bugün

selam.

kirli sahifelerde hapsolmuş kokun,
gözlerini öldürseydim elleri kan kokardı oğlunun
günahsız hicivleri diktim koynuma bir yalan gibi
ve kanıma hapsolmuş ifritlerin düşleri yapıştı sırtıma,
şimdi melekleri aldanmış bir bebek gibi ağlıyorum karanlığa;
karanlığımı yutan annem gülümsüyor günahların mezarlığında

bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga

Mukaddesattan uzak bir ailenin azametine yanaşır bir çocuktum. variyetli sülalemizin son erkek çocuğuydum. benden önce aristokrat ailemizin içinde dünyaya gözlerini açan tüm kız çocukları evlatlık olarak verilmiş, ya da birtakım karanlık güçler tarafından izale edilmişti. bu sebepten tüm aile fertleri üzerime titriyor, tüm varlıklarını eğitimime ve kişisel gelişimime harcıyordu. aldığım eğitimlerin muhteşem neticeleri saymakla bitmezdi. tek bir örnek vermem gerekirse; henüz doğalı birkaç hafta olmuşken bez kullanmayı bırakıp tuvalet ihtiyacımı kendi başıma tuvalette gidermeye başlamışım. dört haftalıkken de kendi kendime duş aldığım söylenir.

yaşım ilerledikçe aldığım eğitimlerin içeriği de değişmekteydi. anlatılanlara göre; köklü sülalemizin tek heteroseksüel evliliği annem ve babam arasında gerçekleşmiş. yüzyıllar boyunca tüm dedelerim ve ninelerim erkekmiş. meğer ailemize girmeyi başarabilen tek dişi organizma annemmiş.

babam aldığı eğitimlere karşı gelerek gey atalarına ihanet etmiş. içerisindeki heteroseksüel canavarı henüz lise çağlarında sokağa salarak annemle karşılaşmış ve aşık olmuş. dedem, babamı her ne kadar evlatlıktan reddetmek istese de; babaannem olan mehmet nine dayanamayıp babamı affetmiş. ne de olsa ana yüreği... bu birliktelik her ne kadar tasvip edilmese de dünyaya benim gibi naif bir izzet bahşedildiğinden dolayı sürekli sineye çekilmiş. bu duruma göre de atalarımızdan süregelen sülalemizin tek evlatlık olmayan çocuğu bendim. bu mülahazaya binaen, beni çok sevmelerine şaşırmıyordum.

henüz o yıllarda atari icat edilmemişti... fakat bahçemizde mario besliyorduk. her gün mario'ya yem atıp kültür mantarlarıyla kavga edişini seyrediyordum. minik pembe bir çocuktum... robotum gri tlg bile henüz tasarlanmamıştı. onun yerine, gri tlg'nin dedesi olan "gri tlg1316mx" bize eşlik ediyordu. gri tlg1316mx; çift aküyle çalışan hantal bir robottu. fakat yine de vefalı ve vasıflı bir arkadaştı. bayramlarda elini bile öptüğümü hatırlar gibiyim.

zor bir çocukluk geçirdim... ailemizin büyüklerince "yasak ilişki" diye adlandırılan bir aşkın meyvesi olarak büyümenin zorlukları vardı. her sabah annemin fotoğrafının yerleştirildiği hedef tahtasına en az beş başarılı ok atışı atmalıydım. yoksa dedem tarafından iphone 6'ım elimden alınıyordu. her akşam uyumadan önce herkesi teker teker öptükten sonra anneme tükürmem gerekiyordu. yoksa müfit halam tarafından azarlanıyordum. kısacası annemden nefret ederek büyütüldüm.

Temayüz kişiliğimin temellerinin atıldığı ergenlik çağımda da değişen bir şey olmamıştı. annemden nefret ediyordum. neden diğer gaydaşlarımın annesi erkekti de benimki hanımefendi bir kadındı? üstelik iki çift de memesi vardı. ıyy...
neyse ki aile büyüklerimiz annem tarafımdan emzirilmeme göz yummamıştı. evde yüzünü görür görmez babam dışında herkes kafasına çuval geçiriyordu. üstelik bu durumdan hiç de şikayet etmiyordu. bu fütursuz yüzsüzlüğünden de nefret ediyordum. babama aşıktı, babam da ona aşıktı. kim bilir biz uyurken geceleri neler yapıyorlardı...

