ilk, bir kelimeler bir bütün oluşturup cümle haline gelmezler. öyle havada savrulur dururlar. hepsini bir araya toplayıp, anlamlı bir cümle yapıp aklınızda toparlayamazsınız: " o öldü!"
sonra bir inanamama hali vardır.
birinin size bir eşşek şakası yaptığını düşünürsünüz; kim olduğunu bilemezsiniz; sıradan liste aklınızdan geçmeye başlar: bunu söyleyen arkadaşınız, "o", cenaze hazırlıklarına başlamış olan ailesi, allah *, hayat....
o aptallaşmış inanama, daha doğrusu idrak edip kabullenememe hali devam eder. en son ne zaman onunla konuştuğunuzu ya da görüştüğünüzü hatırlamaya çalışırsınız. bugündür, dündür, bir hafta öncedir, hala "görüşürüz" ya da "bana bir bira borcun var"ı hatırlayacak ve yerine getiremediğinizi farkedecek kadar yakın bir tarihtir aslında. gülümsemesi gelir aklınıza. görüntü gülümseyip, onun en klişe görüntülerini sıralayıp, bozuk bir plak gibi döner. bir tarafınız gerçekliğe dönme, duyduklarınızı anlamlandırabilme amacıyla algınızı zorlar; gülümsemeyi, konuşmayı soldurup "six feet under" koymaya çalışır, başaramaz, yakıştıramaz, sığdıramaz. zaten toprak onu almaz, zaten kapalı alanları sevmez, zaten yerinde 10 dakika duramaz, zaten... zaten... bir sürü zaten....
bir taraf reddedip bir taraf açılınca beceriksiz bir damla akar gözden, yavaşça süzülür. bir diğeri takip eder, bunlar peşpeşe çenenizden ve burnunuzdan yere dökülmeye başlarlar. neden ağladığınızı tam olarak bilinçli bir şekilde düşünemezsiniz ama dökülen yaşların farkındasınızdır çünkü gözleriniz, burnunuz, boğazınız ve o her bir damlanın süzüldüğü iz deli gibi yanmaktadır.
anneniz merak edip gelir sizin sessizliğinize. yüzünüzü görünce endişelenir deli gibi. ne olduğunu sorar. söyleyemezsiniz. ne söyleyeceğiniz bile bilemezsiniz. sanki ağzınızdan çıkan her sözcük gerçek olacakmış gibi ve sanki herşey, siz söylediğiniz anda gerçeğe dönecekmiş gibi gelir. sanki kaybınız, sizin ağzınızdan çıkacak "anne, arkadaşım ölmüş" sözlerine bağlıymış gibi gelir. susmak ister bir taraf. gözlerinizin önünden sizin değil, "o"nunla sizin hayatınız geçer. bir daha yaptığınız hiç bir şeyi yapamayacağınızı, hiç beraber gülemeyeceğinizi, sağa sola boş boş savrulan "bundan şundan sonra görüşürüz"lerin hiçbirinin gerçekleşmeyceğini, hiçbir şeyin bir daha geri gelmeyeceğini anlarsınız.
bu son damla olur.
içiniz yırtılarak, acıyarak, bağırarak acır, durmaz artık, kanar da kanar...
sana hayatı anlamsız kılan ve ondan sonraki dönemlerde başka hiç kimse ile arkadaşlılarının bu kadar sıçak olmayacağını anlayacağın andır.
seninde ruhunun ölmesi demektir.
her daim kalpte kalacak derin bir yara açan olaydır.

henüz çocukken, bir 19 mayıs günü yitirilen arkadaşın sancısı geçmez hiç. mezarına gidilemez arkadaşın, yürek dayanmaz. anne-babası ziyaret edilemez, boynunuza yavrum diye sarılmaları yüreğinizi parçalar. onun da şimdi sizinle aynı yaşta olabileceği düşüncesi; ama yıllardır o toprağın altında oluşu... dayanılmaz.
rahat uyu arkadaşım, rahat uyu. dualarımız seninle. unutmadık...

ve bu başlığın, bugün karşıma çıkması nasıl bir tesadüftür...
bıktım ulan artık! ne alıp veremediği var bu hayatın benle? neden hep benim sevdiklerimi alıyor benden? değer verdiğim insanları neden alıyor birer birer elimden? son 2 yılda 5 arkadaşımı aldı elimden. canımdan parça olan insanları aldı. ölümle ayırmadıklarını da başka yollarla alıyor zaten elimden. ne peki benim günahım? ben nasıl büyük bir günah işlemiş olabilirim ki sevdiğim herkes gidiyor teker teker. neden ben? neden benim sevdiklerim? alacaksan canımı parça parça alma böyle benden. alacaksan al hepsini bir kerede. neden bana bu acıları yaşatıyorsun? dayanacak gücüm kalmadı artık sevdiklerimi kaybetmeye. ağlamaktan göz yaşım kalmadı artık. güçlü olmaya çalışacak mecalim kalmadı artık. tam birini atlatmaya başlarken diğeri geliyor üstüne. tam birinin boşluğuna alışmaya başlarken başka biri daha gidiyor. dayanamıyorum artık acı çekmeye. şu hayatta hiç mi gülmeyecek benim yüzüm? hep mi ağlayacam sevdiklerimin arkasından? ruhum dayanmıyor artık. yoruldum. çok yoruldum acı çekmekten.
insanı umutsuzluğa, aşırı mutsuzluğa sokacak olaydır.
dünyada hiç birşeyin kalıcı olmadığını ve ne yazık ki artık açımasız hayatta yalnız kaldığının anlaşıldığı andır.
hayatta aslında yalnız olduğunu anladığın andır. hepimiz budalayızdır aslında bu konuda. hiç kimse bunu kabul etmek istemez, ama kimse şunu düşünmez, mezuniyet balosunda arkadaşlarla eylenirken en az, hastanenin tuvaletinde sıçarkenki kadar yalnızız.
demek sıra artık bize de geldi...
isyan edilesi durumdur.

hele ki çok değil birkaç saat önce seni arayan "yarın istediğin listeleri gönderirim" diye sana söz veren iş arkadaşının ölüm haberini almak ve ardından eşinin yakın zamanda ikiz bebek beklediğini öğrenmek... ben şimdi kime üzüleyim; ölen arkadaşıma mı, dünyaya gelmeden babasız kalan bebeklere mi, bütün bu acıyı yaşayan eşine mi...
siranin aslinda bizlere o kadar da uzak olmadıgını görüp silkinmemiz icin ilahi bir uyarıdır..
devamlı boğazın düğümlenmesi, kalbin sıkışması... ağlasan nereye kadar ulan! bi kaç gün önce hayatta olan adam geri gelmezki... üstelik helallik almamışsan daha beter olmaz mı bu acı? 21 biraz erken değil miydi dostum?
kendi ölümünüzün habercisidir. hatırlatmadır. giden gider kalanlar ağlar ve ölür. hayatı farklı algılamamak gerekir. bugün ona yarın sizedir. önemli olan geride bıraktıkları ve bıraktıklarınızdır. şanslı olan ölüp, geride gözü yaşlı arkadaş bırakan mı? gözü yaşlı olup hayatı anlamlandırabilen mi?
'... işte belki de bu yüzden seni en çok ben özlüyorum, benim ölü arkadaşım!' (okan bayülgen'in, 2000 yılında ölen arkadaşı boran kaya'ya yazdığı ağıttan bir parça)
elim bir trafik kazası sonucu arkadaşını kaybetmektir. ne kadar istesen de artık hayatında yoktur o. tabutun içinde gördüğün son an aklından hiç çıkmaz insanın.
sabahın 10'un da gelen bir haberle yıkıldıgınız, şaka gibi gelen, asla inanmak istemeyeceğiniz bir olaydır. daha çok gençtir, hayatının baharındadır. sizinle yaşıttır. geleceğe dair bir sürü planlarınız vardır ve onlar gerçekleşemeden o gitmiştir bile. onu daha şimdiden özlemişsinizdir. hoşçakal tuana, hoşçakal..

edit: bunu eksileyen arkadaş, cok merak ediyorum nasıl bi zihniyete sahip oldugunu.
bence acımasız olabilir ama giden kurtulmuştur artık başına başka birşey gelmeyecek süpriz olmayacak ama kalanarın işi zor önünde koca bir ömür ve ne olur ne biter belli değil hayatın heycanı içinde herşey unutulur gider. Nekadar acı olsada.
(bkz: mukadderat)
trafik kazası veya başka boktan bir nedendendir. bir bir eski anılar hatırlanır. durduk yere aklınıza gelir. gün gelir unutulur, gün gelir hayallere dalınır.
(bkz: kardeşin ölmesi)
sabah her gün olduğu gibi servise binilir ve her gün olduğu gibi "günaydın fıstıklaaarrr" diye bağırılır avaz avaz. insanlar cevap vermez, sanki hepsi düşünceli.
taylan'ın bir kaç gündür problemleri vardır, bir kaç gündür de merak ediliyordur ne olacak, ne yapacak diye. sabah taylan'dan yayılan buram buram tütün kokusu yoktur o gün.
- eren, taylan gelmiyor mu bugün?
+ ceren bi şey söyliycem ama doğru olduğundan emin değilim, sakin ol o yüzden.
- neymiş?
+ dün... absiyle tartışmışlar biraz, zaten biliyorsun bir haftadır çok normal şeyler olmuyordu.
- ee gelemeyecek mi?
+ ceren... taylan... intihar etmiş...
- nasıl?!! nerde, nolmuş?!! nerde taylan??!!! şaka değil mi bu?? e ne zaman taburcu oluyor eren çıldırtma anlatt !!!
+ ceren... taylan ölmüş sanırım...
-kim dedi? eren saçmalama nasıl inanmamı beklersin buna yaa? dün annesiyle sarmaş dolaş çıkmadı mı okulun kapısından? saçmalama ölmez o...

sonra okula gidilir ve durum anlaşılır.
taylan abisiyle tartışmış, peşinden de camdan atmıştır kendini... hastaneye kaldırılır, müdahaleler yapılır ve bilinci yerine gelir sonra, iyileşecek... daha sonra lanet olası iç kanama başlar ve taylan'ı alır bizlerden...

16 yaşındaydım seni kaybettiğimde, 17 yaşında dondun kaldın sen.
3 yıldır o kocaman kafasını omzuma koyup uyuyan, "civciv baksana bi" diye seslenen, çok sigara içtiği için kızdığım sen, sabahları kendime gelmemi sağlayan sana has bir tütün kokusu yok hayatımda. en son hatıramız ise bana el sallayıp, "görüşürüz civcivim" demendi. ne tuhaf değil mi? ertesi gün adli tıpta cenaze arabasının içindeki tabuttaydın sen... ve daha 17 yaşındaydın...

(bkz: #6391225)
defalarca gelirsin bu başlığın altına, beklersin.
ellerin kitlenir, ismini ağzından o günden beri bir kere bile çıkaramadığın gibi.
küsmüşsündür bir kere ne bir resminize bakmışsındır ne de bir hatıranızı o dolaptan çıkarmışsındır.
sadece geleceğini bildiğin için beklemişsindir.
ölüm bile bizi ayıramaz derdi çünkü.
yanılmış.ayırdı işte.
geçen sene...
üsküdardayım, taksideyim telefonla konuşuyorum. önümüzde kaza olmuş adam sövüp duruyor. bir kızın çığlıklarını duyduğumu hatırlıyorum bir tek zaten sesler hemen kesildi meğer kızı arabaya bindirip götürmüşler. sonra parayı verip indim taksiden ilerlemiyordu çünkü. kuzenimle konuşuyorum akşam aradı. sesi berbat 'ne oldu' diyip duruyorum tam birşey söyleyecek oluyor 'a neyse sen naptın bakalım' diyor. bende anlatmaya başlıyorum. 'önümde kaza oldu kızı göremedim çığlığını duydum çok kötüydü acaba kurtulmuş mudur?' diyorum kuzenim 'hayır' diyor.'nerden biliyorsun ya öyle deme diyorum 'hayır o büşra'ydı ve ölmüş az önce kaan aradı haber verdi' diyor, inanamıyorum tabii duymuyorum artık söylediği sözleri, şaka yaptığını sanıyorum ama şaka yapmadığını mezarının başında farkediyorum..

arkadaşını kaybetmek kötüdür evet, ama eğer çığlıklarını duymuşsanız, son nefesini verdiğinde aynı yerde fakat hiç birşeyin farkında değilseniz herşey daha da kötüdür..

hala keşke diyorum. keşke o taksiye binmeseydim. o zaman onu görür lafa tutardım ve o şerefsiz adam çarpmazdı işte.. çare olmaya çalıştığım çaresizlik bu aslında biliyorum..

ölüm işte, en yakın arkadaşın tahmin edilemeyen, önlenemeyen ölümü..
hele en sevdiğinizse daha da yıkıcı olan durumdur. 1,5 sene önce bir arkadaşımla facebook'ta yazışmış ve kanser tedavisi gördüğünü öğrenmiştim. daha işletme doktorasına başlamamışım. meğer bu yazışmamız, son yazışmamızmış. 2 ay sonra bir başka arkadaşım ölüm haberini verdiğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş, üstüme bir soğukluk çökmüş ve gözlerim kuruyana kadar ağlamıştım. hele ölümünden bir hafta sonra arkadaşımın ailesinin yenibosna'daki evini birkaç arkadaşımla ziyaret ettiğimizi ve ailesinin acısını teselliye çalıştığımızı daha dün gibi hatırlıyorum. nur içinde yat anıl deniz.
sabah bakkala ekmek almaya gidilir.
yolda karşıdaki sitenin bahçıvanının oğlu dinçer abi görülür.(abidir ama abiliği, yeşil yoldaki karakterimize benzer bir yapısı olmasındandır. aslında 2 yaş büyüktür.)
her sabahki gibi fıskiyeleri açmak için motoru çalıştırmaya gidilmiştir. küçük bir sohbet edilir. ardından evde ateri oynanmaya başlanır.
abim soluk bir suratla geldiğinde ve dinçer ölmüş dediğinde şaka zannedilir. fakat evinin önüne gelince duyulan feryatlar şaka olmadığını gösterir. olay duyulunca iyice şok durumuna geçilir.
sabah motoru çalıştırırken elektrik kaçağı çıkmış motorda, zemin ıslak ve dinçer abinin ayaklarında da sadece bir terlik olduğundan, kısa bir sürede hakk'ın rahmetine kavuşmuş.
uzun süre üstümden atamadım olayı: unutmaksa hala gerçekleşmedi.

yıllar sonra trt yeşill yolu verir ve yeşil yol izlenir, elektrik verilme sahnesinden sonra 5 gün konuşulamaz. arada bir kekeler gibi çıkan laflar hariç.

mekanın cennet olsun dinçer abi.
(bkz: yok öyle bi şey)
insana hayatın gerçeklerini yüzüne yüzüne çarpan durumdur.

öncelikle belirteyim, arkadasım hemofili hastasıdır. bildiğiniz üzere bu hastalığın tedavisi yoktur ve ilaç bağımlılığı gerektirir.

bu arkadasım 1986 doğumluydu ve sürekli bu hastalıkla mücadele etti. en ufak bir darbede ayakları balon gibi siserdi. her gün kendi kendisine iğne vurar ve çok tesirli ilaçlar alırdı.

tarih: 23 ekim 2009

sıradan bir gecenin ardından yatılan geç bir vakit. sabah yine geç saatlere kadar yatılacaktır. malum üniversite hali. sabah bir telefon titresimi duyulur. hiç huyum değildir seslide tutmak telefonu. arayan fatih abi'dir. aman bosver denilir açılmaz telefon. 1 saatlik uykudan sonra uyanıldığında tekrar çalmaya baslar telefon ve fatih abi'nin ağzından dökülen ilk cümle:

- recep vefat etti.

recep'in ablası ankara'dadır, recep'in öldüğünü bilmemektedir, sadece acilen antalya tıp fakultesine sevkedildiği söylenmistir ve benim arabam vardır. cenaze antalya'nın bir ilçesinde defnedilecektir.

bundan sonraki olaylar sanırım hayatımda yasadığım en acı 3 günün tarifidir:

8 saatlik antalya yolu.
ablasının receple ilgili sürekli bir seyler sorması.
sürekli kaçamak cevaplar.
güçlü görünmeye çalısılmalar.
ablasının antalyaya 1 saat kala uyuması.
antalya'nın sessiz biçimde geride bırakılması.
ablasının kemer yolunda uyanması.
neden antalya'da durmadık diye haykırısları.
yine kaçamak cevaplar.
bitmek bilmeyen son 100 km.
yolun artık dayanılmayacak seviyeye gelmesi.
recep'in evine 10 dakika kala kuzeninin ablasını araması ve recep'in öldüğünü söylemesi.
10 dakikalık yolun bir döngüye girmesi.
ablasının feryatları.
eve varıs.

evdeki durumu tahmin edebiliyorsunuz sanırım, hele ablanın gelmesinden sonraki durumu. hiç ağlarken görmediğim amcamın bile hıçkırıklar ağlaması.

ben ise hala tutuyorum kendimi. güçlü olmak zorundayım çünkü. kendimi bıraktığım anda eminim birçok kisi bana sarılıp ağlayıp bayılacaktı.

recep erzurum'da vefat ettiği için antalya'ya transferi biraz zor oldu. önce trabzon'a otopsiye gönderildi. oradan da bir gün sonra antalya havalimanına geldi.

gece saat 2.30

yasamım boyunca unutamayacağım bir an. en yakınlarından birinin tabutunu görmek kadar üzücü bir sey yok sanırım. nedense kaçtım tabuttan. anlamsız bir korkuya kapıldım. arkadasın onun içinde yattığını bilmekten sanırım. sanki tabuta dokununca yığılacak gibiydim. tarifsiz bir duygu. daha sonra kuzenimin yardımıyla kendime geldim. tabutu araca koymada yardım ettim. zaten bir daha da dokunmadım tabuta.

gece saat 4.30 - cenazenin eve ulasması

aman allah'ım. ablasının feryatları, annesinin haykırısları, babasının ağlaması, ablamın bana sarılması, cenazeyi trabzondan getiren babamın tarifsiz dakikaları, diğer arkadaslarımın sinir krizleri geçirmesi. benim ise hala ağlamamam.

sabah saat 9

artık cenaze vakti. gece geldiğinde açılmayan tabut, sabah açılıyor ve arkadasım son kez gösteriliyor ailesine, arkadaslarına. o anki feryatlar hepsinden beterdi. tabutuna dokunamayan ben, onun cansız yüzüne bakmaya nasıl cesaret edebilirim ki.

cenaze yıkandı, namazı kılındı,tasınarak mezarlığa götürüldü ve defnedildi.

ne kadar garip değil mi? yasıyorsunuz ve ölüyorsunuz. 2 metre derinliğinde bir çukur kazıyorlar, beyaz bir torbanın içinde sizi o çukurun içine koyuyorlar. üzerinize dört bes tahta yerlestiriyorlar ve üzerinize toprak atıyorlar.

bitti iste hayatınız. hiçbir seyin anlamı yok artık.

belki de ilk defa bu gerçeği görmenin etkisiyle, mezarın basında oturup kalmısım. o ana kadar ağlamayan ben, hıçkırıklara kapılıp ağladım. belki rahatlamaydı belki de baska bir seydi. belki de arkasının gülümsemesinin gözümün önüne gelmesindendi. belki de onunla batak oynayısımızı hatırlamamdı.

bitti her sey. o artık yanında değil. 4 tane tahtanın altında, üzerinde toprakla.

2 ay sonra otopsi sonuçları geldi. arkadasım akciğer kanamasından dolayı hayatını kaybetmisti. muhtemelen yine attığı o ilaçlardan dolayıydı.

en kötüsü de ne biliyor musunuz? arkadasım 2 sene önce ayağından ameliyat geçirmisti. ve bu sene ilk defa futbol oynamaya, voleybol oynamaya baslamıstı. daha tadını çıkaramadan hayata gözlerini yumdu.

onu en son 5 ekim'de görmüstüm. halbuki ne kadar da huzur dolu ve mutluydu gözleri.