bugün

plastik topuma tüm gücümle vurduktan sonra ardından falso alışını sevinçle izlediğim yaşlardaydım.
henüz çok küçüktüm...

evet.. her çocuk annesine bağlıdır, her çocuk annesini çok sever.
belli bir yaşa erişene kadar annesinin yanından ayrılması bile başlı başına bunalım sebebidir. ama sanırım benim hikeyem burada sizinkilerden ayrılıyor;
çünkü ben o yaşa hiçbir zaman erişememiştim. bunun nedeni de aslında aşikardı;
henüz annem bana hamileyken bile babam tarafından defalarca aldatıldığı şüphesini taşımıştı. bu şüphenin peşini de asla bırakmamıştı.
ben doğtuktan sonra da gerçekle yüzleşmiş. evet, babam annemi defalarca aldatmış. hatta babamın foyası ortaya çıktıktan sonra hiçbir şey yokmuş gibi, abartılacak bir şey yokmuş gibi annemin tepkisini bastırmaya çalışmış. annem tipik bir ev kadınıydı. elinde ne maddi gücü, ne de arkasına alabileceği sosyal bir gücü vardı.
sanki kendisinin bir suçu varmış gibi bunu kimseye anlatamayıp yıllarca içine atmıştı. ne annesine, ne arkadaşlarına.. hiç kimseye bahsedip içindeki zehiri akıtıp rahatlayamamış. işte hikayemiz de burda başlıyor;

ben henüz 5-6 yaşlarındayken annem benimle dertleşmeye çalışıyordu. babam, annemi değersiz bir paçavra gibi hiçe sayıp, çalışanlarından birisiyle ilişki yaşıyordu. annemin bu rezaleti öğrenmesine karşın da ilişkisine son vermemişti. annem bunu biliyordu ama hiçbir şey yapamıyordu. belki küçücük bir çocuğu olduğu için, belki de kendisine güveni olmadığı için gidemiyordu. işte, ben annemin çocuğundan çok aslında sırdaşıydım. o küçücük masum ve anlamsız bakışlarımla her gün o'nun anlattıklarını dinliyordum. söylediği hiçbir şeyi anlamıyordum ama,
o bana bir şeyler anlatmaya devam ediyordu. bazen de onayımı alırmışçasına sorular soruyordu. o da biliyordu verdiğim cevabın ne kadar anlamsız olduğunu ama, soruyordu işte. konuşabileceği kimsesi yoktu çünkü. utanıyordu..
o ağlıyor diye durduk yere ben de ağlıyordum. içinde köz olmuş bu acıyı sırf rahatlatabilmek için 6 yaşındaki çocuğa döküyordu içini. işte bu aramızdaki ilişki ana-oğul ilişkisinden öteydi artık. anneme çok düşkün bir çocuk haline gelmiştim. o olmadan hiçbir şey yapamıyor, kalabalıkta o'nu kaybedince yere kapaklanıp ağlıyordum. tabiri caizse süt çocuğuydum evet.
ilkokul birinci sınıfa başladığım günü bile unutamam. hayatımdaki ilk dersin ortasında sınıftan kaçıp bahçede bekleyen annemin yanına koşmuştum ağlayarak. kesinlikle o'ndan ayrı kalamazdım. o benim her şeyimdi. derse yalnız giremediğim için annem müdürden izin alıp 2 hafta benimle birlikte derslere girmişti. tüm sınıf bize bakıyordu, olsun annem yanımdaydı. 2 hafta içinde arkadaşlarımla kaynaştıkdan sonra da alışmıştım artık sınıfa.
yaşım ilerlese de bazı şeyler hiç değişmiyordu. annem konusunda aşırı duygusaldım. yaz vakti bile gidip tüm penceleri o uyurken kapatıyordum. neden?
çünkü gece üşüyüp hasta olur, ömrü 10-15 gün daha azalır diye. düşünün işte neleri düşündüğümü.
anneme olan sevgim artıkça da babamdan nefret etmeye başlıyordum. hayatımda asla tamamlanmış bir kişiliğimin olmayacağının farkındaydım. çünkü ne baba sevgisine sahip olmuştum, ne de gerçek bi anne-oğul ilişkisine. anne ve babamın yanında ailesiz büyüyordum.

saçma duygusallıklarım gün geçtikce artıyordu. annemi kaybetme korkusu beni paranoyaklaştırmıştı. yolda yürürken bile saatte en fazla 40 km hızla giden bir aracın annemi ezip geçtiği gözümün önünde canlanıyordu. ya da ben okuldayken deprem olup annemin evde göçük altında kalıp hayatını yitireceğini düşünüyordum.
yıllar geçtikce annem değişmeye başlamıştı. artık koca bi adam olduğumda annem yılların verdiği acıyla bir sinir hastasına dönüşmüştü. hiçbir şeye tahamülü yoktu. canından çok sevdiği bana bile kötü davranıyordu. sırf yürürken halıyı topladım diye inanılmaz kavgalar çıkarıyordu. eski güçsüz ve içine kapanık kadın artık patlamaya başlamıştı. babam bile artık o'nun otoritesini kabullenmişti ama, annem artık her şeye karşı sevgisini yitirmişti. bana 'oğlum' diye seslenmeyeli bile belki yıllar olmuştu. ben de artık sevgimi içimde yaşamaya başlamıştım. tüm bu dağınık ailenin içinde haliyle ben de sinir hastasına dönmüştüm. annemle kavga ederken ikimiz de kırıcı oluyorduk. artık her gün kavga edip birbirimizi yıpratıyorduk.
yıllarca içine attığı stresle annem artık şeker hastası olmuştu. kadınlar çok iyi bilir;
bi kadın için değersiz hissetmek ve aptal yerine konulmak kadar ağır bir şey yoktur. annem bunu onlarca yıl içinde yaşamıştı.
ama ne ben o'na, ne o bana artık sevgisini gösterebiliyordu.
ben o'nu çok seviyordum ama söylemiyordum artık. geceleri uyumadan önce öleceği günü düşünüp, o'ndan önce ölmek için dualar ediyordum. bu acıyı kaldıramazdım. geçenlerde salonda otururken durduk yere hapşırdı. ve ben küçüklüğüme döndüm bir anda.. annesi hasta olup ölmesin diye camları kapatan o küçük çocuk geldi aklıma. en kötüsü de annemin bir gün öleceği gerçeğini hatırladım. hiçbir şey söylemeden çekildim odama. ağladım, saatlerce ağladım..
ve özür dilerim anne,
şu an seni ne kadar çok sevdiğimi söyleyip boynuna sarılmak varken bu saçma satırları girmek zorunda kaldığım için.
anneyi gözünün içine bakamayacak kadar sevenlerin, yapabileceği bir harekettir.
sanki sen ağlayınca annen sevinecek dedirtir. annen daha çok üzülür.
hiçkimse gerçekten hissetmeden böyle bir yazı yazamaz.biraz samimi olun hissetmeye çalışın sadece .önemli olan burdaki duygu üslubu dört dörtlük değil diye yersiz eleştiri yapmayın el insaf.
tanım:okurken ağladığım yazıdır.içinde kendimden birşeyler bulduğum için ya da ne bileyim fazla duygusalımdır belki.ama helal olsun ben de çok küçük yaşta babamı kaybettim ama anneme hiç böyle destek olamadım hatta daha fazla üzdüm hala da üzüyorum bencilliğimden dolayı.belki değişir ..