmasın, hani köpek için almıştın sen içmişsin hemde hayvan gibi içmişsin demesin düşüncesiyle. tam 1,5 saat büfe aradım arkadaş o sütü bulacam başka çare yok yani. sanki bu bunalımdan kurtulmam o süte baglı gibi arıyorum.

buldum efendim.
sonunda köpekde yavrularıyla beraber peşimde bu anda tabi. yavrular öyle bir içiyorlardıki sütü dünyayı kurtarmış gibi hissettim kendimi bugünde karınlarını doyurmuşlardı yarın ne olacaktı bilemem.

işte o sabaha karşı eve dogru yürürken dank etti kafam.

açlık vardı olum bu dünyada , açlıktan ölen insan vardı, bense tok karnına sıcak evimde şarkılar eşliginde kederleniyordum bencilce
anladımki açlıktan ölen insanların oldugu bir ülkede hiç birşey daha ciddi, ve önemli olamaz
işte o gün bıraktım sevgilinin ardından yas tutmayı.... onun beni bıraktıgı gibi.

sonuna kadar okuyan herkese teşekkürler.

debe editi : kadına şiddete hayır !
aşk acısı gereksiz veya saçma denemez. insan kendini cezalandırıyor aşk acısında. Ceza da lazım.
(bkz: çeken bilir)

Not: aşk acısını.
aşk acısı çekmiş ve hayata geri dönmüş bir değerli yazarımızın beyanatıdır. aşk acısı elbette vardır ama hayat devam eder. en sevdiğin ölür de yine unutursun acısını. unuttun, açlık var, insanız diye; bu ölümün acısı yok anlamına gelir mi üstad? gelmez elbette.

yaşamayan nasıl bilsin
alt tarafı aşk desin
allah kimseye vermesin
aşk acısı

(bkz: aşk acısı)
Kim sevdiği onu terkedince üzülmez ki? Ama çok büyütmeyip hayat devam ediyor diyebilmek gerek.
azıcık mantıklı olan herkesin başından atıp hayatına devam edebileceği bir şeydir.
aşk acısı geçene kadar dünyanın en büyük acısı gibidir, geçtikten sonra söyle bir dönüp arkaya bakınca bu kadar üzüntünün boşa olduğu anlaşılır.
Tehlikelidir.Bağlaç olan "de"leri birleşik yazdırabilir.
Gerçek acıdan bin kat daha acı veren bi olaydır, elin yansa bi hafta sonra geçeceğini bilirsin.. ama aşk acısı öyle mi her gördüğünde görmeyi de geç her nefes alıp verişinde aklına gelir. tabi nefes alabilirsen. boğazına bir oturur insanın yutkunamaz nefes alamaz akılda hep yaşanması mümkünken yaşanamayacak şeyler gelir. anılar gelir.. sonra son konuşmanız olduğu aklınız gelir kalbin sıkışır. hiç kimse teselli edemez.
zamana birakmadanda atlatılabiliyormuş demek içindi.
sevgi meselesi çok enteresan meseledir aslında...

şöyle bir dönüp baktığımızda ne çok şeyi seviyoruz. bir kediyi ya da köpeği ya da başka herhangi bir hayvanı. ne bileyim bir yemeği mesela çok seviyoruz. futbol izlemeyi çok seviyoruz çoğunlukla. içmeyi seviyoruz, dağıtmayı, şarkı söylemeyi, dans etmeyi...
aile bireylerini, arkadaşlarımızı ve de bir karşı cinsi seviyoruz.

ama ne var biliyor musunuz? yukarıda saydığım tüm o şeyler için madalyonun öbür yüzü de mevcuttur. yani senin sevdiğin bir şeye bir başkası nefret duyabiliyor. peki neden farklı? yani neden herkes aynı şeyi sevmiyor. zevkler ve renkler deriz çoğunlukla. ama aslında öyle değildir. tabi ki bilimsel bir gerçeklikle söylemiyorum bunu, yazdığım ve yazacağım şeyler koca bir "bence" içermektedir.

şunu hiç düşündünüz mü? hemen hemen hepimizin başından geçmiştir, eskiden çok sevdiğimiz bir yemeği artık sevmeme hadisesi. ağız aynı ağız, dil aynı dil, mide aynı mide... peki neden önceden bayıldığımız patlıcan oturtmayı artık sevmiyoruz da karnıyarığa bayılır olduk? ya da belki de patlıcandan temelli nefret ettik değil mi?

