öğlen 13.00 gibi uyandım. baktım abim sabahtan çayı hazırlayıp işe gitmiş. yaktım çayın altını, oturdum bi sigara içtim bu arada çay kaynayana kadar. çay kaynayınca bir bardak çay doldurdum içtim. ikinci bardağı kahvaltıyla beraber götürürüm diye giydim ceketimi, iki boyoz alıp geleyim diye çıktım dışarı. boyozları alacağım sokağın köşesine her gün at arabasıyla bi amca yanaşıp meyve satıyor. bizim atlı amca yine köşede, park etmiş at arabasını oturuyor öyle. atlı amcaya kafa selamı verip devam ederken yoluma, atın önünden geçen bi teyzenin o tiz, kafa sesinin çok daha üstünde bir sesle irkildi cadde.

esnaf, cadde üzerindeki insanlar, evlerinde oturanları bile koşarak pencereye sevk eden o çığlık yükseldi teyzeden. kafamı çevirip bakmamla birlikte teyzenin sağ kolunun atın ağzında olduğunu gördüm. gülmekle (burnumdan hımff yaparak) tedirginlik arasında kısa bir saçmalama yaşadım. teyze fütursuz ve anlamsızca sesler çıkararak bağırıyor, atlı amca atı dizginlemek için atla boğuşuyor, büyük bi kalabalığın yüzünde 'bu ne la amına koyum' ifadesi. siyahi atımız sonunda pes ederek teyzenin kolunu bıraktı. teyze feryat figan yerlerde 'ambulans' diye bağırıyor. dayanamadım bastım kahkahayı. iki-üç kişinin yüzüme ters bakmasından işkillenip boyozumu aldım geldim.

be teyze şansını sikeyim, izmir'in göbeğinde insanı at mı ısırır?
atın insanı ısırması haber değildir ama insanın atı ısırması haberdir.

Metin Uca