bir gün yeterince büyüdüğümü düşünen mehmet ninem ve dedem beni bir kenara çekip bu döngüye son vermemiz gerektiğini söyledi. onlarla hemfikirdim. artık annemin evden uzaklaşması gerekiyordu... ama nasıl? evden kovamazdık; babişkom da peşinden giderdi. öldürmezdik; babam da ölmek isteyebilirdi. babamı bir şekilde annemden soğutmamız gerekiyordu...

birçok seçenek düşündük. ama en etkili çözüm babaannemin fikriydi. anneme iftira atacaktık... babam aldatıldığını düşünerek annemden nefret edecekti. ne yalan söyleyeyim, bu kurnaz komploda rol alan müsebbiplerden biri olmaktan gurur duyuyordum. dedem, babaannem ve ben sevinçle pipilerimizi çıkarıp havada çarpıştırdık.

plan basitti: annem uyurken yanına altı tane kaslı ve bıyıklı erkek uzanacak, yeminli aile ressamımız tarafından bu an resmedilecek ve babama sunulacaktı. yeminli aile ressamımızın çok güzel bir huyu vardı; gördüğünü çizerdi. kesinlikle sorgulamazdı. fotoğraf makinesinden daha güvenilirdi. yolda depar atan 2400 tane penis resmi çizse tüm ailemiz koşulsuzca inanır, gerçekliğinden şüphe duymazdı.

hanımefendi annem öğle uykusuna yatar yatmaz kiralık bıyıklılar saklandıkları yerden zuhur ederek annemin yanına uzandılar. tam yeminli ressamımız odaya girecekken... o da ne! babam eve dönmüştü. derhal ressamı geri çağırıp odadan çıkardık. korkunç komplomuz başarısızlığa uğramak üzereydi. dedem kiralık bıyıklıları da odadan çıkarmak üzereyken ona mani oldum. "artık çok geç dedeykettom" dedim. gerçekten de öyleydi. babam her zamanki neşeli mizacıyla annemin uyuduğu odaya girmek üzereydi.

odaya girer girmez de ehveni şer bir ses duyuldu. babam eteği açılmış ortaokullu kızlar gibi çığlık atmıştı. çığlıktan korkan bıyıklılar da pencereden kaçmışlardı. babam gözyaşları içerisinde annemin yanına doğru ilerlerdi. annem hala uyuyordu... atılan korkunç çığlıklara rağmen uyumayı başarabilecek kadar yüzsüzdü. babam uzun uzun annemi uyurken izledi. saçlarını okşadı, alnına bir buse kondurdu ve onu nazikçe uyandırdı. biz de bu sırada kıkır kıkır gülüp dedemle birbirimizin omzuna vuruyorduk. uyanan annem "merhaba aşkım" diyerek tebessüm etti. babam bir süre annemin gözlerinin içine bakıp uzaklara daldı... ve ardından yüzüne tokat attı. annem şaşırmıştı. bu sırada biz de kahkaha atmamak için parmaklarımızı ısırıyorduk.

bir süre tartışmalar, kavgalar sürdü. annem gözyaşları içinde olan bitenden habersiz bir şekilde kendisini savunmaya çalışıyordu. babam tam inanacak gibiyken; yeminli ressamımızın yere düşürmüş olduğu tuvali gördü. bir an için annemin sevişirken kendini resmettirmek istediğini düşünerek, bunun bir fantezi olduğuna kanaat getirdi ve celallendi. artık aldatıldığına tamamen emindi. annemi hakaretler eşliğinde odadan kovdu. annemin odadan çıkmakta olduğunu görünce biz de salona koşup hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya çaba gösterdik. cebimden çıkardığım piyanomu çalarken, annem de gözyaşları içerisinde odadan çıkıyordu.

yanına bavulunu dahi almamıştı. o güne dek hayatımda görebileceğim en üzgün kadındı. bu "hayat" adı verilen mizansene başka bir halde gelmiş olsaydım; belki ben de onunla ağlayabilirdim... ondan nefret ediyordum evet. o bir erkek değil; kadındı. akıttığı her damla yaş için kahkaha atmam gerekiyordu. ama gülümseyemedim bile... tanrım neden? neden o karşı gelinemez mütalaanı şimdi üflemiyorsun ruhuma? ilk kez ihtiyacım vardı buna.

annem gözlerimin içine bakarak yaklaştı yanıma. "tolga'm..." dedi. "benim minik pembe meleğim... izin ver, ilk ve son kez sarılayım sana. içime çekeyim kokunu" diye fısıldandı. istemsizce açıyordum kollarımı. dedem ellerimden tutup beni arkasına sakladı. annem muhtaç bakışlarıyla dedeme sessizce yalvarıyordu. izin vermedi dedem... yüzüne dahi bakmadı. anlaşılamaz şekilde dedemin ellerinden kurtulup anneme sarılmak istiyordum. bu duruma hangi istitrat çare olabilirdi ki...

ağlamamak için kıstığım gözlerimle, annemin kapıdan çıkışını izlemekten başka bir şey yapamıyordum. o da bir an olsun yaşlı gözlerini benden ayırmamıştı. artık sesini dahi duyamıyordum. yalnızca dudaklarını okuyabiliyordum. "seni seviyorum oğlum" diye fısıldıyordu. ben dudaklarımı oynatamadım. "ben de seni seviyorum anne! gitme..." diyemedim. ama içerimde kopan fırtınanın adı "gitme"ydi...
annemi seviyordum.

annemi sevdiğim için daha çok nefret ettim kadınlardan. nefret ettikçe kadınlardan; yıllar önce ölen annemi daha çok sevdim onlardan...

kirli sahifelerde hapsolmuş kokun,
gözlerini öldürseydim elleri kan kokardı oğlunun
günahsız hicivleri diktim koynuma bir yalan gibi
ve kanıma hapsolmuş ifritlerin düşleri yapıştı sırtıma,
şimdi melekleri aldanmış bir bebek gibi ağlıyorum karanlığa;
karanlığımı yutan annem gülümsüyor günahların mezarlığında
selam verip çıkacak adam.
saliyom kobrayi diye yataga atlayip gruba dahil olan babadir.
-cok uzun yazmisin yazar kardes uzunsa haklisindir.
Kapat çocuğum o porno filmi denilecek kişi tespitidir. Hayır sonra ruh sağlığınız bozuluyor saçmalıyorsunuz.
4 memeli anneye sahip yazarın hüzünlü hikayesi.

"üstelik iki çift de memesi vardı. ıyy..."
oldukça üzücü bir olaydır. kassız çiroz tipler olsalar belki bu kadar hazin olmazdı.
özellikle altı rakamının vurgulanmasından dolayı, oldukca spesifik bir olay olmakla beraber yaşanmış olma ihtimali güçlü sorunsal.
psikolojik bi çöküş olmakla beraber bi tanesi niye yetmiyo diye düşünen adamdır.
düşünülmesi gereken basılan anne yada basan baba değil, onların çocuğudur.
artık katil baba olma ihtimali yüksektir.
"ıyyy kim salıyo bunları sokağa.ııyy pis pis kaslı kaslı.." diyen kızın babasıdır.
(bkz: brazzers)
Eline bir silah alıp hepsini öldürmesi, bu utanca dayanamayıp kendi kafasına sıkması gereken babadır.
karı karşı mahalleyede haber verseydin.

işin mizahı bi tarafa dursun gözünü yarrak doyursun teyze.
Annenizin grup porno türünde bir aktris olduğunu da kanitlayabilir yani neden bu kadar büyütücü yorumlar entryler anlamıyorum doğrusu .
yahu trolle trolle de bokunu çıkarmayın be kardeşim. yorulduk böyle başlıklar görmekten. bütün gün ne yiyiyorsunuz ne içiyorsunuz anlamadım. bütün gün aklınız iki bacağınızın arasında. anne-baba gibi varlıkları karıştırmayın bari şu ergen fantazilerinize.
Başlığın ahlak sınırlarını ne kadar zorladığı bir yana yazım dili de hatalıdır. Cümle anneyle başlıyorsa bitişi yakalayan çocuk gibi bitmeliydi. Ha illa babayla bitsin diyorsak o zaman ise anneyle değil karısını diye başlamalıydı.
hayal gücüne hayran kaldığım bir yazarın uzun yazısı. umarım çalıntı değildir zira hayalgücüne gerçekten hayran kaldım ve uzun uzun tebessüm ettim.
Yerinde olmak istenen annedir.
kassız olsalar kızmayacak olan babadır.
(bkz: Merhaba sen pembe tolgasın)