şöyle de bir hede var aslında. müziğe 1-6 yaş arasında pop dinleyerek başlarız, sonra birden rapçi oluruz, sonra belki metalci belki rockçı belki bluescu belki popçu oluruz. bakın sevdiğimiz şeyler yine değişti değil mi?

gelelim karşı cinsi sevme meselesine...

tamamen vücudumuzun bize oynadığı oyunlar silsilesidir karşı cinsi sevme meselesi. vücut kimyamız ara sıra duygusal güncellemelerle güncellenir. hani şu milleti el ele gördüğümüzde ahh ahh çektiğimiz zamanlar... hatırladınız değil mi? ben de isterem moduna bürünürüz ve başlar radarlar çalışmaya. o anda dış görünüş ya da sevimli bir hareket belki cool bir hareket ne bileyim herhangi bir eylem ya da hal ilgimizi çeker ve radar zön zön zön diye sinyallerini gönderir beyine. beyin bu durur mu kalbe der ki sürprizz!! vışşş ederekten erir kalp oracıkta, enee bir bakmışsın deli divane olmuşsun. normalde aptalca bulacağın düzinelerce hareketini görmez olmuşssundur. kötü yanları, "lan ayrıl benden götverenin tekiyim ben" dese de senin için o kişi doğru insandır, dürüst insandır aman tanrım didimdir.

peki soruyorum o anda sempatik gelen bir kül tablası olsaydı? hönk dedin değil mi? neyse kül tablası meselesine tekrar döneceğim ama unutma bu hikayede kül tablası en iyi yardımcı oyuncu ödülüne aday...

sonra ilişkinin büyüsü dediğimiz cicim ayları bitince duraklama dönemine girilir. derken fetret devri başlamıştır ohhoo ilişki böyle boşlukta sallanıyor falan durum vahim. sorgulamalar başlar "yok ben bunu tanıyamamışım" cümleleri döner beyinde, arkadaşlarla paylaşılır.

ama asıl soru şu sorulması gereken: ee abi sen acaba tanımaya gerçekten çalıştın mı? yoksa inanmaya meyilli miydin?

velhasıl kelam büyük kavgalar başlar. seni lanet olası zenciler mi denmesin "senin tek sorunun o koca götün" diye atarlar mı yapılmasın. böyle "sen kimsin lan? adını söyle bana adını" tadında salak salak kavgalar yani. ve ayrılık çanları çalmaya başlar.

işte şimdi konumuza dönebiliriz arkadaşlar.

aşk acısı saçmalığı. evet saçmadır, neden biliyor musunuz?

tıpkı o anki duygusal hareketlenmelerimizden ötürü nasıl ki aşık olduysak ( öyle sandıysak ) acı çekmeyi istediğimiz için yaşarız. ben neden acı çekmeyi isteyeyim manyak mıyım? diye sorduğunuzu duyar gibiyim. inan bana bu isteminin farkında bile değilsin arkadaşım. çünkü normalde öyle kavgalar yaşadığın birinden ayrıldığında ya da ne bileyim seni aldatmışsa ilişki içerisinde, yol yakınken bittiği için sevinmen gerekir normal şartlarda. sağlıklı olanı budur. ben emeklerime üzülüyorum emeklerimeee diyen arkadaşım! hayır sevinmen gerekir tecrübe kazandığın için. hayat öyle bir hayat ki inanın bana üzülmek için bile zamanınız yok.
insan istedikten sonra her şeyi ve herkesi sevebilir. bu yüzden bir insanın hayatınızda devamlı olmasını istiyorsanız duygularınızın size yön verdiği bir anda değil mantığınızın ön planda olduğu bir anda seçin bu kişiyi. davranış ve huylarının % 85' inin size uygun olmasına özen gösterin. kalan %15 lik fark ilişkiyi diri tutacaktır. ha bir önemli nokta da şu: partnerinizi seçerken bir ömür boyunu yüzüne bakmaktan sıkılmayacağınız birini seçin. ayılıp bayılacağınız demiyorum, bakmaktan sıkılmayacağınız diyorum buna ayıkın lütfen.

ve son olarak; inanın bana eğer çok isterseniz bir kül tablasına bile aşık olabilirsiniz ya da aynı kül tablası kırıldığı için delicesine acı çekebilirsiniz.

edit: nerden mi biliyorum? konya' nın kış soğuğunu bilen bilir. selçuk üniversitesinde okuduğum dönemde, bir kış gecesi elimde nescafe üzerimde sadece bir t-shirt ve bir boxerla balkonda otururken yüzümde donan gözyaşıyla anladım ben bunun saçma olduğunu. nankörlüktü çektiğim acı, sahip olduğum diğer her şeye olan büyük bir nankörlüktü.
simdi sen inandin mi bu yazdigina?
henüz ailesinden birini kaybetmemiş, sağlığının sahip olduğu en önemli şey olduğunun farkında olmayan ve hayatın ne denli kısa olduğunu bilmeyen ergen zırvasıdır.
Bu zamana kadar iki defa yasadim ask acisini ve zamanla gectigini gordum.
Simdi ise cidden sevdigim insandan karsilik alamadim ve su kanaata vardim.
Eger gercekten sevip, sevililebilecegim bi insan olucaksa ben cabalamadan allahin o insani karsima cikarmasi gerekiyor.
Yoksa aramakla sevgiyi bulamiyor kendini kandiriyor insan.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar